Gün başlangıcında Meltem TV'de yaptığım Hayat Ve Ötesi programında, Hz. Peygamber'den beri yaşana gelen ve Nakşilik hariç tüm tasavvuf ekollerinin takip ettiği Zikrullah ibadetinin Cehrî (açıktan-sesli) olduğunu hatırlattım.
Vakıa şu ki, dil damağa yapışık vaziyette Sessiz zikir tarzı, Kur'an ve Sünnet'te mevcut değildir, buna dair tek bir sahih hadis ve delil yoktur. Bu usul, Miladi 1200'lerde Hind coğrafyasında türetilmiştir.
Konu, bazı izleyicilerimizin dikkatini çekmiş olacak ki, e-mail ve telefonlarla sorular yönelttiler, detaylarını köşe yazısı olarak yazmamı talep ettiler.
Hz. Peygamber'in, sahabesiyle birlikte sürekli cemaat halinde cehrî zikir yaptığına dair birçok rivayet mevcuttur.
Nitekim ashaptan Şeddad b. Evs ile Ubâde b. Sâmit der ki: "Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında bulunuyorduk. 'İçinizde garîb (yabancı) var mı' diye sordu. 'Hayır, yâ Rasûlallah' dedik.
Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti. 'Ellerinizi kaldırınız ve Lâ ilâhe illallah deyiniz' buyurdu.
Ellerimizi kaldırdık ve bir saat boyunca birlikte 'Lâ ilâhe illallah' dedik.
Rasûlullah, elini indirdi, dua etti. Sonra da, "Sevininiz! Hiç şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, sizi bağışladı" buyurdu (Ahmed, Müsned, IV, 124; Hâkim, Müstedrek, I, 501).
İbn Abbâs'tan şu nakledilir: "Rasûlullah (s.a.a.) döneminde insanlar farz namazların ardından yüksek sesle Allah'ı zikrederlerdi" (Buharî, Ezan 155, h.no: 841).
Diğer bir rivayet ise şöyle: "Biz, Rasûlullah'ın (s.a.a.) namazının bittiğini (selamdan sonra) getirilen tekbir ve zikirlerden anlardık" (Buharî, Ezan 155, h.no. 842; Ebu Dâvud, Salat 191).
Hz. Peygamber ve sahabenin zikirlerine dair rivayetleri ve genişçe malumatı, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Dua ve Zikir (İstanbul 2014, İcmal yay, 1024 sayfa) eserinde bulabilirsiniz.
Kendisi de bir Nakşi şeyhi olan Kasım Kufralı, konuya ilişkin doktora tezinde şu tespiti yapıyor: "Bu tarikat (Nakşîlik), diğer tarikatların hilafına, telkin ve hırka silsilesini Hz. Ebu Bekir'e ulaştırarak zikirde sessiz yolu tercih etmekte idi. Hz. Ali'ye müntehi olan diğer tarikatlar, umumiyetle cehrî veya cehrîye yakın bir zikir usulü takip ettikleri için bu hususta hepsini bir prensibe irca etmek kabil olduğundan, Nakşîbendîlk bir tarafta, diğer bütün tarikatler öteki tarafta olmak üzere bir nevi tekâbül hâsıl oluyordu" (Kâsım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, s. 2).
Halid Bağdadi'nin halifesi olan Abdulmecid Hani, Hızır'ın (as) Abdulhalik Gucdüvani'yi bir havuzun içine atıp başını suya sokarak kendisine sessiz-gizli zikri öğrettiğini ve ondan sonra devam edip geldiğini anlatıyor (Abdülmecid Hânî, el-Hadâik, Semerkant, s. 446; es- Safi, Reşahat, Taşkent 1911, s.18-20).
Bazıları, buna, güya Hz. Peygamber'in (s.a.a), mağarada Hz. Ebubekir'e (ra) sessiz zikir öğrettiğini naklederler ki; Cerh ve Ta'dil alimi Muhaddis Aliyyü'l-Kari, "Bu rivayet, hadis filan değildir, cahil Sünnîlerin uydurmasıdır" diyor (el-Karî, el-Esraru'l-Merfu'a, s. 454, Beyrut Bask).
