II. Meşrutiyet dönemi ve Kolağası Mustafa Kemal -1-
Mustafa Kemal 11 Ocak 1904 senesinde kurmay yüzbaşı olarak harp akademisini bitirdi.
11.07.2025 00:22:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Mustafa Kemal 11 Ocak 1904 senesinde kurmay yüzbaşı olarak harp akademisini bitirdi.
"… Kendileri Erkan-ı Harb'in son sınıfına geçtikleri zamanlarda memlekette artık tahammül edilemeyecek bir hale gelen Sultan Hamid istibdâdına, ecnebi müdahalelerine, tazyik idaresine karşı içindeki isyankâr his gittikçe genişlemeye başlamış.
Bu arada binlerce kişiden ibaret olan Mekteb-i Harbiye talebesine fikirlerini, lazım gelen hareketlerini telkine ve bu sûretle memleket idaresindeki fenalıkları tenkid eden kendi el yazısıyla hazırlanan bir gazete dahi çıkarmaya başlamış.
(…) Mustafa Kemal'in bu hareketleri yakından takip edildiği için nihayet bir gün Zülüflü İsmail Paşa'nın adamları tarafından tevkif edilmiş, üç ay hapis yatmış.
(…) Hapisten serbest bırakıldıktan sonra 1320 (1904)'de erkan-ı harp yüzbaşısı olarak mektepten çıkmış.
Yüzbaşı Lütfi Müfit Beyle erkan-ı harp stajını yapmak üzere yedinci orduya memur edilerek ordu merkezi olan Şam'a gönderilmişler.
Atatürk'ün kanaatine göre bu tayin bir nevi sürgün mahiyetinde imiş."
1908'de II. Meşrutiyet ilan edildi.
Bozok, anılarında, "Biz zannediyorduk ki Meşrutiyet bir gayedir… Fakat onu takip eden hırs, kin ve taassup ateşi memleketi anarşiye, çöküntüye götürüyordu" demiştir.
O günlerde İttihat ve Terakki'nin merkezi Selanik, İstanbul'dan gelen haberlerle esasen Meşrutiyet'in hiçbir şikayete yeterli olmadığını gösteriyordu.
Meşrutiyet'in vaad ettiklerinden biri askerliğin teknik ve tatbikat kısımlarındaki noksanlıkları gidermekti. Bu dönemde Erkan-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal'in ordu zabitleri arasında ünü artmış, askerlik konusundaki ve memleket meselelerindeki fikirleri büyük-küçük rütbeli zabitler için en kıymetli görüş halini almıştı.
"1908 inkılabının muvaffak olmasında 1. derecede ordunun tesiri olmuştu.
İnkılabın ilk günlerinde ordu zabitlerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne dahil olması tabii görünmüştü. Çünkü o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasî bir parti olmaktan çok, memleketi istibdat idaresinden kurtarmaya memur vatanî ve millî bir heyetten ibaretti.
(…) Mustafa Kemal Bey, Meşrutiyet inkılabının başlangıcında ve inkılap mücadelesinde kendisi de bu cemiyetin sonradan iltihak etmiş bir azası değil en sıkı devirlerinde çalışmış hakiki kurucularından biri idi.
(…) Ordunun cemiyetten alakasını kesmesi icap edeceğine dair olan kanaatini her toplulukta ve her muhitte tekrardan geri kalmıyordu. Orduyu siyasetten ayırmak ve onu devrin icap ettirdiği fenni gelişmeler ile kuvvetlendirmek ona bir ideal olmuştu.
(…) İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi, kendisi için hayati bir mesele saydığı bu işin bir kongre tarafından verilmesini iltizam etti.
(…) Kongre, Mustafa Kemal'in talakatı ve mantığı karşısında kararını verdi: Ordu İttihat ve Terakki ile olan alakasını kesecek.
(…) Artık Mustafa Kemal'in vücudu, cemiyetin varlığı için muzır görülüyordu. Onu izale etmenin çaresini aradılar. Aleyhinde suikast tertip ettiler ve O'na kurşun attılar. Tertipler muvaffakiyetsizliğe uğradı."
327 (1911) senesinde Erkan-ı Harb Kolağası Mustafa Kemal Bey hem Selanik'teki kolordu erkan-ı harbiyesinde (kurmayında) hem de 38. Alay Komutanlığı'nda vazife görüyordu.
