Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Kıbrıs'taki Türk askerinin işgalci olduğunu imâ eden talihsiz açıklamaları yapınca, epey şaşırmıştık. Ve bu gaflet dolu açıklamalarından dolayı Yakış'ı hayli eleştirmiştik. Yakış'ın Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs ile ilgili daha talihsiz açıklamalarını duyunca, Yakış'a haksızlık ettiğimizi anladım. Yakış'ın açıklamaları, Erdoğan'ın açıklamalarına göre oldukça insaflı. Hem Dışişleri Bakanı'nın söylediklerinden çok, Bakanın Genel Başkanı, önümüzdeki ayların Başbakanı olacak kişinin sözleri daha bağlayıcı olmaz mı? Nihayetinde Dışişleri Bakanı, Genel Başkanının hoşuna gitmeyecek demeçlerden sakınır. Demek ki Kıbrıs konusunda, Genel Başkan'dan esinlenen ortak bir görüş ve mantık hakim partiye.
Şimdi bu mantığın ne olduğuna, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın önceki gün Rize'de bir yerel televizyona yaptığı talihsiz açıklamalar ışığında bakalım.
Erdoğan Rize TV'ye Kıbrıs konusunda yaptığı açıklamada aynen şunları söyledi:
"Kıbrıs'ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin sürdürülmesinden yana değilim. Siyaset sorun üretme değil çözüm üretme sanatıdır. AK Parti de bu işin adresidir. Bu konuda üzerimize ne düşerse yaparız. Bu iş Sayın Denktaş'ın kişisel olayı değildir. Ahmet'in Mehmet'in Tayyip Erdoğan'ın olayı da değildir. Bu milletin varlık mücadelesidir. Sayın Denktaş ile baş başa görüştüğümüz zaman, sayın Denktaş bu statükoyu, tamamen korurum iddiasında değildi. Bu planın müzakere edilebilir olduğunu söyledi. Öbür tarafa güvenemediğini ifade ediyor. Burada güvenip güvenememeyi bir tarafa bırakacağız. Madem biz bunu müzakere edilebilir buluyoruz, o zaman müzakere edeceğiz. 28 Şubat'a kadar çözüm yönünde bir karar çıkmazsa burada işler zorlaşır. Gerçekten de sıkıntılı yarınlar doğabilir. Eğer Kuzey Kıbrıs'ta 30 bin kişi aynı anda miting yapıyorsa, Kuzey Kıbrıs bir yerlere doğru gidiyor demektir. Bu sıradan ve rastgele bir olay değildir. Bu işi düşünüp iyi değerlendirmemiz lazım. Halkın bu konudaki görüşlerini bir kenara itemezsiniz. En geniş manada tabana yayarak, bu konuda bir karar alıp onu uygulamak lazım.''
İsterseniz başından başlayalım. Erdoğan, Kıbrıs'ta sürdürülen 30- 40 yıllık politikadan yana olmadığını söylüyor. Yani 1963 yılından bu yana devam edegelen Türkiye'nin Kıbrıs politikasından memnun değil Erdoğan. Bunun içinde 1974 Kıbrıs Harekatı da var. Rumların hergün yüzlerce Kıbrıslı Türk'ü katletmesine son veren ve Ada'da barışı temin eden 74 Harekatı... Bu süre içerisinde Rum'un KKTC'yi yutma girişimine ısrarla direnen Türk dış politikası da Erdoğan'ın benimsemediği politikalar arasında.
Erdoğan: Güven sorun değil. Peki o zaman sorun ne?
