Vaktiyle büyük bir şehrin bütün merkepleri, kongre yapmak üzere geniş bir meydanda toplanmışlar. İçlerinden biri yüksekçe bir yere çıkmış ve sözlerine şöyle başlamış:
- Ey benim mazlum kardeşlerim ve sayın vatandaşlarım! Biliyorsunuz ki senelerden beri bu insanlar bize zulmediyorlar. Herbirimizin bir sahibir var, zaman zaman sırtımıza biniyor, yük sarıyor ve bizi bu şekilde ezmeye devam ediyor, bize zulmediyorlar!
Bunun yegane sebebi ise şu üst mahalledeki semercidir. Eğer o semerci olmasa ve bizim sırtlarımıza kolaylıkla binmeyi ve yük sarmayı sağlayacak semerleri yapmasa bizim sırtımıza kimse binemez ve yük de saramaz. O halde bu zalim herifin ortadan kalkması ve bu zulümden kurtulmamız için bir çare düşünmemiz lazımdır.
İkinci bir merkep söz alarak şunları söylemiş:
- Gördüğümüz zulümler haddi aşmıştır. Bu semercinin ortadan kalkma zorunluluğu vardır. Fakat bunu nasıl yapacağız, bilmiyorum.
Üçüncü bir merkep söz isteyerek şu yolda fikrini açıklamış:
- Ey mazlum biraderler, kıymetli ve cefakar merkep kardeşler! Benden önceki kardeşlerimin konuşmalarından anlaşılıyor ki biz hepimiz mazlumuz, bu sırtımıza semer yapan semerci ise zalimdir. Öteden beri duyarım ki mazlumların duasını Allah kabul eder. Onun için şu çareyi teklif ediyorum. İçimizden hakkında hüsn-ü zan beslenen biri bu semercinin ölmesi için Allah'a duaya başlasın, biz de amin diyelim. İnşallah Cenab-ı Hak dualarımızı kabul eder de semerci ölür, biz de kurtuluruz.
Bu teklif çok beğenilmiş ve ittifakla kabul edilmiş. Bunun üzerine duası makbul bilinen bir merkep yüksekçe bir yere çıkmış semercinin ölmesi için Allah'a yalvarıp yakarmaya başlamış, öbürleri de hep birden: "Amin, Amin" diyerek duayı desteklemişler. Yaptıkları dua kabul edilmiş olacak ki, ertesi gün zavallı semerci ölmüş ve görünüşte merkepler de kurtulmuşlar.
Fakat üç gün sonra gelmiş mi bir acemi semerci! Doğru dürüst semer yapamadığından bütün merkeplerin sırtları yara olmuş. Adeta evvelki semerciye rahmet okutmuş.
Nihayet merkepler anlamışlar ki bununla bu iş hiç yürümez, buna katlanmak mümkün değil.
Tekrar aynı meydana gelip toplanmışlar. Yine içlerinden biri yüksekçe yere çıkıp yakınmaya başlamış ve özetle şunları söylemiş:
- Ey büsbütün zulme uğrayan kardeşler! Görüyorsunuz ki bu yeni gelen semerci eskisini arattı. Sırtlarımız yara oldu. Fakat bunun da ölmesine dua edip amin desek, korkarım ki bu da öldükten sonra, büsbütün beteri ve acemisi iş başına gelip uygunsuz semerler yapar ve bizleri ölüme kadar götürebilir. Bunun için çok iyi ve kalıcı bir çare düşünüp bulmamız lazım. Aksi halde ya bize hiç hayat yok, yahut rahat hayat yoktur, demiş ve yerini terk etmiş.
Derken çok yaşlı, tecrübeli, umur görmüş bir merkep o yüksek yere gelerek bütün merkeplere şu yolda tavsiyede bulunmuş:
- Ey merkep kardeşler! Beni iyi dinleyin! Siz önce bu merkeplikten elbirlik vazgeçmedikçe bu semercilerden kurtulamazsınız! Gelin bu merkeplikten tövbe edip vazgeçin ve bu sayede semercilerden kurtulmuş olun...
***
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin eserlerinde de yer alan bu fıkra bir fikir uyanıklığına, isabetli teşhis ve ufuk açıcı düşüncelere insanı sevk ediyor.
İnsan hayatını bir arabanın aksamına benzetirsek şoförünü de idarecilere benzetebiliriz.
Böyle olunca acemi, yol bilmeyen, kanun ve kurallardan habersiz alelade, ehliyetsiz, yeteneksiz birine kaptanlık verilir mi?
Böyle birine gemisini, arabasını teslim edenler kafalarını taşa vurduklarında hep akılları başına gelir.
Arif olanlar anlar, bilir, görürler.
Bu sebeple şunu önemle vurgulayalım!
Evlenirken eş seçiminde düşünüp, araştırıp karar verilir. Neticede bir yuva kurulacaktır. Böyleyken ülke idaresine sıra gelince acaba milli irademizle, milli kimliğimiz ve kişiliğimizle düşünüp karar verebiliyor muyuz?
Acaba, eğitimde, sağlıkta, kalkınmada, bayrağımız, sancağımız, ordumuz, milletimiz, tarihimiz, edebiyatımız, dini hassasiyetimiz, ahlak ve terbiyemiz maddi ve manevi huzurumuz, kimlere emanet edilmeli?
Unutmayalım ki;
Biz tarihimize, iffetimize, vatanımıza, dinimize sahip çıkıp el ele gönül gönüle olup selamlaştıkça idaremiz de güzel olur, ışığımız da hiç sönmez. Söndürmeye tek dişi kalmış küresel canavarların gücü de asla yetmez.