(…) O tarihlerde Hadi Paşa Ordu Müfettişi (Sevr Anlaşması'nı imzalayanlardan) Hasan Tahsin Paşa Kolordu Kumandanı (Selanik'i Yunanlılara teslim eden) 1907 Yunan muharebesinde adını işittiğim Enver Paşa da fırka kumandanıydı.
Mersinli Cemal Bey de müfettişlik (komutanlık) erkan-ı harbiye reisiydi, kurmay başkanıydı."
Aynı günleri Cevat Abbas Gürer hatıratında anlatır:
"… Uzaktan bildiğim fakat bu zamana kadar tanışmak ve görüşmek fırsatından mahrum olduğum Lofçalı İsmail'in dostu 38. Alay Kurmay Vekili Kurmay Kolağası Mustafa Kemal gazinodan içeri girdi. Masamıza huzurlarıyla şeref verdiler.
İsmail 93 muhaciri bir ailenin çocuğu idi. Selanik'te doğmuş, büyümüş, Mustafa Kemal ile aynı mekteplerde yetişmişti.
(…) Lofçalı beni kıymet vererek Mustafa Kemal ile tanıştırdı ve 'bizdendir' şümullü kelimesiyle takdimini bitirdi.
Zekası gözlerinden okunan ve enerjisi her cümlesinde canlanan bu genç erkan-ı harb zabiti alay kumandan vekili bizden çok dertli idi.
O, ordunun tamamıyla siyasetten çekilmesini, ordu kumanda heyetinin gençleştirilmesini hatta kendisi kurmay subay olduğu halde, bütün kurmay subayların imtihana tâbi tutularak tasfiyesini istiyordu.
(…) Memleketin politikacılarını devlet mesuliyetini ellerine alamadıklarından aciz görüyordu. En ziyade affedemediği kusur yeni siyasî zümrenin başında gelenlerden birkaçının ilk günlerden itibaren entrika sellerine kendilerini kaptırmaları idi.
O, 'Ordu siyasetten çekilmez ve gençleşmez ise Rumeli elimizden mutlaka gidecektir' diyordu.
(…) Bu genç kurmay subayın sözlerinden bir yıl geçmişti. Kendisi Trablusgarp'ı kurtarmaya uğraştığı sırada idi ki, 66 zabiti geçmeyen halaskâr adlı bir askerî teşkilatın tehdidi karşısında kalan, ayan-ı mebusan boyun eğdi, adl-ü isyan politikasına sadık hükûmet düştü. Ve bunların akıbeti olarak Rumeli elimizden çıktı." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
"… Kendileri Erkan-ı Harb'in son sınıfına geçtikleri zamanlarda memlekette artık tahammül edilemeyecek bir hale gelen Sultan Hamid istibdâdına, ecnebi müdahalelerine, tazyik idaresine karşı içindeki isyankâr his gittikçe genişlemeye başlamış.
Bu arada binlerce kişiden ibaret olan Mekteb-i Harbiye talebesine fikirlerini, lazım gelen hareketlerini telkine ve bu sûretle memleket idaresindeki fenalıkları tenkid eden kendi el yazısıyla hazırlanan bir gazete dahi çıkarmaya başlamış.
(…) Mustafa Kemal'in bu hareketleri yakından takip edildiği için nihayet bir gün Zülüflü İsmail Paşa'nın adamları tarafından tevkif edilmiş, üç ay hapis yatmış.
(…) Hapisten serbest bırakıldıktan sonra 1320 (1904)'de erkan-ı harp yüzbaşısı olarak mektepten çıkmış.
Yüzbaşı Lütfi Müfit Beyle erkan-ı harp stajını yapmak üzere yedinci orduya memur edilerek ordu merkezi olan Şam'a gönderilmişler.
Atatürk'ün kanaatine göre bu tayin bir nevi sürgün mahiyetinde imiş."
1908'de II. Meşrutiyet ilan edildi.
Bozok, anılarında, "Biz zannediyorduk ki Meşrutiyet bir gayedir… Fakat onu takip eden hırs, kin ve taassup ateşi memleketi anarşiye, çöküntüye götürüyordu" demiştir.
O günlerde İttihat ve Terakki'nin merkezi Selanik, İstanbul'dan gelen haberlerle esasen Meşrutiyet'in hiçbir şikayete yeterli olmadığını gösteriyordu.
Meşrutiyet'in vaad ettiklerinden biri askerliğin teknik ve tatbikat kısımlarındaki noksanlıkları gidermekti. Bu dönemde Erkan-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal'in ordu zabitleri arasında ünü artmış, askerlik konusundaki ve memleket meselelerindeki fikirleri büyük-küçük rütbeli zabitler için en kıymetli görüş halini almıştı.
