Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre Türkiye ekonomisi 3'üncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,9, bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,3 oranında büyüdü. Böylece Türkiye ekonomisi Covid-19 salgını tedbirlerinin uygulandığı 2020 yılının ikinci çeyreğinden sonra üst üste 13 çeyrek büyümüş oldu.
Ekonomimizin dünyada birçok gelişmiş ülkeyi de geride bırakacak hızda bu şekilde büyümesi elbette ki talep edilendir ama tek başına bu büyüme oranını baz alırsak doğru bir değerlendirme yapmış olmayız.
Daha doğrusu sadece kendimizi kandırmış oluruz.
Bakın büyüme rakamlarını değerlendiren İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekip Avdagiç ne diyor:
"Büyümenin yanı sıra toplumsal refahı çok önemsiyoruz. Dolayısıyla, bir yandan enflasyonla mücadele ederken bir yandan da üretimin, istihdamın ve ihracatın önceliklendirildiği politikaların bir denge içinde götürülmesi gerektiğine inanıyoruz."
Yani büyüme önemlidir ama büyüme toplumsal refahı artırıyorsa önemlidir.
Enflasyonla mücadele önemlidir ama üretimle, istihdamla, ihracatla denge içinde götürülüyorsa önemlidir.
Eğer ülke ekonomisinde bir büyümeden bahsediliyorsa ama o ülkede asgari ücretlilerin, memurların, emeklilerin alım gücü düşüyorsa, üreticiler, tüccarlar, esnaf ve tarım köylüsü borç batağına saplanıp feryat ediyorsa, maliyetlerin artışından, talebin darlığından şikayet ediyorsa o büyümeye sağlıklı büyüme değil, hormonlu büyüme denir. Ülkemizdeki durum işte aynen böyledir.
Verilere göre, büyümeye en büyük katkı inşaat sektöründen geldi. Gayrisafi yurt içi hasılayı (GSYH) oluşturan faaliyetler incelendiğinde, yılın üçüncü çeyreğinde geçen yıla göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak, inşaat yüzde 8,1 arttı.
6 Şubat depremleri sonrasında başlayan yeniden inşa faaliyetleri, inşaat sektöründeki hızlı büyümede etkili oldu.
Burada işin garip tarafı şu; depremde yıkılan binlerce binayı büyüme rakamlarından çıkarmıyoruz ama bu yıkılan evlerin yerine yapılan binaları büyüme rakamlarına ekliyoruz. Halbuki bu yeni binalar yıkılanların yerine yapıldı.
TÜİK'in verilerine göre, üretim yöntemiyle GSYH tahmini, yılın üçüncü çeyreğinde cari fiyatlarla geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 79,8 artarak 7 trilyon 681 milyar 432 milyon lira oldu. GSYH'nin üçüncü çeyrek değeri cari fiyatlarla ABD doları bazında 295 milyar 815 milyon olarak gerçekleşti. GSYH'nin son dört çeyreklik toplam değeri cari fiyatlarla 1 trilyon 75,7 milyar dolar oldu.
Basitleştirerek ifade edecek olursak, son 1 yılda milli gelirimiz 1 trilyon 75,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. Nüfusumuzun 85 milyon olduğunu düşünürsek, kişi başı milli gelirimiz 12 bin 655 dolar oluyor (1 $= 28.86 TL). Bu da TL bazında kişi başı yıllık 365 bin 223 liralık bir gelir demektir.
4 kişilik bir ailenin aylık gelirini bu rakama göre hesaplayalım.
Kişi başı milli geliri 4 ile çarpıp 12'ye böleceğiz; sonuç 121 bin 741 TL çıkıyor.
Yani TÜİK'in büyüme ve milli gelir verilerine göre 4 kişilik bir aileye aylık girmesi gereken para 121 bin 741 TL. Peki, giriyor mu? Elbette ki hayır…
Asgari ücretli 4 kişilik ailenin aylık geliri 11 bin 402 lira. Girmesi gerekenin 10'da 1'i… 4 kişilik bir memur ailesinin geliri ise 25 bin lira. Girmesi gerekenin 5'te 1'i…
121 bin lira nerde, bu maaşlar nerde! Aradaki uçurumu görüyor musunuz?
85 milyonluk milletimizin yüzde 97'sinin cebine, açıklanan kişi başı milli gelir kadar bir meblağ girmiyor. Kalan yüzde 3'ün cebine ise bu meblağın kat kat fazlası giriyor. İşte size gelir adaletsizliğinin net tablosu.
Evet, öyle ya da böyle hesaplanan bir büyüme rakamı var ama bu veri halkın yüzde 97'sini hiç ilgilendirmiyor, çünkü onlar bu büyümeden, oluşan bu milli gelirden hak ettikleri payı asla alamıyorlar.
Büyüme rakamları ile ilgili başka bir husus ise şu: Büyüme rakamını ortaya çıkaran ürün ve hizmetler borçla, ithalatla elde ediliyor. Borçla, ithalatla yapılan üretim ise sağlıklı büyümeyi değil, hormonlu büyümeye işaret ediyor.
Büyüdüğünüzü zannediyorsunuz ama sonuca baktığınızda ithalata bağımlılığınız ve borcunuz artıyor. Aynen dış ticaret verilerinde olduğu gibi… Dış ticaret hacmi arttıkça, ithalata olan bağımlılık sebebiyle dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari açık da artmaktadır.
Ülkemizin hormonlu bir büyümeden kurtulup, milletimize refah kazandıracak sağlıklı bir büyümeye kavuşabilmesinin tek anahtarı Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünyaca ünlü Milli Ekonomi Modeli'dir. Modelde detaylıca, formülüne varıncaya kadar anlatılan Milli Para, yerli madencilik ve enerji politikaları ve daha niceleri sürekli ve sağlıklı büyümeyi sağlarken, sosyal devlet projeleri de vatandaşların milli gelirden hak ettikleri payı almalarını sağlayacaktır.
Bu eşsiz çözüm modelini ülkemizde uygulayacak olan Bağımsız Türkiye Partisi'ne (BTP) ve lideri Hüseyin Baş'a millet olarak bir an önce fırsat vermeliyiz.
- Gazze’de soykırımın 1. yıl dönümü / 08.10.2024
- Ekonomide günü kurtarmak için yarın feda ediliyor / 05.10.2024
- Soykırımcı İsrail’e Haçlı ittifakı kalkanı / 04.10.2024
- İsrail için Lübnan Gazze olacak mı? / 02.10.2024
- ‘İsrail vahşetinin karşısında şimdi kim duracak?’ / 01.10.2024
- Türkiye için yeni bir işgal planı devrede / 28.09.2024
- İsrail’in hedefi Gazze ve Lübnan’la sınırlı değil / 27.09.2024
- Çözümün tek adresi BTP 23 yaşında / 25.09.2024
- Suriye ile normalleşmek çözüm ama AKP yapar mı? / 24.09.2024