Yazı yazmanın da bir onuru, namusu, izzeti, dikkati var mıdır? Elbette vardır.
Bugün, bir gazeteden alıntı ile yukarıdaki soru-cevabın yansıması üzerine düşüncelerimi aktaracağım.
Yazar, "Milli marş ve futbol" başlıklı yazısında şöyle diyor:
"... Spor yazarları nasıl olsa maçı didik didik edecek ve her saniyesinin yorumunu yapacaklar.
Ben haddimi aşarak böyle konulara girmeyeyim de size maçlardan önce söylenen milli marşlarla ilgili gözlemlerimi aktarayım.
İzlediğimiz gibi. Türkiye-Brezilya maçında, önce Brezilya milli marşı çalındı. Dans müziği havalı, kıvrak, koyu Latin ve Portekizce'nin vurgularını taşıyan bir marştı bu. Hani neredeyse seyirciler sahaya dökülüp toplu bir dans tutacaklardı.
Milli marşlarını söyleyen oyuncular sakindi, sadece biri elini kalbine götürmüştü.
Stadyumdaki Brezilyalı taraftarlar milli marşlarını neşe içinde söylüyorlardı.
Yüzleri gülüyordu.
Milli marş boyunca bu şenlik hali devam etti.
Sonra sıra bize geldi ve İstiklal Marşımız yükseldi.
Daha ilk notalardan itibaren oyuncularımız olabildiğince dramatik, sert ve mağrur bir ifadeye büründüler.
Stadyumdaki Türkler de kaşlarını çattılar, ileri doğru dimdik baktılar ve yine dramatik yüz ifadeleriyle marşımızı haykırdılar.
Bazı seyirciler hüngür hüngür ağlayama başladı.
Brezilya milli marşı sırasında stada yayılan neşe ve sevinç yerini sert ve çatık kaşlı, dramatik bir anlatıma bırakmıştı.
Belki de dünyada "korkma" kelimesiyle başlayan tek milli marşa sahip olmamızın yarattığı bir durumdu bu.
Daha büyük olasılıkla, eğitimimizin bir parçasıydı.
Maçı anlatan spikerimiz stadyumda ağlayan seyircileri kastederek 'Milli marşı çalınırken ağlayan millet nasıl bir millettir' diyerek övgülerde bulundu...."
(Sabah, Zülfü Livaneli,"Dünya Değişirken)
Yazının çoğunluğunu aktarmaya mecbur kaldığım için sizlerden özür dilerim.
Sayın Livaneli'nin "Bayrak" ile de bu şekilde bir rahatsızlığını duymuştum.
Ne hazindir ki bir Hintli'yi, bir İranlı'yı, bir Afrikalı'yı, bir Brezilyalı'yı ve onların dansını, saçının rengini, tamtamlarını kültürel bakış, objektif çıkış, çağdaş yorum açısından sevebiliyorsun da kendi insanını bir türlü kabul edemeyen var...
Bu bir inkardır. Bu bir hasettir. Hani komşuya sormuşlar "Nasıl buldun evimizi?" hasedinden çatladığı için "İyi de bahçeye gül ekmeseydiniz. Kaktüs daha yakışırdı" demiş.
Beğenmezliğini böyle ifade edivermiş.
Elbette Zülfü beye "Milli Marş'ın" ne manaya geldiğini öğretmek gibi bir mecburiyetimiz, mükellefiyetimiz yoktur.
"Milli Marş'ta" ağlamanın ne manaya geldiğini anlayamayan Livaneli yine marş okunurken elini göğsüne koyan bir yabancı futbolcuyu da "suratı ekşi"likle suçluyor.
Yani siz İstiklal Marşı'nı, zaferleri, kahramanları, bayramları, bayrağı, sancağı, orduyu, devleti eğer anlamsız, ruhsuz, donuk zannederseniz yüreklerin sevincini, milli hisleri anlayamazsınız.
Siz aslında "sambacı"ları da anlayamazsınız. Onlar da kendi dünyalarında milli hislerinin bilincindedirler.
Kimi tamtam vurur. Kimi heybetle durur. Kimi de stadyumun dışından gazel okur.
Şunu da hatırlatayım.
Livaneli gazel okumayı iyi bildiğinden her an, her durumda dans edilmesini istemesi de normaldir belki de...
Yani yemek yerken, ders dinlerken hemen her zaman şarkı söylemelidir...