İslam tasavvuf tarihçisi Prof. Dr. Necdet Tosun, bu bağlamda şu gerçekleri kaydediyor:
"Kazvînî (ö: m. 1570) Dımaşk'ta kaleme aldığı "Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşîbend" isimli eserinde, Hz. Peygamber'in Sevr mağarasında Hz. Ebû Bekir'e diz üstü ve gözleri kapalı olarak kalbî zikri üç defa telkin ettiğini ve Nakşîbendîler'in esas aldığı Bekrî silsilenin bu şekilde doğduğunu söyleyerek konuya yeni bir izah tarzı getirmiştir.
Aynı cümleler, bir süre sonra Osmanlı mutasavvıflarından Sarı Abdullah Efendi (ö: m. 1660) başta olmak üzere birçok kişi tarafından
tekrarlanmıştır.
Ancak bu mağara hâdisesi hadis, târih ve tasavvuf klasiklerinde bulunmadığı gibi, tasavvuf klasiklerinde ve hatta ilk dönemde yazılan temel Nakşî kaynaklarında bile bulunmaması dikkate şayandır. Anlaşılan bu Mağara rivayeti ilk kez XVI. asırda Kazvinî (ö. h. 978/ m. 1570) tarafından ortaya atılmıştır" (Prof. Dr. Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşibend, s. 36, İnsan Yay.; Kazvînî, Sisilenâme, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 3a).
İslam'da, nass ile sabit olmuş ve Hz. Peygamberden beri yaşana gelen bir ibadet veya hüküm, havuza dalmak suretiyle veya uydurma bir rivayet ve dayanaksız bir ictihad ile ortadan kaldırılamaz, değiştirilemez, onun yerine farklı bir şey ihdas edilemez; bu caiz değildir, bâtıldır, bid'attır. Nitekim avamın dahi bildiği "Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur" esası, İslam ilminin temellerindendir (Mecelle, s. 46, Madde 14, Ankara 2014 Yetkin Yay).
Anlayacağınız, Hz. Peygamber ve güzide ashabının Zikrullah ibadeti, cehri (açık-sesli) idi; Hind usulü değil?
Vakıa şu ki, dil damağa yapışık vaziyette Sessiz zikir tarzı, Kur'an ve Sünnet'te mevcut değildir, buna dair tek bir sahih hadis ve delil yoktur. Bu usul, Miladi 1200'lerde Hind coğrafyasında türetilmiştir.
Konu, bazı izleyicilerimizin dikkatini çekmiş olacak ki, e-mail ve telefonlarla sorular yönelttiler, detaylarını köşe yazısı olarak yazmamı talep ettiler.
Hz. Peygamber'in, sahabesiyle birlikte sürekli cemaat halinde cehrî zikir yaptığına dair birçok rivayet mevcuttur.
Nitekim ashaptan Şeddad b. Evs ile Ubâde b. Sâmit der ki: "Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında bulunuyorduk. 'İçinizde garîb (yabancı) var mı' diye sordu. 'Hayır, yâ Rasûlallah' dedik.
Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti. 'Ellerinizi kaldırınız ve Lâ ilâhe illallah deyiniz' buyurdu.
Ellerimizi kaldırdık ve bir saat boyunca birlikte 'Lâ ilâhe illallah' dedik.
Rasûlullah, elini indirdi, dua etti. Sonra da, "Sevininiz! Hiç şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, sizi bağışladı" buyurdu (Ahmed, Müsned, IV, 124; Hâkim, Müstedrek, I, 501).
İbn Abbâs'tan şu nakledilir: "Rasûlullah (s.a.a.) döneminde insanlar farz namazların ardından yüksek sesle Allah'ı zikrederlerdi" (Buharî, Ezan 155, h.no: 841).
Diğer bir rivayet ise şöyle: "Biz, Rasûlullah'ın (s.a.a.) namazının bittiğini (selamdan sonra) getirilen tekbir ve zikirlerden anlardık" (Buharî, Ezan 155, h.no. 842; Ebu Dâvud, Salat 191).
