Birkaç yıldan beri, Türkiye'nin bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunu, bu kuşatmanın giderek yoğunlaştığını hep söyleye duruyorduk. Bugün gelinen nokta artık iplerin kopacağı bir nokta haline gelmiştir.
1991'de Körfez'e müdahale edildiğinde, Türkiye'den karşılıksız destek istendi. Merhum Özal bir koyup üç alacağımızı ifade etmiş ise de, bir koyup hiçbir şey almadığımız gibi, çok ciddi zararlara uğradık.
Körfez olayının doğrudan getirdiği zarar 30 milyar doların üzerinde olmuştur. Bir de Güneydoğu terör olaylarını eklersek işin boyutu faciadır.
Bugün görünen o ki, ABD yine bahane uydurup, İsrailli dostları için ve kendi çıkarları için Irak'a saldırmayı planlıyor. Türkiye'nin üst düzey yönetimi de işe sıcak bakmaya başladı. Sn. Çakmakoğlu şartlara göre düşünebileceğini, kanıtlara göre hareket edilebileceğini ifade ediyor. Kısacası Türkiye, yavaş yavaş Irak müdahalesine alışma durumundadır. Endişe ederiz ki, bu sefer 1991 müdahalesinden de ileri geçip, Türkiye'nin bizzat müdahalesi istenebilir.
Bu arada kullanılacak Musul ve Kerkük kartları çok hassastır. Bir kazanım olabileceği gibi, Türkiye'nin Ortadoğu politikalarını temelden sarsabilir.
ABD, önce sıcak bakıp, olay kaosa dönüşünce, geriye çekilip Türkiye'yi çok daha zor bir ortama çekebilir. Yıllardan beri gördüğümüz ABD politikaları hep aynı olmuştur. Bush'un söylediği gibi "çıkar varsa vardırlar", aksi halde onlar için dostluk bitmiştir. Sn. Clinton Türkiye ziyaretinde bir hayli şen davranışlar sergiledi, çocuklardan politikacılara kadar sıcak tavırlar koydu. Fakat Türkiye'den sonra Yunanistan'a gidince, Ege sorunu için Lahey Adalet Divanı'nı önerdi. Perhiz-turşu çelişkisi değil mi bu? Elbette ABD ve Batılı ülkelerin politikaları güven vermemektedir.
İşte size Musul, işte Kerkük... Hadi girin burası a sizin olsun derler. Arkadan yalnız bırakılırsınız. Osmanlının son yıllarında maruz kaldığı İngiliz siyaseti ne ise, bugünkü batı siyaseti Türkiye için aynıdır. İsimler değişmiştir, yıllar ilerlemiştir. Fakat değişen esaslı bir şey olmamıştır.
Kıbrıs konusuna gelince, Helsinki'de imza atan politikacılarımız, galiba salonun ışıklarından kamaşmış olacaklar ki, metni iyi görememişler, dışarı çıkınca zafer çığlıkları atmışlardı. Kendilerine uyarı niteliğinde yazdığımız makaleleri de okumamışlar galiba. Ama şimdi Nasreddin Hoca'nın gemisi gibi, karaya oturunca deniz bitti diye çığlık atmaya başladılar. Biz kısmı iç kamuoyuna karşı havaya yumruk sıkıyor. Kıbrıs'ı vermeyiz diyorlar. Fakat adama sorarlar, "hem bindiğiniz dalı kesiyorsunuz ve hem de niçin düştüğünüzü soruyorsunuz" doğrusu akli maraz niteliğinde bir hal. Önce idrak, sonra karar diliyoruz.
Bu arada TÜSİAD'ı kınıyor, TOBB'u tebrik ediyoruz.
AK Parti yelkenine hava basan sayın yazar çizerleri de anlamak imkânsız. Bu zevata toptan kısa bir soru yöneltiyorum. Sizler kimden yanasınız, Kıbrıs sizin için bir fazlalık. ABD'den icazet alan, AB'ye girmeyi politikasının esası yapan, Kıbrıs'ı fedaya razı olan bu anlayış, siyasette yeni olamaz. Olsa olsa 80 yıl önceki mandacılığın bir temsilcisi olabilir.
Evet üst düzeyde kim ne derse desin, bu millet şehit vererek garanti altına aldığı Kıbrıs'ı vermeyecek ve bu beyler de AB'ye giremeyeceklerdir. Ancak gelinen bu noktada risk büyümüş çember daralmıştır. Allah, bu milleti korusun duası ile.
