"Dikkatli olun, kriz kapıda" diyerek insanları korkutmak, endişeye sevk etmek yerine, onlara ümit vermek, iyimserlik aşılamak, elbette hoş bir davranıştır. Ama bu ümit ve iyimserliğin kuru kuruya olmaması gerekir. Ümit ve iyimserliğin ardından, beklenenin tam aksi bir durum ortaya çıkarsa ne olur?
Su diye peşinden koştuğu şeyin serap olduğunu anlayan ve ümitleri kırılan insanları, bir daha ayağa kaldırmak, öyle sanıldığı gibi kolay olamaz. Böyle hareket edince, insanlara kârım olsun derken, zararımız dokunur.
Aslında gerçeklerden korkmamak, gerçekleri olduğu gibi kabullenmek, en doğru bir davranıştır. Ne yazık ki, ekonomik alanda bu şekilde hareket edilmiyor.
Enflasyon eksiye düştü, IMF borçlarımızı erteledi, ihracatımız artıyor, döviz kuru düşük diyerek, bazıları boşuna iyimserlik havası pompalıyor. Bu iyimserlik, bu iyiye gidiş nasıl bir şey ki, insanlar bunu hiç hissetmiyor? Sanki ekonomi, gerçek, somut değil de, sanal ve soyut bir şey. Tüketiciler enflasyonun düştüğünü pazarda göremediklerini, ihracatçılar geçen yıl yaptıkları bağlantıları bu yıl sattıklarını, yeni sipariş alamadıklarını söylüyorlar. Borcun ertelenmesinin ise sevinilecek hiçbir yanı yok. Türkiye iki yılda toplam 19.6 milyar dolar borç ödeyecekken, 13 milyar dolar ödeyecek. Bu, Türkiye'nin ödeme sıkıntısı içerisinde olduğunun en açık delilidir. İşsizlik ise çok ciddi boyutlara varmış durumda. Bırakınız niteliksiz insanların işsiz kalmalarını, nitelikli, yüksek eğitim almış insanlar da işsiz. İşsizlik kötü, nitelikli insanların işsizliği ise çok daha kötüdür.
Ne kadar iyimserlik havası estirilirse estirilsin, hangi rakamlar ortaya konulursa konulsun, artık halk bunlara inanmıyor. Çünkü halk, bu tür sözleri çok kere duydu, çok kere beklenti içine girdi. Ama her defasında hayal kırıklığına uğradı. Şimdi halk soruyor: Aynı kişiler 57. Hükümetin uyguladığı ekonomik programı, Türkiye'nin tek şansı olarak lanse etmiyorlar mıydı? Aynı işadamları 10 yıl öncesini gördüklerini söylemiyorlar mıydı? Aynı yazarlar, ekonominin düzelmeye başladığını ittifakla ilan etmemişler miydi? Ama gördük ki, onlar "Ekonomiyi kurtardık" diyerek zafer çığlıkları attıkları günlerde, krizler patlak verdi.
Çok yakında, aynı manzara ile karşılaşırsak, aynı ekonomistlerin, yazar ve çizerlerin ağız değiştirdiklerini görürsek, hiç şaşmayalım. Çünkü bunu hep yapıyorlar. Bu kişiler, "hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" gerçeğinden hareket ediyorlar. Zannediyorlar ki insanlar geçmişi hatırlayamazlar ve her seferinde onları kandırabiliriz. Artık kandıramayacaklar, çünkü inandırıcı olmuyorlar. Zira halkımız Galbrait'in sözlerin doğruluğunu yaşayarak öğrenmiş durumda. Galbrait diyor ki: "Ekonomistlerin yorumlarını fazla ciddiye almayın. Çünkü genellikle gerçeklere göre değil, kendi siyasi emellerine göre fikir yürütme alışkanlığındandır. Buna rağmen hâlâ bu yorumlardan bir fayda umuyorsanız, önce yazarların kişisel ilişkilerini inceleyin"
Ben de buna benzer bir ölçü vereyim. Eğer birisi "ekonomi iyiye gidiyor" diyorsa, anlayın ki, onun işleri iyi, tuzu kuru. Çünkü Türkiye'de herkes kendi durumuna göre konuşuyor. Türkiye'nin ekonomisini konuşuyorsak, gittikçe batağa saplandığımızı söylemek zorundayız. Bir ülke düşünün ki, borçları her geçen gün artıyor. Böyle bir ülkenin ekonomisinin iyiye gittiğini söylemek mümkün olabilir mi? Türkiye'nin ekonomisinin özeti bu değil mi?
İyi yolda mıyız, kötü yolda mıyız? Bunu anlamak için borsa, döviz ve faiz uzmanı olmamız gerekmez. Bir aile ekonomisinin nasıl idare edildiğini bilmemiz yeterlidir.