Erdoğan açıklamasında, Denktaş'ın "öbür tarafa güvenemiyorum" açıklamasını hatırlattıktan sonra, "Burada güvenip güvenememeyi bir tarafa bırakacağız" diyerek oldukça manidar ve anlaşılması olanaksız bir çıkış yapıyor. Madem "güven" meselesini bir tarafa bırakacaktık, o zaman bunca sene boşa kürek çekmişiz. KKTC'yi boşuna kurmuşuz, bunca sene onun yükünü boşuna çekmişiz. O zaman Rumların teklif ettiği bütün planları kabul ederdik, Kıbrıs'ı verip kurtulurduk. Ne gerek vardı bütün bu sıkıntıları çekmeye. Erdoğan'ın "güven" yaklaşımına bir anlam verip kavramak, imkansızı zorlamaktan başka birşey değil...
Öte yandan, Yakış'ın 28 Şubat fobisinin kaynağının Erdoğan olduğunu da bu açıkmayla beraber öğrenmiş olduk.
Hangi iradeyi göreceksiniz?
Erdoğan bu talihsiz açıklamada Kıbrıs'ta 30 bin kişinin miting yaptığını söyleyerek, bunun rastgele bir olay olmadığını vurguluyor. Ama Erdoğan'ın gözden kaçırdığı birkaç olay var. Bunlardan bir tanesi, 8 Aralık 2002'de Rum Kesimi'nde yapılan "Annan Planı'na hayır" mitingi.
Lefkoşa'nın Rum kesiminde yapılan bu mitingde, Rum halkından çözüm planına karşı çıkmaları istenirken, Rum Yönetimi lideri Glafkos Klerides'e, Kopenhag zirvesi öncesinde hiçbir belge imzalamaması çağrısı da yapılmıştı. Unutmadan, bu mitinge Rum Kesimi'nden onbinlerce Rum katılmıştı.
İkinci olay, bu mitingden 2 gün sonra KKTC'de yapılan "Çözüme Evet Bu Plana Hayır" mitingi. Bu mitinge 30 binden fazla Kıbrıs Türk'ü katıldı ve Annan'ın hazırladığı bu tuzağa düşmemek için Denktaş'ın desteklenmesi gerektiği yüksek sesle vurgulandı. Erdoğan son yapılan mitingdeki 30 bin kişinin iradesine saygı duyuyorsa, bu taraftaki onbinlerin iradesini neden görmezden geliyor. Peki Rum tarafındaki karşı iradeye ne demeli. Bu karşı iradeye rağmen, hangi anlayışla müzakerede bulunacaksınız. Plana hayır mitingleri düzenleyen anlayışla mı? Bütün bunları bir kenara bırakalım, Türkiye'deki milyonların "Kıbrıs bizimdir bizim kalacak" iradesini de mi görmezden geleceksiniz.
Şimdi bu mantığın ne olduğuna, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın önceki gün Rize'de bir yerel televizyona yaptığı talihsiz açıklamalar ışığında bakalım.
Erdoğan Rize TV'ye Kıbrıs konusunda yaptığı açıklamada aynen şunları söyledi:
"Kıbrıs'ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin sürdürülmesinden yana değilim. Siyaset sorun üretme değil çözüm üretme sanatıdır. AK Parti de bu işin adresidir. Bu konuda üzerimize ne düşerse yaparız. Bu iş Sayın Denktaş'ın kişisel olayı değildir. Ahmet'in Mehmet'in Tayyip Erdoğan'ın olayı da değildir. Bu milletin varlık mücadelesidir. Sayın Denktaş ile baş başa görüştüğümüz zaman, sayın Denktaş bu statükoyu, tamamen korurum iddiasında değildi. Bu planın müzakere edilebilir olduğunu söyledi. Öbür tarafa güvenemediğini ifade ediyor. Burada güvenip güvenememeyi bir tarafa bırakacağız. Madem biz bunu müzakere edilebilir buluyoruz, o zaman müzakere edeceğiz. 28 Şubat'a kadar çözüm yönünde bir karar çıkmazsa burada işler zorlaşır. Gerçekten de sıkıntılı yarınlar doğabilir. Eğer Kuzey Kıbrıs'ta 30 bin kişi aynı anda miting yapıyorsa, Kuzey Kıbrıs bir yerlere doğru gidiyor demektir. Bu sıradan ve rastgele bir olay değildir. Bu işi düşünüp iyi değerlendirmemiz lazım. Halkın bu konudaki görüşlerini bir kenara itemezsiniz. En geniş manada tabana yayarak, bu konuda bir karar alıp onu uygulamak lazım.''
