Türkiye’nin hariciye kimliği gittikçe silikleşiyor. AKP iktidara geldiği günden bu yana diğer alanlarda uyguladığı kimliksiz ve kompleksli icraatlarını, hariciye sahasında da uyguluyor.
Bağımsız ve tutarlı bir siyasi çizginin olmadığı tüm devletlerde olduğu gibi, Türkiye de Batının ipleriyle dört bir tarafından bağlanmaya çalışılıyor.
Dış politikanın olmazsa olmaz ilke ve kanunları vardır. Öncelikle bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak en temel ilkelerden biridir. Bizim hükümet ne yaptı? Kendilerine evinin kapısını açan Beşar-Esma Esat çiftiyle önce hatıra fotoğrafı çektirdiler, sonra onları kanlı-bıçaklı düşman ilan ettiler. Muhabbetle görüştükleri Muammer Kaddafi’yi bir süre sonra zalim diye lanse ettiler. Demek ki, siyasi iradenin dış politikada yeni trendi, sana kucak açana düştüğünde bir tekme de sen at.
Bağımsızlık ve toprak bütünlüğümüzde gözü olan İsrail ve Batılı ağabeylerinin plan ve projeleri karşısında, Türk Dış Politikası bu planların sadık bir uygulayıcısı haline geldi. İsrail kimin üstünü çizdiyse, bir çizgi de Türk Hükümetinden geldi.
İkinci ilke, diğer devletlerin iç işlerine karışmamak, kendi içişlerimize karışılmasına da fırsat vermemek. Bu ilke de maalesef rafa kaldırılanlardan. Komşumuz Suriye’de terörist gruplar devlete başkaldırıyor, hemen sahip çıkıyoruz. İran egemenliğinin bir sonucu olarak yürüttüğü nükleer enerji programı çerçevesinde Uranyum zenginleştirme süreci karşısında Kürecik’e radar üssü kurdurarak cevap veriyoruz. Öte yandan AB ve ABD’li ağabeyler gelip Güneydoğu ve iç güvenlik politikalarımızı Kopenhag Kriterlerine uydurmaya çalışıyor, harfiyen uyguluyoruz.
Bir diğer önemli ilke de, millî sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı sürdürmek; yani güçlü bir ordu güçlü bir Türkiye. Kamuoyunda askeri gücün prestiji hakkında oluşturulmaya çalışılan menfi kampanya bizzat Hükümet yetkililerince destekleniyor; yani ağzı olan konuşuyor.
NATO’nun ya da doğrudan ABD’nin inisiyatifine bırakılmış bir kuvvet politikası asla kabul edilemez. Her devlet kendi ulusal gücüyle korunur ve kollanır. Dışarıdan gelecek bir takviyeye güvenip harici güvenlik politikaları asla oluşturulamaz. Bu yüzden bir devletin bütçesinde savunma giderlerinin yüksekliği bir hata değil, aksine kendi güvenliğinin vazgeçilmez unsurudur.
Dış politikada önemli prensip de devletlerarası sorunları hukuka dayalı barışçı yollardan çözmektir. Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü de bu anlamda çok önemlidir. Kendi içinde iç barışı sağlamış bir devlet asla komşusunun, hele din kardeşinin kargaşaya düşmesini istemez. Yabancı güçlerin onların topraklarını çiğnemesine göz yumması mümkün değildir.
Arap Baharı adlı BOP’un yavru projesi kapsamında bölgemizde dirlik düzenlik bırakılmamıştır. Bölgede “barış” kavramı çöpe atılıp, savaş tek çözüm olarak dayatılmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin izlediği politikalar yapıcılığını ve gerçekçiliğini kaybettiği sürece bölgemizde daha da yalnız kalacağız. Batılı irade bizi kendi güdümüne tamamen almadığı takdirde rahat bırakmayacaktır. Kulak ardı edilmemesi gereken de, ulusal bütünlüğümüzün teminatının tam bağımsız bir dış politika olduğu gerçeğidir.
Bağımsız ve tutarlı bir siyasi çizginin olmadığı tüm devletlerde olduğu gibi, Türkiye de Batının ipleriyle dört bir tarafından bağlanmaya çalışılıyor.
Dış politikanın olmazsa olmaz ilke ve kanunları vardır. Öncelikle bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak en temel ilkelerden biridir. Bizim hükümet ne yaptı? Kendilerine evinin kapısını açan Beşar-Esma Esat çiftiyle önce hatıra fotoğrafı çektirdiler, sonra onları kanlı-bıçaklı düşman ilan ettiler. Muhabbetle görüştükleri Muammer Kaddafi’yi bir süre sonra zalim diye lanse ettiler. Demek ki, siyasi iradenin dış politikada yeni trendi, sana kucak açana düştüğünde bir tekme de sen at.
