Seferberlikte bazen üç kur'a asker birden toplanmış. Bir yüzbaşı da Geyikli'ye gönderilmiş. Görevini ifa ederken bir genç, latife olsun diye, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın" manisini söylemiş. Yüzbaşı hüngür hüngür ağlamış. İşte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen Aydınoğlu Hasan, abdest aldığı ibriğini bile evinin içerisine bırakamadan gitmiş. Fatma Bayraktar, babası Hüseyin Atalar'ın, Haymana cephesinde at çavunundan (izi) arpa toplayıp yedikleri... Babası Aydınoğlu Hasan Hasandağı'nda şehit düşen Penbe Bayraktar, kardeşi Ali'nin hasta hasta Haymana'da savaşa devam etmek istemesine rağmen geri gönderilip, Beşikdüzü'nde ölüp, annesine bildirilmeyen olayda annenin tabutta giden oğlunu "bu bizim Ali'nin ayağı ya!" diye tanıdığı ve bu ayağa yapışmış bulunan çarığın Tubbaoğlu İbrahim (Türkmen) Hafız tarafından ıslatılarak ancak çıkarılabildiği, bir sarı ırmak varmış ki onun çamurunun hâlâ ayağında bulunduğu, sonradan Gidan kızı Fadime'nin, elbiselerini yıkarken bitlerin kepek gibi suyun yüzüne çıktığı... Yine, neredeyse bir asırlık yaştaki Penbe ninenin aktardığı şekliyle, askere ihtiyaç duyan devletin bir yüzbaşısını Geyikli'ye gönderip asker toplama fiilini gerçekleştirdiği sırada kimin söylediği tam bilinemeyen bir maniyi, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın"ı söylediğinde yüzbaşının ağladığı, işte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen babasının abdest ibriğini evin içine bırakamadan aceleyle gittiği... Cafer Dural, dedesi Ali Osman'ın, bir ev inşa etmek için temel yatağını eşmesine (kazmasına), hazırlamasına rağmen sık sık askere gitmek zorunda kaldığı ve 12 sene askerlik yaptığı için evin temelini ancak yatağını hazırladıktan 12 sene sonra atabildiği... Yine dedesinin kardeşi Kara Mehmet'in, "Ara Ali Osman gardaşım! Hani bir gün hastalanmış, grip olmuştum. Beni sırtınızda taşımış, bir köyün kenarına gelmiş, köye girememiştik. (Köy, İngilizler tarafından Osmanlı'ya karşı düşman hale getirilmiş bir Arap köyü imiş) Köyün dışında bir koyun kermesi (kemre) yığını vardı. Gece idi. Hava soğuktu. Kermeyi o yana bu yana açtık. İçi sımsıcaktı. Kuyu gibi yer açmış, orada oturup, sabah etmiştik. Ara Ali Osman gardaşım! Sabahtan kalktım ki kuş gibi olmuştum. Ne hastalık kalmıştı, ne birşey biliyor musun?" dediği... Zeynep Bayraktar, babası İbrahim Çavuş'un, Doğu cephesinde savaşırken açlıktan kulaklarının duymaz hale geldiği, bir ekmek kırıntısı bulup yediğinde "şauvv!" diye kulaklarının açıldığını söylediği... bilgisini aktarıyordu. Yine Cafer Dural, mezarı şu anda Çarşıbaşı'nda bulunan İmadoğlu Hurşit amcanın (Atalar), Ruslarla Karadağ harbi çıktığında eli silah tutanın yola döndüğü bir zamanda, 60 yaşın üzerinde olduğu için "Sen artık yaşlandın. Zaten bir iki sefer askere de gittin, geldin. Gelme!" dediklerinde "Ben bu yolda öleceğim" dediğini, gerçekten o yolda şehit düştüğünü ilave ediyordu.Vefa borcumuzu nasıl mı ödedikSadece Trabzon Şalpazarı Geyikli beldesine düşen payıyla bile anlatması bitmez tükenmez çarpıcı olayların yaşandığı gerçekler sahnesinde, ecdâdımız, canını mihnet bilip, anadan, babadan, yârdan vazgeçerken... Toprağı kanlarıyla vatan yapan ecdâdın emanetine ihanet etmeyip sahip çıkarken...İhanet etmişler cümlesine yazılmamak için göğüslerini çelikten güllelere kalkan yapıp "Çanakkale Geçilmez" destanını yazarken... Peki biz ne yaptık? Emanete, değil gaflet ve dalalet, ihanet sayılabilecek cümleden bir çok icraatın altına imza atmaktan çekindik mi? "12 bin kilometre öteden gelip de benim toprağımda, vatanımda ne işi vardı?" diye soracak yerde, bu gelmeyi haklı çıkaracak ne varsa icra etmedik mi? Bir Anzak masalı icad ederek, akıl almaz bir mantık geliştirerek, bütün doğruları, bütün dinamikleri ile ters yüz etmedik mi? "Geçilmez" sınıfına giren her şeye geçit vermedik mi? Bu destanı yazanların kanları sulanmış, kemikleri ile beslenmiş topraklar üzerinde içkinin su gibi akmasına, yine "geçilmez" cümlesinden olan her türlü rezilliğin sergilenmesine "turizm" tabusuyla çanak tutmadık mı? Kemiklerini sızlatmadık mı? Bu da yetmediği gibi Gazi Hüseyin Atalar örneğinde olduğu gibi gazilerimizi, o tek parti zulmü döneminde döve döve delirtip, üniformalı görünce kaçar hale getirmedik mi? Bu toprakların vatanlığının devamını sağlayan nice yüzbinlerin bize emanet bıraktığı, son 6 İstiklal Harbi gazilerinden bazılarının hayatta iken öldüğüne hükmedip verdiğimiz maaş bile değil sadakayı kesmedik mi? Bütün bunlar ve sayılabilecek daha binlerce örnek yetmiyormuş gibi 600 yıllık imparatorluğumuzu haritadan silmek için her türlü entrikayı çeviren, bizi sırtımızdan hançerleyen İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın, daha bilmem hangi Batılının birlikte kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini haritadan silmeyi hedefleyen AB tuzağına düşmedik mi? Geçmişin "yedi düveli"nin, "Haçlıları"nın bugünkü versiyonu bu AB'ye kuyruk olmak için can atıyor olmak gibi bir zilletin altına imza atmadık mı? Hem de bunu, yüzbinlerce şehidin "madem bunu yapacaktınız, peki biz niçin anadan, babadan, yârdan, serden vazgeçtik?" şeklinde hesap soracağını, yakamıza yapışacağını bile bile yapmadık mı? Ve Sevr'den de öte bir gerçekle bizi karşı karşıya getirecek olan bu yolda "galiba şunu eksik bıraktık" dediklerimizi tamamlamak için elimizden geleni ardımıza koymamaya devam etmiyor muyuz? Evet, etmiyor muyuz?