Türkiye ve Azerbaycan için söylenmiş, “Bir millet iki devlet” sloganı, çok doğru ve yerindedir. Ancak bu slogan, diğer İslâm ülkelerine de teşmil edilmelidir. Çünkü Azerbaycan ile diğer İslâm ülkeleri arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Müslümanların tarihi bir olduğu gibi gelecekleri de birdir. Bir başka deyişle Müslümanlar, aynı medeniyeti ve kaderi paylaşan tek bir millettir. Merhum Said Halim Paşa, “Müslümanlar, büyük bir ailedir” der ve ilişkilerin bu esas üzerinden yürütülmesini ister. Bu esasa uymayan İslâm ülkelerinin yöneticileri, maalesef, yabancıların esiri ve kölesi olmaktan, onların emellerine hizmet etmekten kurtulamamışlardır. Tarih, bu gerçeğin şahididir.
İyi, güzel de, “Bir millet iki devlet” sloganı nasıl uygulanacak, ne şekilde hayata geçirilecektir? Bu hiç de zor değildir. Devletler ayrı olduğu için elbette her devletin kendi şartlarına uygun bir iç politikası olacaktır. Bu, sloganda ifade edilen görüşe ters düşmez. Ama aynı şey dış politika için söylenemez. Bir millet, kaç devlete bölünürse bölünsün, dış politikası mutlaka aynı olmalıdır. Aslında, Müslümanların devletçiklere bölünmesi, kendi iradeleriyle oluşmamıştır. Bu, emperyalistlerin bir senaryosuydu ve senaryo halen oynanmaktadır. O halde, Müslümanlara düşen görev, söz konusu senaryonun tersini yapmaktır. Yani, bütünleşmek, bütünleşemiyorsak, en azından dış politikada bir millet gibi hareket etmektir.
Müslümanların başına gelen belâların çoğu, tarih bilmezliğinin sonucudur. Tarih, sadece geçmişi anlamaya değil, ondan daha önemlisi geleceği görmeye yarar. Yay geriye doğru ne kadar gerilirse, ok ileriye doğru o hızla gider. Tarihe dayanarak ileriye gitmek de buna benzer. Devlet adamları, yapacakları işin tarihi temelini ne kadar geriye dayandırırlarsa, o kadar ileriye giderler. Maalesef, Türkiye’yi idare edenlerde, böyle bir anlayış göremiyoruz. Göremediğimiz için de üzülüyoruz, haklı olarak geleceğimizden endişe ediyoruz. Tarihi gerçekler ışığında geleceğe bakıyoruz, büyük tehlikelerin üzerimize doğru geldiğini görüyoruz. Evet, tehlike çok büyük, buna karşı tedbir yok, geleceğe dair plân yok, proje yok, yok oğlu yok. Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği politika, daha doğrusu politikasızlık, işte budur.
ABD’li yetkililer, Ortadoğu’da 22 İslâm ülkesinin harita ve rejimlerinin değiştirileceğini açıkça ilân ettiler. ABD’nin bu politikasına destek olmak, cellâdına ip uzatmak demektir. Ne gariptir ki, Türkiye’yi idare edenlerin yaptıkları tıpatıp buna benziyor. Bu gerçeği, CIA’nin eski yöneticilerinden Graham Fuller bile, ifade ettiğimiz gibi görüyor ve şöyle diyor: “ Türkiye’nin ABD plânlarına dahil olması, idam fermanını imzalaması anlamına gelir.” Şimdi, burada bir duralım, Hükümet üyelerine, özellikle de Başbakan ve Dışişleri Bakanına soralım: ABD yetkilileri, “22 İslâm ülkesi içerisinde Türkiye yoktur” diye bir güvence vermişler mi? Verseler bile, buna inanılmaz, dahası, diğer İslâm ülkelerinin parçalanmasına göz yumulmaz, çünkü onlar kardeşlerimizdir.
ABD nasıl bir ülkedir? Yakın tarihe bakarak söyleyelim. ABD, Lozan Antlaşması’nı kabul etmeyen, Türkiye’nin bağımsızlığına hiçbir zaman saygı göstermeyen ve Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı nükleer kalkan olarak kullanan bir ülkedir. Böyle bir ülke için “stratejik ortak”, “doğal müttefik” demek, büyük bir gaflettir ve gerçeklerle asla bağdaşmaz. Ne yazık ki, Türkiye’nin dış politikası bu gerçekler üzerinden değil, teoriler üzerinden yürütülüyor. Bu tip politika yürütenler için söylenmiş şöyle bir söz vardır: “Çok güzel teorileri vardı, ama bir pis gerçek, bütün teorilerini mahvetti.” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, teorilerim mahvolmasın, onları kurtarayım derken, ülkeyi mahvedecek yolda hızla ilerliyor. Bir an önce dönüş yapması gerekiyor, zira dış politikada gerçekler geçerlidir. Dış politikada yapılmamız gereken bellidir. O da şudur: “Bir millet, iki devlet” sloganını başta Azerbaycan olmak üzere, tüm İslâm ülkeleri için geçerli kılmaktır.