1991'de Körfez'e müdahale edildiğinde, Türkiye'den karşılıksız destek istendi. Merhum Özal bir koyup üç alacağımızı ifade etmiş ise de, bir koyup hiçbir şey almadığımız gibi, çok ciddi zararlara uğradık.
Körfez olayının doğrudan getirdiği zarar 30 milyar doların üzerinde olmuştur. Bir de Güneydoğu terör olaylarını eklersek işin boyutu faciadır.
Bugün görünen o ki, ABD yine bahane uydurup, İsrailli dostları için ve kendi çıkarları için Irak'a saldırmayı planlıyor. Türkiye'nin üst düzey yönetimi de işe sıcak bakmaya başladı. Sn. Çakmakoğlu şartlara göre düşünebileceğini, kanıtlara göre hareket edilebileceğini ifade ediyor. Kısacası Türkiye, yavaş yavaş Irak müdahalesine alışma durumundadır. Endişe ederiz ki, bu sefer 1991 müdahalesinden de ileri geçip, Türkiye'nin bizzat müdahalesi istenebilir.
Bu arada kullanılacak Musul ve Kerkük kartları çok hassastır. Bir kazanım olabileceği gibi, Türkiye'nin Ortadoğu politikalarını temelden sarsabilir.
ABD, önce sıcak bakıp, olay kaosa dönüşünce, geriye çekilip Türkiye'yi çok daha zor bir ortama çekebilir. Yıllardan beri gördüğümüz ABD politikaları hep aynı olmuştur. Bush'un söylediği gibi "çıkar varsa vardırlar", aksi halde onlar için dostluk bitmiştir. Sn. Clinton Türkiye ziyaretinde bir hayli şen davranışlar sergiledi, çocuklardan politikacılara kadar sıcak tavırlar koydu. Fakat Türkiye'den sonra Yunanistan'a gidince, Ege sorunu için Lahey Adalet Divanı'nı önerdi. Perhiz-turşu çelişkisi değil mi bu? Elbette ABD ve Batılı ülkelerin politikaları güven vermemektedir.
İşte size Musul, işte Kerkük... Hadi girin burası a sizin olsun derler. Arkadan yalnız bırakılırsınız. Osmanlının son yıllarında maruz kaldığı İngiliz siyaseti ne ise, bugünkü batı siyaseti Türkiye için aynıdır. İsimler değişmiştir, yıllar ilerlemiştir. Fakat değişen esaslı bir şey olmamıştır.
Kıbrıs konusuna gelince, Helsinki'de imza atan politikacılarımız, galiba salonun ışıklarından kamaşmış olacaklar ki, metni iyi görememişler, dışarı çıkınca zafer çığlıkları atmışlardı. Kendilerine uyarı niteliğinde yazdığımız makaleleri de okumamışlar galiba. Ama şimdi Nasreddin Hoca'nın gemisi gibi, karaya oturunca deniz bitti diye çığlık atmaya başladılar. Biz kısmı iç kamuoyuna karşı havaya yumruk sıkıyor. Kıbrıs'ı vermeyiz diyorlar. Fakat adama sorarlar, "hem bindiğiniz dalı kesiyorsunuz ve hem de niçin düştüğünüzü soruyorsunuz" doğrusu akli maraz niteliğinde bir hal. Önce idrak, sonra karar diliyoruz.
Bu arada TÜSİAD'ı kınıyor, TOBB'u tebrik ediyoruz.
AK Parti yelkenine hava basan sayın yazar çizerleri de anlamak imkânsız. Bu zevata toptan kısa bir soru yöneltiyorum. Sizler kimden yanasınız, Kıbrıs sizin için bir fazlalık. ABD'den icazet alan, AB'ye girmeyi politikasının esası yapan, Kıbrıs'ı fedaya razı olan bu anlayış, siyasette yeni olamaz. Olsa olsa 80 yıl önceki mandacılığın bir temsilcisi olabilir.
Evet üst düzeyde kim ne derse desin, bu millet şehit vererek garanti altına aldığı Kıbrıs'ı vermeyecek ve bu beyler de AB'ye giremeyeceklerdir. Ancak gelinen bu noktada risk büyümüş çember daralmıştır. Allah, bu milleti korusun duası ile.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Baki Bektaş / diğer yazıları
- Gerçek hayat ahiret hayatıdır / 09.09.2003
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002