Özelleştirme furyası ile Cumhuriyet döneminde bin bir zorluklarla yaptırdığımız fabrikalar satıldı. Satılanlar bir tek fabrikalarla sınırlı olmadı. Sosyal dokumuz da bozuldu.
Biz çocukken taşeron işçi, şimdilerde çok kimsenin dilinden düşürmediği asgari ücret diye bir şey duymazdık. Herkesin babası, kimimizin anneleri Sümerbank Basma Fabrikası, Devlet Demir Yolları, PTT, Köy Hizmetleri, D.S.İ, Yol Su Elektrik gibi kamu kurumlarında çalışırdı. Okulda Serap'ın babası polis memuru, Fatih ile Ümit'in babası astsubaydı. Nihal'in babası valinin şoförüydü. Yasemin'in babası ise öğretmenimiz Faruk Hoca. Hatırlıyorum da hepimizin eskittiği ayakkabı, giydiği içtiği birbirine benzerdi. Yediğimiz glikoz şurubu olmayan çikolataların tadı şimdikilerin yanından geçmezdi. Leblebi tozlarını yerken konuşmamaya çalışırdık ama birisi muhakkak güldürür boğazımıza kaçarken öksürmekten boğazımız acırdı.
Oturduğumuz ev demiryollarında çalışanların oturduğu SSK tarafından yapılan evlerdi, herkes gibi babamlar da taksitle ev sahibi olmuştu. Bir ön sokaktaki evler Sümerbank Basma Fabrikası tarafından yapılmıştı. Çalışanları bu şekilde ev sahibi olmuştu. Ayrıca Sümer Mahallesi diye ayrı bir mahalle kuruluydu.
O zamanlar tüm okullardaki kalite de benzerdi. Şimdi ki gibi merkezde olan, adı çıkan okullara kayıt yaptırmak için müdürlerin istediği paralar ödenmezdi. Kenar mahallede oturan öğrenciler hem sporda hem eğitimde başarılıydı. Maddi durumu iyi olmayan çocuklar için Devlet Parasız Yatılı Okulları vardır.
Geleceği olan çocuklara devlet el uzatıyor, ülkemiz için yetiştiriyordu. Adını sayamayacağım pek çok kişi bu okullardan mezun oldu. Prof. Dr. Canan Karatay ilk aklıma gelen isim. Elazığ'dan çıkıp yurt dışında eğitimini tamamlayıp farklı bakış açısıyla ülkesine hizmetine devam ediyor. Şimdi ilkokulu bitirmiş olsa bu imkanlardan yoksun olacak binlerce çocuktan birisi olacaktı. Zamanla eğitim arasındaki uçurum da arttı.
Biz çocukken ara sıra sürekli devam eden aynı filmi birkaç kez izlediğimiz Yeni sinemasına gider, saatlerce Bruce Lee karate filmlerine bakardık. Sonrasında karanlıktan çıktığımız için köstebek gibi etrafı göremezdik. Sonrasında gözlerimizi ovalar cebimizde kalan son kuruşlarla gazoz içtiğimizden yürüyerek mahalleye dönerdik. Yolda ise herkes filmden öğrendiği dövüş tekniklerini birbirine canlandırma yaparak ilerlerdik. Yorulunca bir karar alır eve varana kadar kimse kimseye dokunmayacak desek de çocukluk, birisi muhakkak Japonca bir hamle ile uçan tekmeleri savurur, yumrukları yavaşça dokundururdu. Bir yandan da caddeye bakar daha otobüs geçmedi iyi ki yürümüşüz diye kendimizi avuturduk.
Yorulduğumuzdan emekli olduktan sonra namaza başlayan emeklilerin hışmına uğramadan caminin şadırvanında ürkek kuzular gibi çeşmeye ağzımızı dayar güvercin gibi kalbimiz çarparken içebildiğimiz kadar su içerdik. Sonrasında akşam ezanına kadar top oynamaya devam ederdik.
Çocukluk arkadaşlarım Çetin ve Metin Demiryollarında işe girdi. Yücel kardeşler astsubay, Fatih ile Yasin subay oldu. Ümit turist rehberi, Tayfun mimar, Ahmet mühendis, Mehmet öğretmen, İlker senarist oldu. Okulumuza özel günlerde asılan dev Atatürk resmini, tanınan oyuncu Serhat'ın babası yapmıştı. Altta da isminin kısalması ve Tutumluer imzası hala gözlerimin önünde.
Bir de ekranlarda özenli yorumu ile izlediğimiz Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi futbol kulüplerinde teknik direktörlük yapan Önder.
Serhat'ın babasından bahsettim, Önder'in de dedesini anlatmadan geçemeyeceğim. Gözlükleri, beyaz sakalı, bastonu ve yavaş yavaş yürüyüşü ile ne kadar sevimli birisiydi anlatamam. İkindi vakti namaza giderken gördüğümüzde bütün çocuklar arkasından "pamuk dede" diye bağırarak yanına koşardık. Kulakları biraz da ağır işittiğinden gittikçe yükselen seslerden sonra bizi duyar hafifçe arkasına dönerek bizi görür, gülerek cebindeki şekerleri açtığımız minik avuçlarımıza tek tek verirdi. Düşünüyorum da ne güzel günlermiş.
Yıllar geçtikten sonra şimdi ise çocuklarımızı birisi yanına çağırırsa, size şeker, çikolata vereyim derse hemen oradan uzaklaşın diye öğüt verir olduk. Şimdi düşünüyorum da satılan sadece fabrikalar değil aynı zamanda insanlığımız ve geleceğimizmiş, haberimiz yokmuş.
- DİYETİSYEN FATMA ÖZDEMİR: Ramazanda tatlı krizlerine son / 20.03.2024
- FATMA ÖZDEMİR: Ramazanda beslenmeye dikkat! / 12.03.2024
- YASEMİN ÖZBEY: Muhalif basına açık mektup! Hâlâ mı? / 29.11.2023
- Fatıma Zehra Aydın: İnancımızı anlamadığımız için Atatürk’ü de anlamadık / 20.08.2023
- Rabia Sümeyye Aydın: Yolsuzluk konusunda da ‘NAS’ olduğunu biliyor muydunuz? / 13.08.2023
- JÜLİDE DOYURUM: ‘Allah dostları aynadır’ / 05.07.2023
- İlyas Güneştekin: Seçim analizi ve BTP lideri Hüseyin Baş / 03.06.2023
- R.Sümeyye Aydın: Sandıktan sonra da umut var / 26.05.2023
- ALİ HAMZA AYDIN: Bireyin mutluluğu toplumsal huzurdur / 02.04.2023