96. yıl önce 13 Ekim 1923 Cumartesi günü Milli Mücadelenin merkezi Ankara, Başkent ilan edildi.
Atatürk Nutuk'ta şöyle diyor; "Efendiler, Lozan Antlaşması'nın eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolü uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye'nin toprak bütünlüğü fiilî olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye
Devleti'nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye'nin başkenti Anadolu'da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.
Bu seçimde, coğrafî durum ve askerî strateji en büyük önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara bir son vermek şarttı."
Atatürk'ün kafasında Ankara 'Başkent' olarak yerini almıştı. Ancak Refet Paşa (Bele) başta olmak üzere bazı İstanbul milletvekilleri İstanbul'un hükümet merkezi olarak kalmasında ısrarcıydılar. Hatta yine Nutuk'ta Atatürk'ün ifade ettiği şekliyle bu kişiler İstanbul'un mutlaka 'payitaht' olarak kalması gerektiğini ifade ederlerken, Atatürk şöyle diyor; "Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim başkent deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki 'payitaht' deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir."
Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, bütün zorluklara karşın kazanılan Milli Mücadelenin neticesinde hala birileri ölüyü diriltme derdindedirler. İstanbul'un 'payitaht' olarak kalmasını istemek aslında her şeye rağmen saltanatın da devamını savunmak demekti.
Hâlbuki ülkeyi bu hale getiren, yıllar içinde milyonlarca insanını savaşlarda kaybeden, Müslüman Türk yurdunun düşman çizmesi altında ezilmesine sebep olan padişah değil miydi?
Canını hiçe sayarak bu ülkeyi ve milleti kurtarmak için mücadele eden Mustafa Kemal Atatürk'e ölüm fermanını yazan yine bu anlayış değil miydi?
Kurtuluş Savaşı yıllarında verilen büyük mücadelede padişah ve avanesi ile de mücadele edilmek zorunda kalınmamış mıydı?
Kurtuluş Savaşı boyunca bir şekilde mücadelenin içinde olan, Atatürk'ün yakınında bulunan insanların hala bu hayal peşinde koşmalarına şaşmamak elde değil.
Hâlbuki Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, bir taraftan vatanın ve milletin bağımsızlığı için mücadele ederken, diğer taraftan gelecek günleri de planlamıştı. O rastgele bir işe girişmiyordu. Yaptığı her işte olduğu gibi, Ankara'nın Başkent olarak ilan edilmesi hususunda da önceden hazırlığı vardı.
Mustafa Kemal Atatürk, yeni Türk Devletinin Başkentini de, 16 gün sonra yönetim şekli ilan edeceği 'Cumhuriyet'i de çok önceden planlamış ve bir bir uygulamıştı.
Kim bilir, belki de Atatürk, birilerinin içlerinde beslediklerini görmek için bu konuları bir turnusol kâğıdı olarak ta görmüştür.
Ankara'nın başkent olması için çok sebep vardı. Birincisi Ankara halkının Milli Mücadeleye olan sahip çıkışıdır. Ankara halkı Atatürk'ü bağrına öylesine basmıştı ki, bir ömür Atatürk bunu hep hatırladı.
Atatürk şöyle diyor; "Ankara'ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden, çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetini giymiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla birlikte bütün halk: "Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz" diyerek bağırıyorlardı. O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerinin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara'yı bir harabe sanan bu yabancılar, bu yüce tezahürat karşısında ilk kaygılarını göstermekten kendilerini alamamışlardır."
Tabii bu çok önemli bir husus…
Ayrıca Ankara, Mondros Mütarekesi sonrasında işgal edilmeyen nadir yerlerden biriydi. Milli Mücadelenin buradan idare edilmiş olması da Ankara'nın Başkent olmaya ne denli uygun bir şehir olduğunun göstergesiydi.
Atatürk bir konuşmasında; "Hükümet merkezi neresi olmalıdır? Bence iki bakımdan inceleme yapmak gerekir. Biri her tür taarruz ve saldırıya karşı yerinden kıpırdamayarak kuvvet ve sükûnetini muhafaza edecek bir yer olmalı. Yoksa bir geminin topundan telaşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olamaz. İkincisi, hükümet merkezi öyle bir yerde olmalıdır ki, hükümet bakışlarını ülkenin bütün yörelerine eşit surette atfedebilsin. Eğer ülkenin bir köşesine çekilirsek, bu durumda bayındır olmayan ve bizden uzak olan yerleri unutabiliriz."
Neticede 9 Ekim 1923 günü İsmet Paşa (İnönü) meclise tek maddelik bir kanun teklifi vererek, Ankara'nın Başkent kabul edilmesi konusunu meclise sundu. 13 Ekim 1923 günü de Ankara yeni Türk Devletinin Başkenti olarak kabul edildi ve tüm dünyaya ilan edildi.
Atatürk'ün şehri Ankara'ya 'Başkent' olmak çok yakışıyor.
- Atatürk olmasaydı! / 22.09.2023
- Dikkat! Konu Anayasa / 15.09.2023
- Sohbet ‘spaces’ odası izlenimleri / 08.09.2023
- Hatırlıyor musunuz? / 01.09.2023
- Haydar Baş olmak / 14.04.2023
- Kitap, ama hangi kitap? / 15.01.2022
- Bırakın gençler konuşsun… / 08.01.2022
- Gözlerdeki ışıltı / 01.01.2022
- Eserinizle gurur duyabiliyor musunuz? / 29.11.2021