İyi, güzel de, “Bir millet iki devlet” sloganı nasıl uygulanacak, ne şekilde hayata geçirilecektir? Bu hiç de zor değildir. Devletler ayrı olduğu için elbette her devletin kendi şartlarına uygun bir iç politikası olacaktır. Bu, sloganda ifade edilen görüşe ters düşmez. Ama aynı şey dış politika için söylenemez. Bir millet, kaç devlete bölünürse bölünsün, dış politikası mutlaka aynı olmalıdır. Aslında, Müslümanların devletçiklere bölünmesi, kendi iradeleriyle oluşmamıştır. Bu, emperyalistlerin bir senaryosuydu ve senaryo halen oynanmaktadır. O halde, Müslümanlara düşen görev, söz konusu senaryonun tersini yapmaktır. Yani, bütünleşmek, bütünleşemiyorsak, en azından dış politikada bir millet gibi hareket etmektir.
Müslümanların başına gelen belâların çoğu, tarih bilmezliğinin sonucudur. Tarih, sadece geçmişi anlamaya değil, ondan daha önemlisi geleceği görmeye yarar. Yay geriye doğru ne kadar gerilirse, ok ileriye doğru o hızla gider. Tarihe dayanarak ileriye gitmek de buna benzer. Devlet adamları, yapacakları işin tarihi temelini ne kadar geriye dayandırırlarsa, o kadar ileriye giderler. Maalesef, Türkiye’yi idare edenlerde, böyle bir anlayış göremiyoruz. Göremediğimiz için de üzülüyoruz, haklı olarak geleceğimizden endişe ediyoruz. Tarihi gerçekler ışığında geleceğe bakıyoruz, büyük tehlikelerin üzerimize doğru geldiğini görüyoruz. Evet, tehlike çok büyük, buna karşı tedbir yok, geleceğe dair plân yok, proje yok, yok oğlu yok. Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği politika, daha doğrusu politikasızlık, işte budur.
ABD’li yetkililer, Ortadoğu’da 22 İslâm ülkesinin harita ve rejimlerinin değiştirileceğini açıkça ilân ettiler. ABD’nin bu politikasına destek olmak, cellâdına ip uzatmak demektir. Ne gariptir ki, Türkiye’yi idare edenlerin yaptıkları tıpatıp buna benziyor. Bu gerçeği, CIA’nin eski yöneticilerinden Graham Fuller bile, ifade ettiğimiz gibi görüyor ve şöyle diyor: “ Türkiye’nin ABD plânlarına dahil olması, idam fermanını imzalaması anlamına gelir.” Şimdi, burada bir duralım, Hükümet üyelerine, özellikle de Başbakan ve Dışişleri Bakanına soralım: ABD yetkilileri, “22 İslâm ülkesi içerisinde Türkiye yoktur” diye bir güvence vermişler mi? Verseler bile, buna inanılmaz, dahası, diğer İslâm ülkelerinin parçalanmasına göz yumulmaz, çünkü onlar kardeşlerimizdir.
ABD nasıl bir ülkedir? Yakın tarihe bakarak söyleyelim. ABD, Lozan Antlaşması’nı kabul etmeyen, Türkiye’nin bağımsızlığına hiçbir zaman saygı göstermeyen ve Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı nükleer kalkan olarak kullanan bir ülkedir. Böyle bir ülke için “stratejik ortak”, “doğal müttefik” demek, büyük bir gaflettir ve gerçeklerle asla bağdaşmaz. Ne yazık ki, Türkiye’nin dış politikası bu gerçekler üzerinden değil, teoriler üzerinden yürütülüyor. Bu tip politika yürütenler için söylenmiş şöyle bir söz vardır: “Çok güzel teorileri vardı, ama bir pis gerçek, bütün teorilerini mahvetti.” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, teorilerim mahvolmasın, onları kurtarayım derken, ülkeyi mahvedecek yolda hızla ilerliyor. Bir an önce dönüş yapması gerekiyor, zira dış politikada gerçekler geçerlidir. Dış politikada yapılmamız gereken bellidir. O da şudur: “Bir millet, iki devlet” sloganını başta Azerbaycan olmak üzere, tüm İslâm ülkeleri için geçerli kılmaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018