Ortadoğu'nun kaderi, uzun süredir dış aktörlerin elinde yeniden çiziliyor. Son haftalarda Trump'ın önce İsrail'e gitmesi, oradan Mısır'a geçerek bölge liderlerini bir araya getirmesi, medyada "barış zirvesi" olarak yer aldı.
Ama perde arkasına bakınca, basit bir barış hamlesinden çok daha fazlasıyla karşılaşıyoruz:
Bu hamle, İsrail'in bölgesel meşruiyetinin pekiştirilmesi olarak da okunabilir.
Ayrıca Ortadoğu coğrafyasının yeni siyasi-mekânsal yeniden düzeninin hızlandırılması için atılmış bir adım olma riskini de taşıyor.
Zirveler, lider fotoğrafları, "esirlerin serbest bırakılması" gibi insanda sevinç yaratacak gelişmeler elbette önemlidir.
Ancak diplomasinin sahnesi, aynı zamanda güç gösterisinin arenasıdır.
Trump'ın Knesset'teki söylemi, İsrail lehine açık övgüler ve "siz kazandınız" mesajları içeriyordu; Netanyahu'ya yönelik takdir sözleri, hediye edilen "altın güvercin" imgesiyle birlikte okunduğunda bunun sadece bir jest olmadığını, sembolik bir onaylama ve meşruiyet verme hamlesi olduğu ortaya çıkıyor.
Bugünlere rastlantısal gelinmedi.
İbrahim Anlaşmaları, güvenlik paktları, ekonomik bağlar, arka planda süren askerî ve istihbarî işbirlikleri…
Tüm bunlar, bölgenin yeniden dizaynına hizmet eden bir zemin oluşturdu.
Trump'ın İsrail'i övmesi, verilen desteğin ödüllendirildiğini ve bunun sembolik bir meşruiyet mesajı taşıdığını gösteriyor.
Bilindiği üzere diplomasi iyi niyet metinlerinden ibaret değildir.
İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) ile birlikte bazı Müslüman devletlerin İsrail ile normalleşmesi, bölgesel dengeleri değiştirdi.
Bunlar, ekonomik ilişkiler, teknoloji transferi ve güvenlik iş birlikleri vaat ediyor olabilir.
Bu görünen kısmı esas olan bir başka sonucu da var: Filistin meselesinin uluslararası gündem içinde marjinalleşmesi riski.
Bir yandan diplomatik kapılar açılırken, diğer yandan Filistin'in talepleri ve hakları "müzakerelerin gerisinde" kalabiliyor.
Bir yandan "barış" sözleri yükseltiliyor; öte yandan Gazze'de on binlerce insanın yaşam, altyapı ve haklarının tahrip edildiği bir tablo duruyor.
Bu çelişkiyi görmezden gelmek mümkün değil:
"Barış" adı altında icra edilen yeniden yapılanma planları, somut olarak kimi koruyor, kimleri dışarıda bırakıyor?
Trump'ın İsrail ziyaretinde açıkça "silah verdik, iyi kullandınız" biçimindeki söylemi, sadece iki lider arasında bir övgü değil; arkasında Amerika'nın askerî-diplomatik desteğinin olduğunu, dolayısıyla İsrail'in elini güçlendiren bir küresel donanım bulunduğunu gözler önüne seriyor.
Soru net: Bu barış kim için tasarlanıyor?
Bu sürecin net faydalanıcıları şunlar gibi görünmektedir: İsrail (güvenlik ambargolarının gevşemesi, diplomatik normalleşme), onu destekleyen büyük güçler (stratejik nüfuz), ve normalleşmeyle ekonomik kazanç hedefleyen bazı bölge rejimleri.
Kaybeden ise açık: uzun yıllardır mağdur edilen Filistinli sivil toplum; özellikle Gazze'de yaşayan çoluk-çocuk-kadın-yaşlı tüm nüfus.
Ayrıca, Ortadoğu'da kimlik temelli yeni ayrışmalar da derinleşebilir; bölgesel dengeler halkların gerçek çıkarlarından ziyade rejimlerin kısa vadeli stratejileri temelinde yeniden inşa edilebilir.
Trump'ın ziyaretlerinin ardındaki perde arkasını okumalıyız:
Bu sadece bir barış şovu değil; güçlülerin yeni jeopolitik düzenini pekiştirme hamlesi.
Bizim görevimiz, barışın adaletle mümkün olabileceğini hatırlatmak;
güçlülerin haritalarına karşı halkların iradesini savunmaktır.
- Geçiş Süreci Kanunu: Tıkanan sürecin yeni maskesi / 17.10.2025
- Gazze’de barış değil, sessiz teslimiyet / 12.10.2025
- İstanbul’un kurtuluş diyalektiği / 09.10.2025
- Erdoğan–Trump görüşmesi: The Apprentice diplomasisi sahada / 06.10.2025
- Arzu Mev’ûd’un gölgesinde: İsrail’in kuruluşu ve işgalin sürekliliği / 05.10.2025
- Bahçeli’nin TRÇ çıkışı: Strateji mi, PR hamlesi mi? / 22.09.2025
- Bir iman formülünün siyasete alet edilmesi / 21.09.2025
- Geleceği savunmak: Bir nesli kayıp vermemek / 20.09.2025
- Sağ–solun ötesinde: Türkiye siyasetini yeniden okumak / 11.09.2025