"Hevâsını öldüren, harpte düşmanı öldürenden daha güçlüdür".
Birisi, Seleme bin Dînâr'a; "Sen kendine çok sâhipsin" dedi. O da şöyle cevap verdi. "Nasıl kendime sâhip olmayayım. On dört düşman, beni gözetliyor ve fırsat kolluyor. Dört tanesine gelince: onlardan biri olan şeytân, bana fitne veriyor, aklımı ve kalbimi karıştırıyor. Müslüman hased ediyor. Kâfir ise fırsat bulsa öldürür. Münâfık bana buğz eder. Diğer on taneye gelince: onlar da; açlık, susuzluk, sıcak, soğuk, çıplaklık, ihtiyarlık, hastalık, ihtiyaç, ölüm ve ateştir. İşte bütün bunlarla başa çıkabilmem için, tam silâhlı olmalıyım. En üstün silâh da takvâdır".
Kendisine, "Ey Ebû Hâzım, senin sermâyen nedir?" diye soruldu. Şöyle cevap verdi: "Allah-û Teâlâ'ya güvenip, insanlardan bir şey beklemememdir".
"İnsanların günah ve yasak işleri işlediğini görürsünüz. Ona, 'ölümü ister misin?' denirse, 'hayır, istemem' der. Ona 'günahları terk etmez misin?' denildiğinde, 'onları terk etmek istemiyorum, onları ancak öldüğüm zaman bırakırım; fakat ölümü de sevmiyorum' der".
"Biz tevbe etmeden ölmek istemiyoruz. Ölümden önce de tevbe etmiyoruz. İyi bil ki, öldüğün zaman malını mülkünü bırakırsın. Hiç bir şeyi götüremezsin. Öyleyse nefsini iyi tanı".
Süleyman bin Abdülmelik, Ebû Hâzım'a "ihtiyaçlarını bildir" diye mektup yazdı. O da cevâben, "Ben hâcetimi, her türlü ihtiyaçları veren Rabbime arzettim. Bana verdiklerine de kanâat ettim. Vermediklerine de rızâ gösterdim" buyurdu.
"Dünyâyı iki şey olarak buldum: Biri bana âit, diğeri başkasına. Başkasına âit olan şeyi, bütün gücümle elde etmeğe çalışsam, mümkün değil, ona ulaşamam. Benim rızkım nasıl olsa başkasına verilmez. Başkasınınki de bana verilmez. Bana verilecek rızkın bir zamanı vardır. Onun için onda acele etmeyeceğim."