Neyse söylenecek çok söz var. Lakin anlayana...
Bugün, bir gazeteden alıntı ile yukarıdaki soru-cevabın yansıması üzerine düşüncelerimi aktaracağım.
Yazar, "Milli marş ve futbol" başlıklı yazısında şöyle diyor:
"... Spor yazarları nasıl olsa maçı didik didik edecek ve her saniyesinin yorumunu yapacaklar.
Ben haddimi aşarak böyle konulara girmeyeyim de size maçlardan önce söylenen milli marşlarla ilgili gözlemlerimi aktarayım.
İzlediğimiz gibi. Türkiye-Brezilya maçında, önce Brezilya milli marşı çalındı. Dans müziği havalı, kıvrak, koyu Latin ve Portekizce'nin vurgularını taşıyan bir marştı bu. Hani neredeyse seyirciler sahaya dökülüp toplu bir dans tutacaklardı.
Milli marşlarını söyleyen oyuncular sakindi, sadece biri elini kalbine götürmüştü.
Stadyumdaki Brezilyalı taraftarlar milli marşlarını neşe içinde söylüyorlardı.
Yüzleri gülüyordu.
Milli marş boyunca bu şenlik hali devam etti.
Sonra sıra bize geldi ve İstiklal Marşımız yükseldi.
Daha ilk notalardan itibaren oyuncularımız olabildiğince dramatik, sert ve mağrur bir ifadeye büründüler.
Stadyumdaki Türkler de kaşlarını çattılar, ileri doğru dimdik baktılar ve yine dramatik yüz ifadeleriyle marşımızı haykırdılar.
Bazı seyirciler hüngür hüngür ağlayama başladı.
Brezilya milli marşı sırasında stada yayılan neşe ve sevinç yerini sert ve çatık kaşlı, dramatik bir anlatıma bırakmıştı.
Belki de dünyada "korkma" kelimesiyle başlayan tek milli marşa sahip olmamızın yarattığı bir durumdu bu.
Daha büyük olasılıkla, eğitimimizin bir parçasıydı.
Maçı anlatan spikerimiz stadyumda ağlayan seyircileri kastederek 'Milli marşı çalınırken ağlayan millet nasıl bir millettir' diyerek övgülerde bulundu...."
(Sabah, Zülfü Livaneli,"Dünya Değişirken)
Yazının çoğunluğunu aktarmaya mecbur kaldığım için sizlerden özür dilerim.
Sayın Livaneli'nin "Bayrak" ile de bu şekilde bir rahatsızlığını duymuştum.
Ne hazindir ki bir Hintli'yi, bir İranlı'yı, bir Afrikalı'yı, bir Brezilyalı'yı ve onların dansını, saçının rengini, tamtamlarını kültürel bakış, objektif çıkış, çağdaş yorum açısından sevebiliyorsun da kendi insanını bir türlü kabul edemeyen var...
Bu bir inkardır. Bu bir hasettir. Hani komşuya sormuşlar "Nasıl buldun evimizi?" hasedinden çatladığı için "İyi de bahçeye gül ekmeseydiniz. Kaktüs daha yakışırdı" demiş.
Beğenmezliğini böyle ifade edivermiş.
Elbette Zülfü beye "Milli Marş'ın" ne manaya geldiğini öğretmek gibi bir mecburiyetimiz, mükellefiyetimiz yoktur.
"Milli Marş'ta" ağlamanın ne manaya geldiğini anlayamayan Livaneli yine marş okunurken elini göğsüne koyan bir yabancı futbolcuyu da "suratı ekşi"likle suçluyor.
Yani siz İstiklal Marşı'nı, zaferleri, kahramanları, bayramları, bayrağı, sancağı, orduyu, devleti eğer anlamsız, ruhsuz, donuk zannederseniz yüreklerin sevincini, milli hisleri anlayamazsınız.
Siz aslında "sambacı"ları da anlayamazsınız. Onlar da kendi dünyalarında milli hislerinin bilincindedirler.
Kimi tamtam vurur. Kimi heybetle durur. Kimi de stadyumun dışından gazel okur.
Şunu da hatırlatayım.
Livaneli gazel okumayı iyi bildiğinden her an, her durumda dans edilmesini istemesi de normaldir belki de...
Yani yemek yerken, ders dinlerken hemen her zaman şarkı söylemelidir...
Neyse söylenecek çok söz var. Lakin anlayana...
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021