Hz. Peygamber ve sahabenin zikirlerine dair rivayetleri ve genişçe malumatı, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Dua ve Zikir (İstanbul 2014, İcmal yay, 1024 sayfa) eserinde bulabilirsiniz.
Kendisi de bir Nakşi şeyhi olan Kasım Kufralı, konuya ilişkin doktora tezinde şu tespiti yapıyor: "Bu tarikat (Nakşîlik), diğer tarikatların hilafına, telkin ve hırka silsilesini Hz. Ebu Bekir'e ulaştırarak zikirde sessiz yolu tercih etmekte idi. Hz. Ali'ye müntehi olan diğer tarikatlar, umumiyetle cehrî veya cehrîye yakın bir zikir usulü takip ettikleri için bu hususta hepsini bir prensibe irca etmek kabil olduğundan, Nakşîbendîlk bir tarafta, diğer bütün tarikatler öteki tarafta olmak üzere bir nevi tekâbül hâsıl oluyordu" (Kâsım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, s. 2).
Halid Bağdadi'nin halifesi olan Abdulmecid Hani, Hızır'ın (as) Abdulhalik Gucdüvani'yi bir havuzun içine atıp başını suya sokarak kendisine sessiz-gizli zikri öğrettiğini ve ondan sonra devam edip geldiğini anlatıyor (Abdülmecid Hânî, el-Hadâik, Semerkant, s. 446; es- Safi, Reşahat, Taşkent 1911, s.18-20).
Bazıları, buna, güya Hz. Peygamber'in (s.a.a), mağarada Hz. Ebubekir'e (ra) sessiz zikir öğrettiğini naklederler ki; Cerh ve Ta'dil alimi Muhaddis Aliyyü'l-Kari, "Bu rivayet, hadis filan değildir, cahil Sünnîlerin uydurmasıdır" diyor (el-Karî, el-Esraru'l-Merfu'a, s. 454, Beyrut Bask).
İslam tasavvuf tarihçisi Prof. Dr. Necdet Tosun, bu bağlamda şu gerçekleri kaydediyor:
"Kazvînî (ö: m. 1570) Dımaşk'ta kaleme aldığı "Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşîbend" isimli eserinde, Hz. Peygamber'in Sevr mağarasında Hz. Ebû Bekir'e diz üstü ve gözleri kapalı olarak kalbî zikri üç defa telkin ettiğini ve Nakşîbendîler'in esas aldığı Bekrî silsilenin bu şekilde doğduğunu söyleyerek konuya yeni bir izah tarzı getirmiştir.
Aynı cümleler, bir süre sonra Osmanlı mutasavvıflarından Sarı Abdullah Efendi (ö: m. 1660) başta olmak üzere birçok kişi tarafından
tekrarlanmıştır.
Ancak bu mağara hâdisesi hadis, târih ve tasavvuf klasiklerinde bulunmadığı gibi, tasavvuf klasiklerinde ve hatta ilk dönemde yazılan temel Nakşî kaynaklarında bile bulunmaması dikkate şayandır. Anlaşılan bu Mağara rivayeti ilk kez XVI. asırda Kazvinî (ö. h. 978/ m. 1570) tarafından ortaya atılmıştır" (Prof. Dr. Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşibend, s. 36, İnsan Yay.; Kazvînî, Sisilenâme, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 3a).
İslam'da, nass ile sabit olmuş ve Hz. Peygamberden beri yaşana gelen bir ibadet veya hüküm, havuza dalmak suretiyle veya uydurma bir rivayet ve dayanaksız bir ictihad ile ortadan kaldırılamaz, değiştirilemez, onun yerine farklı bir şey ihdas edilemez; bu caiz değildir, bâtıldır, bid'attır. Nitekim avamın dahi bildiği "Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur" esası, İslam ilminin temellerindendir (Mecelle, s. 46, Madde 14, Ankara 2014 Yetkin Yay).
Anlayacağınız, Hz. Peygamber ve güzide ashabının Zikrullah ibadeti, cehri (açık-sesli) idi; Hind usulü değil?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019