- Ey benim mazlum kardeşlerim ve sayın vatandaşlarım! Biliyorsunuz ki senelerden beri bu insanlar bize zulmediyorlar. Herbirimizin bir sahibir var, zaman zaman sırtımıza biniyor, yük sarıyor ve bizi bu şekilde ezmeye devam ediyor, bize zulmediyorlar!
Bunun yegane sebebi ise şu üst mahalledeki semercidir. Eğer o semerci olmasa ve bizim sırtlarımıza kolaylıkla binmeyi ve yük sarmayı sağlayacak semerleri yapmasa bizim sırtımıza kimse binemez ve yük de saramaz. O halde bu zalim herifin ortadan kalkması ve bu zulümden kurtulmamız için bir çare düşünmemiz lazımdır.
İkinci bir merkep söz alarak şunları söylemiş:
- Gördüğümüz zulümler haddi aşmıştır. Bu semercinin ortadan kalkma zorunluluğu vardır. Fakat bunu nasıl yapacağız, bilmiyorum.
Üçüncü bir merkep söz isteyerek şu yolda fikrini açıklamış:
- Ey mazlum biraderler, kıymetli ve cefakar merkep kardeşler! Benden önceki kardeşlerimin konuşmalarından anlaşılıyor ki biz hepimiz mazlumuz, bu sırtımıza semer yapan semerci ise zalimdir. Öteden beri duyarım ki mazlumların duasını Allah kabul eder. Onun için şu çareyi teklif ediyorum. İçimizden hakkında hüsn-ü zan beslenen biri bu semercinin ölmesi için Allah'a duaya başlasın, biz de amin diyelim. İnşallah Cenab-ı Hak dualarımızı kabul eder de semerci ölür, biz de kurtuluruz.
Bu teklif çok beğenilmiş ve ittifakla kabul edilmiş. Bunun üzerine duası makbul bilinen bir merkep yüksekçe bir yere çıkmış semercinin ölmesi için Allah'a yalvarıp yakarmaya başlamış, öbürleri de hep birden: "Amin, Amin" diyerek duayı desteklemişler. Yaptıkları dua kabul edilmiş olacak ki, ertesi gün zavallı semerci ölmüş ve görünüşte merkepler de kurtulmuşlar.
Fakat üç gün sonra gelmiş mi bir acemi semerci! Doğru dürüst semer yapamadığından bütün merkeplerin sırtları yara olmuş. Adeta evvelki semerciye rahmet okutmuş.
Nihayet merkepler anlamışlar ki bununla bu iş hiç yürümez, buna katlanmak mümkün değil.
Tekrar aynı meydana gelip toplanmışlar. Yine içlerinden biri yüksekçe yere çıkıp yakınmaya başlamış ve özetle şunları söylemiş:
- Ey büsbütün zulme uğrayan kardeşler! Görüyorsunuz ki bu yeni gelen semerci eskisini arattı. Sırtlarımız yara oldu. Fakat bunun da ölmesine dua edip amin desek, korkarım ki bu da öldükten sonra, büsbütün beteri ve acemisi iş başına gelip uygunsuz semerler yapar ve bizleri ölüme kadar götürebilir. Bunun için çok iyi ve kalıcı bir çare düşünüp bulmamız lazım. Aksi halde ya bize hiç hayat yok, yahut rahat hayat yoktur, demiş ve yerini terk etmiş.
Derken çok yaşlı, tecrübeli, umur görmüş bir merkep o yüksek yere gelerek bütün merkeplere şu yolda tavsiyede bulunmuş:
- Ey merkep kardeşler! Beni iyi dinleyin! Siz önce bu merkeplikten elbirlik vazgeçmedikçe bu semercilerden kurtulamazsınız! Gelin bu merkeplikten tövbe edip vazgeçin ve bu sayede semercilerden kurtulmuş olun...
***
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin eserlerinde de yer alan bu fıkra bir fikir uyanıklığına, isabetli teşhis ve ufuk açıcı düşüncelere insanı sevk ediyor.
İnsan hayatını bir arabanın aksamına benzetirsek şoförünü de idarecilere benzetebiliriz.
Böyle olunca acemi, yol bilmeyen, kanun ve kurallardan habersiz alelade, ehliyetsiz, yeteneksiz birine kaptanlık verilir mi?
Böyle birine gemisini, arabasını teslim edenler kafalarını taşa vurduklarında hep akılları başına gelir.
Arif olanlar anlar, bilir, görürler.
Bu sebeple şunu önemle vurgulayalım!
Evlenirken eş seçiminde düşünüp, araştırıp karar verilir. Neticede bir yuva kurulacaktır. Böyleyken ülke idaresine sıra gelince acaba milli irademizle, milli kimliğimiz ve kişiliğimizle düşünüp karar verebiliyor muyuz?
Acaba, eğitimde, sağlıkta, kalkınmada, bayrağımız, sancağımız, ordumuz, milletimiz, tarihimiz, edebiyatımız, dini hassasiyetimiz, ahlak ve terbiyemiz maddi ve manevi huzurumuz, kimlere emanet edilmeli?
Unutmayalım ki;
Biz tarihimize, iffetimize, vatanımıza, dinimize sahip çıkıp el ele gönül gönüle olup selamlaştıkça idaremiz de güzel olur, ışığımız da hiç sönmez. Söndürmeye tek dişi kalmış küresel canavarların gücü de asla yetmez.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021