İsterseniz başından başlayalım. Erdoğan, Kıbrıs'ta sürdürülen 30- 40 yıllık politikadan yana olmadığını söylüyor. Yani 1963 yılından bu yana devam edegelen Türkiye'nin Kıbrıs politikasından memnun değil Erdoğan. Bunun içinde 1974 Kıbrıs Harekatı da var. Rumların hergün yüzlerce Kıbrıslı Türk'ü katletmesine son veren ve Ada'da barışı temin eden 74 Harekatı... Bu süre içerisinde Rum'un KKTC'yi yutma girişimine ısrarla direnen Türk dış politikası da Erdoğan'ın benimsemediği politikalar arasında.
Erdoğan: Güven sorun değil. Peki o zaman sorun ne?
Erdoğan açıklamasında, Denktaş'ın "öbür tarafa güvenemiyorum" açıklamasını hatırlattıktan sonra, "Burada güvenip güvenememeyi bir tarafa bırakacağız" diyerek oldukça manidar ve anlaşılması olanaksız bir çıkış yapıyor. Madem "güven" meselesini bir tarafa bırakacaktık, o zaman bunca sene boşa kürek çekmişiz. KKTC'yi boşuna kurmuşuz, bunca sene onun yükünü boşuna çekmişiz. O zaman Rumların teklif ettiği bütün planları kabul ederdik, Kıbrıs'ı verip kurtulurduk. Ne gerek vardı bütün bu sıkıntıları çekmeye. Erdoğan'ın "güven" yaklaşımına bir anlam verip kavramak, imkansızı zorlamaktan başka birşey değil...
Öte yandan, Yakış'ın 28 Şubat fobisinin kaynağının Erdoğan olduğunu da bu açıkmayla beraber öğrenmiş olduk.
Hangi iradeyi göreceksiniz?
Erdoğan bu talihsiz açıklamada Kıbrıs'ta 30 bin kişinin miting yaptığını söyleyerek, bunun rastgele bir olay olmadığını vurguluyor. Ama Erdoğan'ın gözden kaçırdığı birkaç olay var. Bunlardan bir tanesi, 8 Aralık 2002'de Rum Kesimi'nde yapılan "Annan Planı'na hayır" mitingi.
Lefkoşa'nın Rum kesiminde yapılan bu mitingde, Rum halkından çözüm planına karşı çıkmaları istenirken, Rum Yönetimi lideri Glafkos Klerides'e, Kopenhag zirvesi öncesinde hiçbir belge imzalamaması çağrısı da yapılmıştı. Unutmadan, bu mitinge Rum Kesimi'nden onbinlerce Rum katılmıştı.
İkinci olay, bu mitingden 2 gün sonra KKTC'de yapılan "Çözüme Evet Bu Plana Hayır" mitingi. Bu mitinge 30 binden fazla Kıbrıs Türk'ü katıldı ve Annan'ın hazırladığı bu tuzağa düşmemek için Denktaş'ın desteklenmesi gerektiği yüksek sesle vurgulandı. Erdoğan son yapılan mitingdeki 30 bin kişinin iradesine saygı duyuyorsa, bu taraftaki onbinlerin iradesini neden görmezden geliyor. Peki Rum tarafındaki karşı iradeye ne demeli. Bu karşı iradeye rağmen, hangi anlayışla müzakerede bulunacaksınız. Plana hayır mitingleri düzenleyen anlayışla mı? Bütün bunları bir kenara bırakalım, Türkiye'deki milyonların "Kıbrıs bizimdir bizim kalacak" iradesini de mi görmezden geleceksiniz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012