Bağımsızlık ve toprak bütünlüğümüzde gözü olan İsrail ve Batılı ağabeylerinin plan ve projeleri karşısında, Türk Dış Politikası bu planların sadık bir uygulayıcısı haline geldi. İsrail kimin üstünü çizdiyse, bir çizgi de Türk Hükümetinden geldi.
İkinci ilke, diğer devletlerin iç işlerine karışmamak, kendi içişlerimize karışılmasına da fırsat vermemek. Bu ilke de maalesef rafa kaldırılanlardan. Komşumuz Suriye’de terörist gruplar devlete başkaldırıyor, hemen sahip çıkıyoruz. İran egemenliğinin bir sonucu olarak yürüttüğü nükleer enerji programı çerçevesinde Uranyum zenginleştirme süreci karşısında Kürecik’e radar üssü kurdurarak cevap veriyoruz. Öte yandan AB ve ABD’li ağabeyler gelip Güneydoğu ve iç güvenlik politikalarımızı Kopenhag Kriterlerine uydurmaya çalışıyor, harfiyen uyguluyoruz.
Bir diğer önemli ilke de, millî sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı sürdürmek; yani güçlü bir ordu güçlü bir Türkiye. Kamuoyunda askeri gücün prestiji hakkında oluşturulmaya çalışılan menfi kampanya bizzat Hükümet yetkililerince destekleniyor; yani ağzı olan konuşuyor.
NATO’nun ya da doğrudan ABD’nin inisiyatifine bırakılmış bir kuvvet politikası asla kabul edilemez. Her devlet kendi ulusal gücüyle korunur ve kollanır. Dışarıdan gelecek bir takviyeye güvenip harici güvenlik politikaları asla oluşturulamaz. Bu yüzden bir devletin bütçesinde savunma giderlerinin yüksekliği bir hata değil, aksine kendi güvenliğinin vazgeçilmez unsurudur.
Dış politikada önemli prensip de devletlerarası sorunları hukuka dayalı barışçı yollardan çözmektir. Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü de bu anlamda çok önemlidir. Kendi içinde iç barışı sağlamış bir devlet asla komşusunun, hele din kardeşinin kargaşaya düşmesini istemez. Yabancı güçlerin onların topraklarını çiğnemesine göz yumması mümkün değildir.
Arap Baharı adlı BOP’un yavru projesi kapsamında bölgemizde dirlik düzenlik bırakılmamıştır. Bölgede “barış” kavramı çöpe atılıp, savaş tek çözüm olarak dayatılmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin izlediği politikalar yapıcılığını ve gerçekçiliğini kaybettiği sürece bölgemizde daha da yalnız kalacağız. Batılı irade bizi kendi güdümüne tamamen almadığı takdirde rahat bırakmayacaktır. Kulak ardı edilmemesi gereken de, ulusal bütünlüğümüzün teminatının tam bağımsız bir dış politika olduğu gerçeğidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hakan Rona / diğer yazıları
- Güneydoğu'ya huzur ancak MEM'le gelir / 09.04.2013
- Kerry'nin ziyaretinin anlamı ne? / 06.04.2013
- Milli olmayan ekonomi, şirketleri iflasa sürüklüyor / 05.04.2013
- Milli çizgiden uzaklaşan Türk dış politikası / 07.03.2013
- Moskova'nın orta yerinde baharı yaşadık / 05.03.2013
- Milli Kahramanlarımız programlarına sosyal bir okuma / 19.02.2013
- Güneydoğu Asya ekonomileri ve Milli Ekonomi Modeli / 28.12.2012
- Tam bağımsız devlet, hür millet ve adalet / 27.12.2012
- Arap dünyasının Truva atı: “Müslüman Kardeşler” / 17.10.2012
- Amerikan askeri ne amaçla Türkiye’de / 14.10.2012
- Kerry'nin ziyaretinin anlamı ne? / 06.04.2013
- Milli olmayan ekonomi, şirketleri iflasa sürüklüyor / 05.04.2013
- Milli çizgiden uzaklaşan Türk dış politikası / 07.03.2013
- Moskova'nın orta yerinde baharı yaşadık / 05.03.2013
- Milli Kahramanlarımız programlarına sosyal bir okuma / 19.02.2013
- Güneydoğu Asya ekonomileri ve Milli Ekonomi Modeli / 28.12.2012
- Tam bağımsız devlet, hür millet ve adalet / 27.12.2012
- Arap dünyasının Truva atı: “Müslüman Kardeşler” / 17.10.2012
- Amerikan askeri ne amaçla Türkiye’de / 14.10.2012