Sadece bu bilgi bile, iyimser değil, kötümser olmamızı fazlasıyla sağlar.
Su diye peşinden koştuğu şeyin serap olduğunu anlayan ve ümitleri kırılan insanları, bir daha ayağa kaldırmak, öyle sanıldığı gibi kolay olamaz. Böyle hareket edince, insanlara kârım olsun derken, zararımız dokunur.
Aslında gerçeklerden korkmamak, gerçekleri olduğu gibi kabullenmek, en doğru bir davranıştır. Ne yazık ki, ekonomik alanda bu şekilde hareket edilmiyor.
Enflasyon eksiye düştü, IMF borçlarımızı erteledi, ihracatımız artıyor, döviz kuru düşük diyerek, bazıları boşuna iyimserlik havası pompalıyor. Bu iyimserlik, bu iyiye gidiş nasıl bir şey ki, insanlar bunu hiç hissetmiyor? Sanki ekonomi, gerçek, somut değil de, sanal ve soyut bir şey. Tüketiciler enflasyonun düştüğünü pazarda göremediklerini, ihracatçılar geçen yıl yaptıkları bağlantıları bu yıl sattıklarını, yeni sipariş alamadıklarını söylüyorlar. Borcun ertelenmesinin ise sevinilecek hiçbir yanı yok. Türkiye iki yılda toplam 19.6 milyar dolar borç ödeyecekken, 13 milyar dolar ödeyecek. Bu, Türkiye'nin ödeme sıkıntısı içerisinde olduğunun en açık delilidir. İşsizlik ise çok ciddi boyutlara varmış durumda. Bırakınız niteliksiz insanların işsiz kalmalarını, nitelikli, yüksek eğitim almış insanlar da işsiz. İşsizlik kötü, nitelikli insanların işsizliği ise çok daha kötüdür.
Ne kadar iyimserlik havası estirilirse estirilsin, hangi rakamlar ortaya konulursa konulsun, artık halk bunlara inanmıyor. Çünkü halk, bu tür sözleri çok kere duydu, çok kere beklenti içine girdi. Ama her defasında hayal kırıklığına uğradı. Şimdi halk soruyor: Aynı kişiler 57. Hükümetin uyguladığı ekonomik programı, Türkiye'nin tek şansı olarak lanse etmiyorlar mıydı? Aynı işadamları 10 yıl öncesini gördüklerini söylemiyorlar mıydı? Aynı yazarlar, ekonominin düzelmeye başladığını ittifakla ilan etmemişler miydi? Ama gördük ki, onlar "Ekonomiyi kurtardık" diyerek zafer çığlıkları attıkları günlerde, krizler patlak verdi.
Çok yakında, aynı manzara ile karşılaşırsak, aynı ekonomistlerin, yazar ve çizerlerin ağız değiştirdiklerini görürsek, hiç şaşmayalım. Çünkü bunu hep yapıyorlar. Bu kişiler, "hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" gerçeğinden hareket ediyorlar. Zannediyorlar ki insanlar geçmişi hatırlayamazlar ve her seferinde onları kandırabiliriz. Artık kandıramayacaklar, çünkü inandırıcı olmuyorlar. Zira halkımız Galbrait'in sözlerin doğruluğunu yaşayarak öğrenmiş durumda. Galbrait diyor ki: "Ekonomistlerin yorumlarını fazla ciddiye almayın. Çünkü genellikle gerçeklere göre değil, kendi siyasi emellerine göre fikir yürütme alışkanlığındandır. Buna rağmen hâlâ bu yorumlardan bir fayda umuyorsanız, önce yazarların kişisel ilişkilerini inceleyin"
Ben de buna benzer bir ölçü vereyim. Eğer birisi "ekonomi iyiye gidiyor" diyorsa, anlayın ki, onun işleri iyi, tuzu kuru. Çünkü Türkiye'de herkes kendi durumuna göre konuşuyor. Türkiye'nin ekonomisini konuşuyorsak, gittikçe batağa saplandığımızı söylemek zorundayız. Bir ülke düşünün ki, borçları her geçen gün artıyor. Böyle bir ülkenin ekonomisinin iyiye gittiğini söylemek mümkün olabilir mi? Türkiye'nin ekonomisinin özeti bu değil mi?
İyi yolda mıyız, kötü yolda mıyız? Bunu anlamak için borsa, döviz ve faiz uzmanı olmamız gerekmez. Bir aile ekonomisinin nasıl idare edildiğini bilmemiz yeterlidir.
Sadece bu bilgi bile, iyimser değil, kötümser olmamızı fazlasıyla sağlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018