Eğri oturalım doğru konuşalım. Çizilen resimde ne gözüküyor. Anadolu'nun zengin kültüründen, dinamik örfünden ve sağlam geleneğinden kopanların bu ülkenin verdiği eğitimden geçtiğini görüyoruz.
Çocuklarımıza kendi dinimizi öğretmede sınırlamalar ve yasaklar getirirken, mahalle aralarında açılan kiliselerle ülke çocuklarını başka inançların çağrısına ve onların yarınlarda birer Haluk olmalarını amaçlayan misyonerlik faaliyetlerine 'demokrasi var' yaygarası altında hoş görüyle bakmanın anlaşılacak bir tarafı yoktur.
Batı Hıristiyan dünyasının (misyonerlerin faaliyet günü) ibadet günü Pazardır. Meyve suyu, pasta, bisküvi ve şekerle zenginleştirilmiş bir ibadet çağrısına sokakta oynayan, dimağı saf ve boş çocuklarımızın gitmesine (annebaba dahil) kimse engel olamaz.
Televizyonlarda filmlerde ve gerçek yayınlarda papazların onay verdikleri evlenme törenlerini, evliliğin kutsallığını, gençleri karıkoca ilan edişlerini büyük bir hayranlık ve gıpta ile izliyoruz. Batı'da Pazar ayinleri tv'lerde canlı olarak tüm ülkelerde izlenir. O papaza (muhterem peder) herkes saygılıdır.
Bizde imam çarpık vücutlu, hırpani kılıklı, çapa dişli ve bir gözü kördür. Herkes onu hakir görür, aşağılar. Papaz her haltı eder, kapalı hücrede cinsel hayatı konuşur, tüm günahları bağışlar, kimse onu küçük düşürücü bir davranışı düşünmez.
İslam'da, birlikteliğin beraberliğin kaynağı olan toplumsal ibadetin yapıldığı gün Cuma'dır. Türkiye'de modern çalışma koşullarının bir sonucu olarak kamu ve özel sektörde çalışanların bu ibadeti yerine getirmede zaman açısından zorlukları vardır. 7 yaşında okula başlayan bir çocuğun 60 yaşında emekli oluncaya kadar babası ile birlikte Cuma günü Camiye gitmesinin imkanı yoktur.
Ancak kırsal kesim ile serbest meslek sahiplerinin (zenaatkar ve esnafın) kendi özgü koşulları bir dereceye kadar bu birlikteliği sağlayabilir. Gerçekten Türk milletinin, Anadolu insanının öz kültürünü, örfünü ve üstün moral değerlerini koruyacak ve yarınlara taşıyacak olan güç sadece ve sadece köylü, kasabalı ve esnaf ile bunların varisleri olan çocuklarıdır. Mustafa Kemal'de bu gerçek, "Bu milletin hakiki efendisi olan köylüdür" ifadesini bulmuştur.
Bugünkü kendi öz kültürümüzden, örfümüzden ve üstün moral değerlerimizden soyut eğitim ve çalışma sisteminden yetişen insanımızın yönetiminde şehirler, bizi biz yapan bu değerlerin yıkım yeridir.
Batıda "Din bir afyondur" tanımının mirasçısı Marksçı partiden bir başbakan Pazar günü kilise kapısında ailesiyle, tüm devlet erkanıyla, generaliyle, bakanlarıyla, patronlarıyla, halkıyla birlik, beraberlik ve dayanışmanın takdir gören resimlerini veriyor. Türkiye'de asırların ötesinden tevarus ettiğimiz çok daha üstün moral değerler içinde bir Cuma günü, devlet büyüklerimizin, camiye gidebilen kırsalın insanıyla, kasabanın halkıyla, esnafla, serbest meslek sahibi vatandaşlarla aynı mekanda birlik ve beraberlik içinde bulunması pek olası değildir.
Laiklik anlayışımız bunu gerektiriyor deniyorsa o zaman bizim laiklik anlayışımızda bir yanlışlık var demektir. O zaman ülkenin kalkınmasında yönetimin aldığı kararlara, halkın ve Anadolu'nun daha etkin katılımı nasıl sağlanacak ve sinerji nasıl yaratılacaktır? Türkiye, eğitimi ve bu eğitimden geçmiş yöneticisiyle acımasız bir ikiliğin içindedir. Aynı eğitim sisteminden geçmiş aydınımızın halk ile, kırsalın, kasabanın insanı ile aynı dili konuşmadığı açık bir gerçektir.
Bütün aykırılıkların temelinde varolan eğitim sisteminde çocuklarımızın, içinden çıktıkları örf , moral ve kültürel değerlere yabancılaşmaları geliyor. Yönetim kademelerine gelince de kırsalın, Anadolu'nun katılmakta zorluk çekeceği, çoğunlukla katılmayacağı düzenlemeleri yapmaktadırlar.
Türk insanı bütünleşmenin ağır bunalımı içindedir. Yasalarda güvencesi var diyerek bu bütünleşmenin nasıl başarılacağını da henüz kimse düşünmemektedir.
Sokakta oynayan çocuğumuz pazar günü rahatlıkla kiliseye (misyonere) gidebilir. Annebabaların buna engel olmaları mümkün değildir. Avrupa'da binlerce Türk çocuğu çalışma koşullarının doğal bir sonucu oyun alanının yanındaki Sunday okullarının (kiliselerin) müdavimidirler.
Anne babaların çalışma koşulları ve eğitim sistemimizde yer almayan örfümüz, kültürümüz ve moral değerlerimizden habersiz oluşları nedeniyle çocuklarını kurtarmaları düşünülemez.
Devam edecek...