"1908 inkılabının muvaffak olmasında 1. derecede ordunun tesiri olmuştu.
İnkılabın ilk günlerinde ordu zabitlerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne dahil olması tabii görünmüştü. Çünkü o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasî bir parti olmaktan çok, memleketi istibdat idaresinden kurtarmaya memur vatanî ve millî bir heyetten ibaretti.
(…) Mustafa Kemal Bey, Meşrutiyet inkılabının başlangıcında ve inkılap mücadelesinde kendisi de bu cemiyetin sonradan iltihak etmiş bir azası değil en sıkı devirlerinde çalışmış hakiki kurucularından biri idi.
(…) Ordunun cemiyetten alakasını kesmesi icap edeceğine dair olan kanaatini her toplulukta ve her muhitte tekrardan geri kalmıyordu. Orduyu siyasetten ayırmak ve onu devrin icap ettirdiği fenni gelişmeler ile kuvvetlendirmek ona bir ideal olmuştu.
(…) İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi, kendisi için hayati bir mesele saydığı bu işin bir kongre tarafından verilmesini iltizam etti.
(…) Kongre, Mustafa Kemal'in talakatı ve mantığı karşısında kararını verdi: Ordu İttihat ve Terakki ile olan alakasını kesecek.
(…) Artık Mustafa Kemal'in vücudu, cemiyetin varlığı için muzır görülüyordu. Onu izale etmenin çaresini aradılar. Aleyhinde suikast tertip ettiler ve O'na kurşun attılar. Tertipler muvaffakiyetsizliğe uğradı."
327 (1911) senesinde Erkan-ı Harb Kolağası Mustafa Kemal Bey hem Selanik'teki kolordu erkan-ı harbiyesinde (kurmayında) hem de 38. Alay Komutanlığı'nda vazife görüyordu.
(…) O tarihlerde Hadi Paşa Ordu Müfettişi (Sevr Anlaşması'nı imzalayanlardan) Hasan Tahsin Paşa Kolordu Kumandanı (Selanik'i Yunanlılara teslim eden) 1907 Yunan muharebesinde adını işittiğim Enver Paşa da fırka kumandanıydı.
Mersinli Cemal Bey de müfettişlik (komutanlık) erkan-ı harbiye reisiydi, kurmay başkanıydı."
Aynı günleri Cevat Abbas Gürer hatıratında anlatır:
"… Uzaktan bildiğim fakat bu zamana kadar tanışmak ve görüşmek fırsatından mahrum olduğum Lofçalı İsmail'in dostu 38. Alay Kurmay Vekili Kurmay Kolağası Mustafa Kemal gazinodan içeri girdi. Masamıza huzurlarıyla şeref verdiler.
İsmail 93 muhaciri bir ailenin çocuğu idi. Selanik'te doğmuş, büyümüş, Mustafa Kemal ile aynı mekteplerde yetişmişti.
(…) Lofçalı beni kıymet vererek Mustafa Kemal ile tanıştırdı ve 'bizdendir' şümullü kelimesiyle takdimini bitirdi.
Zekası gözlerinden okunan ve enerjisi her cümlesinde canlanan bu genç erkan-ı harb zabiti alay kumandan vekili bizden çok dertli idi.
O, ordunun tamamıyla siyasetten çekilmesini, ordu kumanda heyetinin gençleştirilmesini hatta kendisi kurmay subay olduğu halde, bütün kurmay subayların imtihana tâbi tutularak tasfiyesini istiyordu.
(…) Memleketin politikacılarını devlet mesuliyetini ellerine alamadıklarından aciz görüyordu. En ziyade affedemediği kusur yeni siyasî zümrenin başında gelenlerden birkaçının ilk günlerden itibaren entrika sellerine kendilerini kaptırmaları idi.
O, 'Ordu siyasetten çekilmez ve gençleşmez ise Rumeli elimizden mutlaka gidecektir' diyordu.
(…) Bu genç kurmay subayın sözlerinden bir yıl geçmişti. Kendisi Trablusgarp'ı kurtarmaya uğraştığı sırada idi ki, 66 zabiti geçmeyen halaskâr adlı bir askerî teşkilatın tehdidi karşısında kalan, ayan-ı mebusan boyun eğdi, adl-ü isyan politikasına sadık hükûmet düştü. Ve bunların akıbeti olarak Rumeli elimizden çıktı." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.