20. asrın ardından böyle bir 21. asır maalesef kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Derler ya "perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" diye. Yani "ne ekersen onu biçersin".
Elbette 19. asır gibi daha öncesi de var. En çok meseleye babaların, dedelerin yaptıklarıyla değil bizzat yapanların yaptıklarıyla yaklaşmak, muhatabın canlısına dikkat çekmek bakımından daha önemlidir.
20. asrın ilk çeyreğinde Osmanlı'yı bölüp parçalayanlar dünya coğrafyasında öyle tohumlar ektiler ki, bugün insanlık o tohumların acı meyvelerini yiyor.
Bu tohumların bir kısmı siyasi, bir kısmı ekonomik, bir kısmı kültürel ve bir kısmı da maalesf dinidir.
Dolayısıyla bugün dünyanın yaşadığı bütün problemlerin temelinde işte bu tohumlar yatmaktadır. İşin iki yüzlülük ve çifte standart yönü de bütün bunların demokrasi ve insan hakları adına yapılmış olmasıdır.
21. asır bu operasyonları bazı bölgelerde meyve verdiği, bazı bölgelerde budama döneminin geldiği ve nihayet yeni tapuların düzenlendiği asır olacaktır.
Yaşanmakta olan her türlü ahlaksızlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, şiddet ve terörün, işgal ve istilaların senaristleri de stratejistleri de, planlayıcıları da, uygulayıcı aktörleri ve figüranları da bellidir ve herkes tarafından bilinmektedirler.
Kendi canından başka bir can, kendi malından başka bir mal, kendi dininden başka bir din, kendi ahlakından başka bir ahlak, kendi kanunundan başka bir kanun tanımayan bu kadrolar ve onların işbirlikçileri, uzantıları, masaları dün yeşil kuşak hattı çizerek, bugün de Büyük Ortadoğu Projesi diyerek hedeflerinin Türk milleti ve İslam coğrafyası olduğunu açıklamaktan çekinmemektedirler.
Tabi onların ne yapıp, ne yapmayacakları çok önemli olmakla beraber asıl önemlisi ve korkunç olanı bu zulüm ve vahşet heykellerinin maşalarında kendilerine hayat hakkı arayanların halidir.
Hangi milletten ve coğrafyadan olursa olsun her kim kendi varlığını, şahsiyetini, hak ve hukuknu böylesine yanlış ve tehlikeli adreste ararsa onu "normal" bir varlık kabul etmek aklen, mantıken ve vicdanen mümkün değildir.
Eğer bu bir kader birliği veya ortaklık ise o zaman zulüm ve vahşet heykellerinin paçasında kibrin bir "heykelcik" olduğu gerçeği ortaya çıkar ki, işte o zaman 21. asrın masum ve mahkum insanları kendilerini bu heykelciklerden kurtarmaları gerekir.
O zaman taşlaşmış bedenlerin, beyinlerin değil yaşayan ve yaşamak isteyen bedenlerin, beyinlerin yani fertlerin, ailelerin, toplumların demokrasisi ve insan hakları gerçekleşir.
Bu irade ve bu tercih zaman zaman işgal ve istila edilse bile hiçbir zaman yok edilememiştir.
Her zaman olduğu gibi bugün de yarın da tek ümit budur...
Elbette 19. asır gibi daha öncesi de var. En çok meseleye babaların, dedelerin yaptıklarıyla değil bizzat yapanların yaptıklarıyla yaklaşmak, muhatabın canlısına dikkat çekmek bakımından daha önemlidir.
20. asrın ilk çeyreğinde Osmanlı'yı bölüp parçalayanlar dünya coğrafyasında öyle tohumlar ektiler ki, bugün insanlık o tohumların acı meyvelerini yiyor.
Bu tohumların bir kısmı siyasi, bir kısmı ekonomik, bir kısmı kültürel ve bir kısmı da maalesf dinidir.
Dolayısıyla bugün dünyanın yaşadığı bütün problemlerin temelinde işte bu tohumlar yatmaktadır. İşin iki yüzlülük ve çifte standart yönü de bütün bunların demokrasi ve insan hakları adına yapılmış olmasıdır.
21. asır bu operasyonları bazı bölgelerde meyve verdiği, bazı bölgelerde budama döneminin geldiği ve nihayet yeni tapuların düzenlendiği asır olacaktır.
Yaşanmakta olan her türlü ahlaksızlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, şiddet ve terörün, işgal ve istilaların senaristleri de stratejistleri de, planlayıcıları da, uygulayıcı aktörleri ve figüranları da bellidir ve herkes tarafından bilinmektedirler.
Kendi canından başka bir can, kendi malından başka bir mal, kendi dininden başka bir din, kendi ahlakından başka bir ahlak, kendi kanunundan başka bir kanun tanımayan bu kadrolar ve onların işbirlikçileri, uzantıları, masaları dün yeşil kuşak hattı çizerek, bugün de Büyük Ortadoğu Projesi diyerek hedeflerinin Türk milleti ve İslam coğrafyası olduğunu açıklamaktan çekinmemektedirler.
Tabi onların ne yapıp, ne yapmayacakları çok önemli olmakla beraber asıl önemlisi ve korkunç olanı bu zulüm ve vahşet heykellerinin maşalarında kendilerine hayat hakkı arayanların halidir.
Hangi milletten ve coğrafyadan olursa olsun her kim kendi varlığını, şahsiyetini, hak ve hukuknu böylesine yanlış ve tehlikeli adreste ararsa onu "normal" bir varlık kabul etmek aklen, mantıken ve vicdanen mümkün değildir.
Eğer bu bir kader birliği veya ortaklık ise o zaman zulüm ve vahşet heykellerinin paçasında kibrin bir "heykelcik" olduğu gerçeği ortaya çıkar ki, işte o zaman 21. asrın masum ve mahkum insanları kendilerini bu heykelciklerden kurtarmaları gerekir.
O zaman taşlaşmış bedenlerin, beyinlerin değil yaşayan ve yaşamak isteyen bedenlerin, beyinlerin yani fertlerin, ailelerin, toplumların demokrasisi ve insan hakları gerçekleşir.
Bu irade ve bu tercih zaman zaman işgal ve istila edilse bile hiçbir zaman yok edilememiştir.
Her zaman olduğu gibi bugün de yarın da tek ümit budur...
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010