"Azizim su diye ağlar Mecnun "hû" diye ağlar Deryada bir gül açmış O da su diye ağlar *Ya Türkistan neden ağlar Ağlar yüreğimi dağlar Başucumda Musul- Kerkük "Anadolum" diye ağlar *Gül "bülbülüm" diye ağlarBülbül "gülüm" diye ağlarNahçıvanım KarabağımBitsin zulüm diye ağlar..." ***Muhterem Prof. Dr.
Haydar Baş beyin çok sevdiği, değerli dostum Gürkan Demir'in de sesiyle, yorumuyla hayat verdiği, Aşık Sefai'nin bu güzel eseri, her bir mısraın omuzlarında yüklendiği derin mâna ve mesajla çok şey anlatıyor.Son yıllarda ülke olarak içinde bulunduğumuz vahim manzara, bölgesel anlamda içine düşürüldüğümüz darboğaz ve insan olarak, millet olarak sürüklendiğimiz sosyal çöküntü, bu mısralarla kendine şiirsel bir zemin buluyor adeta. İnsan olarak içinde yaşadığımız yer küreye "iman edenlerin", her türlü zenginlik, mal, servet, makam ve mevkinin esiri olmuşların; ihtiraslarının peşinden sürüklenip, kendilerini yoktan vareden iradeye sırtını dönmüşlerin ve dünyanın her nimetine kavuşup da "bir damla huzura" hasret kalanların halini özetliyor ilk kıta. Okyanusun ortasında susuz kalmanın mucizevi yönüyle birlikte, okyanusun ortasında susuz bırakan iradenin ilahi gücünü, kudret ve sonsuzluğunu da zerkediyor küçücük beyinlerimize bu mısralar?Ve kalbimize işleniyor tek tek, bu sonsuz güç ve iradenin "tekliği", yoktan varedişi ve kudreti?"Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun" makamının yüceliğini kavramaya zorluyor adeta, arkamızdan itekleyerek?Daha maddesine ulaşmadan, manasında boğuyor zerrecik hafsalamızı, o küçücük kılcallarını birbirine dolayarak?Gülü bülbüle, bülbülü de güle hasret bıraktıran, arkasından gözyaşı döktüren o yüce makam ve o derin imandan nasiplenebilmek için çırpınmaktan gayri ne yapabiliriz ki?***Ya Türkistan neden ağlar? Ağlar, yüreğimi dağlar. Başucumda hem Musul, hem de Kerkük, "Anadolum" diye ağlaşıyor... onlar ağladıkça yüreğimiz dağlanıyor, gözyaşlarımız sel oluyor adeta. Yüzlerce yıllık ulu beraberliğin, 80 küsur yıllık acı hasretinin haykırışı bu mısralar. Musul-Kerkük, Misak-ı Milli ile kıyılan nikahtan güç alıp, Anadolu'dan namusuna sahip çıkmasını bekliyor. 80 küsur yıldır hep bu beklenti içindeler. İsyankâr değil ama umutlu...Bölücü, yıkıcı değil ama idealist...Uzaktan da olsa Anadolu'yu seyretmek, Anadolu'dan esen rüzgarı koklamakla yetiniyorlar.Ama şimdi o rüzgarın önüne set çekildi. Artık Anadolu'yu göremiyorlar, Türkiye'nin şefkat ve "âğabey" elini hissedemiyorlar. Yüreklerindeki Türkiye sevdasında zerre eksilme yok ama umutları gitgide azalıyor. Kendilerini "kaderlerine terkedilmiş" hissediyorlar, sahipsizlikten yakınıyorlar. ABD ile peşmerge arasına sıkışıp kalmışlar, her türlü katliama tabi tutuluyorlar. Türkiye'den bir el, bir nefes bekliyorlar ama yok...Yüzlerce yıllık Türk şehirleri Kerkük, Musul ve Telafer'de artık başka hesaplar, başka planlar dönüyor, ve maalesef başka bayraklar dalgalanıyor.Yüzyıllardır başucumuzdan eksik etmediğimiz Musul ve Kerkük'ten yükselen "Anadolum" çığlıkları artık daha bir acı, daha bir hüzünlü ve iç dağlayıcı.Anadolum, Anadolum, ille de Anadolum diye hıçkıra hıçkıra ağlıyor Musul -Kerkük...Ya Nahçıvan? Ya Karabağ?Oralar da farklı değil. İşgal ve istila altında "bitsin zulüm" diye haykırıyorlar. "Ermenistan sınırını açalım" diyen ihanet çığlıkları yüreklerini dağlıyor, "nerede Türkiyem, nerede sahibim" diye dertleniyorlar. Elimizi eteğimizi çektiğimiz her yerden aynı feryat, aynı davet yükseliyor: Neredesin Anadolum, Anadolum, Anadolum...Deryada susuz kalmak bu olsa gerek.