Dai, insanları kendi din veya mezheplerine çağıran kimse demektir.
Ahzap suresi 46. ayet-i kerimede; "Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah'ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik" buyrulmaktadır.
Dai kelimesi, yukarıdaki ayet-i kerimede geçen "Allah'a çağıran" manası ile Hz. Peygamber (s.a.a.) Efendimize nispet edilmesinden dolayı, Mutezile, Zeydiye ve Abbasilerde az kullanılmıştır. İsmaililer, Karmetiler ve Dürzîler tarafından çokça kullanıldığı tarihte görülmektedir.
Dai kelimesini tarihte en çok ve en aktif olarak kullanan İsmaililer olmuştur. Dai'ler İsmailiyye mezhebinin ilk devirlerinde imam tarafından tayin edilen güvenilir ajanlar olarak ün salmışlardı. İlmi bakımdan çok iyi bir eğitim alan Dai'ler, başkalarının sorduğu sorulara en ufak bir mahcubiyet yaşamadan çok rahat cevap verebilecek bilgi birikimine sahip kimselerdi.
Fâtımî Devletine bağlı Dai'ler, Kur'an-ı Kerim, tefsir, tevil, hadis, fıkıh, siyer, felsefe, mantık, tarih, münazara, hitabet başta olmak üzere; dini kıssalar, değişik grupların fırkaların görüşleri, dinler tarihi konularında sıkı ve kuvvetli bir eğitim alıyorlardı.
İslami ilmilerde yetişmişlik yanında, ahlaki ve dini güzel huylara sahip olan Dai'ler, toplum nazarında örnek şahsiyetlerdi. Mezheplerinin İmamlarından direkt yetki aldıklarından ve imamları ile doğrudan görüşebildiklerinden yapacakları işleri ve görevleri direkt ilk el olan imamlarından almaktaydılar.
Dai'lerin en büyük görevleri kendi mezheplerinin genişlemesini ve iktidar olmasını sağlamaktı. Fâtımî devleti başta olmak üzere Yemen'de kurulan İsmaili devletinde ve kurdukları diğer devletlerde; Dai'ler, orduda komutanlık başta olmak üzere, devlet kademelerinde vezirlik görevlerini bile yerine getirmişlerdir.
İmamiye Şii'si olan Hasan Sabbah (m.1053- 1124) işte bu Dai'lerden biri olan Emire Zarrab adındaki Fâtımî Dai'siyle karşılaşıp İsmaili mezhebine geçerek, Rey bölgesinin baş Dai'sinin vekili oldu.
Fâtımî halifesi Müstansır-Billâh'la görüşebilmek için Mısır'a giden Hasan Sabbah, halifenin hücceti olarak memleketine geri döndü (m.1078). Halife kendisinden sonra büyük oğlu Nizar'ı, İsmaili mezhebinin akidesine göre veliaht olarak tayin etmişti.
Fâtımî halifesi Müstansır-Billâh'ın ölümünün ardından (1094) İsmaili mezhebinin akidesine göre yerine geçemeyen büyük oğlu Nizâr'ı ve soyunun imametini savunan Hasan Sabbah, Fâtımîlerle ilişkilerini tamamen kesti.
Büyük oğul Nizar'ın hilafet hakkını savunan Hasan Sabbah, kendi üstünde hiçbir otoriteyi kabul etmemeye başladı. Hilafet hakkı Nizar'ındır, gayrisine tabi olmam demekle, aslında Nizar gelemeyecek, ben de bütün Dai'lerime kendimi tek mercii, tek yetki makamı olarak gösteriyorum demek istedi.
Hasan Sabbah, başta Alamut olmak üzere İran ve Irak'taki çeşitli kaleleri ele geçirerek Nizârîliğin bayraktarlığını yapmaya ve teşkilâtını kurmaya muvaffak olup kendi Dai'lerini yetiştirmeye başladı.
Nizâriliğin en belirgin itikadı öğretisi ise, kendi fırkalarına düşman olanların, sadık fedailer (Dai'ler) tarafından öldürülmesi oldu.
İlmi bir davet olan Dai'lik artık Hasan Sabbah'a göre gözünü kırpmadan insanları öldürebilecek sadık fedailik (katillik) olmuştu.
- Denizcilik İşletmeleri / 27.12.2024
- Savaşların kazananları! / 06.12.2024
- Ortadoğu’da gözü olanlar! / 25.10.2024
- Şam’ın ve Halep’in limanı Beyrut’tur! / 18.10.2024
- Kahire’deki Türk şehitliği! / 20.09.2024
- Kavimler göçü veya sığınmacılar! / 17.08.2024
- Avrupalıların keşif dediği ‘sömürü’! / 09.08.2024
- Top oynayan çocuklara atılan füze / 30.07.2024
- Kerbela! / 16.07.2024