Kur'an'ın manasını ve de maksadını en güzel anlayan Hz. Peygamberdir (sav); zira kalbi devamlı Allah'la beraberdir.
24.10.2004 00:00:00
Resulullah Efendimiz 70 bin tecelli ile Rabb'ını seyrediyor. Rabb'ının kelamını okuduğu zaman, ayetteki maksadı en iyi O anlıyor. Murad-ı İlahiyi, maksad-ı İlahiyi bilen tek insan O'dur. O öyle bir hoparlör ki O'ndan konuşan Allah'tır
Yaptığın bütün ibadetlerden zevk-i manevi alacaksın. Öyle gelişigüzel de olmuyor bu iş. Dürüst insan, olgun insan, kamil insan olmak, sadece sözle olmuyor. İç tabiatında insan Rabb'ına vuslat edecek, vasıl olacak. Peki bu vuslatı hangi yolla yapmak mümkündür? İslam'ın dışında hiç bir yolla yapmaya imkan ve ihtimal yoktur.
Bakınız Allah ne diyor: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." (Haşr; 59/7). Yani Allah; "O'nun koyduğu hükmü alın. Yasakladığından kaçının. O'nun dediği Benim dediğimdir. O ne diyorsa Ben onu diyorum" buyuruyor. O öyle bir hoparlör ki O'ndan konuşan Allah'tır.
Yani O'nun sözü Hakk'ın sözüdür. Burada şunu anlatmak istiyorum: Murad-ı İlahiyi, maksad-ı İlahiyi bilen tek insan O'dur. O maksadı, beşer olması münasebetiyle ara sıra zelle nispetinde de kaybetse Hz. Cebrail ile hemen ayıktırılır. O'nun mürebbisi Allah'tır. Sahabe neden bu kadar yücedir, yüksektir? Çünkü Allah'ın terbiye ettiği Muhammed (sav), sahabenin öğretmenidir, muallimidir. Biz ne kadar okursak okuyalım, onların, bilgilerinin, ilimlerinin zekatı olamayız. Sadakası olamayız. Niye? Allah'ın öğrettiği muallimden Allah'ın dinini öğrendiler. Sen nereden öğrendin? Senden, benden, benim gibi adamdan. Biz ne biliyoruz ki neyi yansıtıyoruz? Ancak anladıklarımızı yansıtıyoruz.
Rabb'ının maksadını en güzel anlayan insan; Hz. Peygamber (as)'dır
İnsanlar kendi nefsani duygularıyla tabiata bakarlar. Bakınız sizde öyle hâl olur ki, bir olayı seyredersiniz, onu farklı değerlendirirsiniz. Bir başka hâl olur, aynı olayı daha başka değerlendirirsiniz. Yani sizin hâlinize göre olaylar anlam kazanır. Aynı olay önüne geliyor. Adama "haklı" diyorsun. Bir başka halet-i ruhiyyede aynı şey önüne geliyor "haksız" diyorsun. Bu ne biçim iş? Olay değişmiyor. Senin kendi iç tabiatındaki ölçüler, değerler değişiyor. Sen değişiyorsun.
Bunu anlamak için, -Allah hayatta olanlara uzun ömürler versin!- ananızın, babanızın, çocuğunuzun ölümüne bir bakın. Mesela çocuğunuzun ölümünde çok farklı bir dünyanız vardır. Annenizin, babanızın ölümünde çok daha farklı bir dünyanız vardır. O anda konuşulanlar, o anda okunanlar, sizin ruh dünyanızda o kadar büyük bir etki yapar ki, sanki Allah'la aranızda perde kalmamış gibidir. O halet-i ruhiyyede dinlediğin Kur'an'la, bu halet-i ruhiyyede dinlediğin Kur'an; -evet, aynı Kur'an'dır- ama sen aynı olmadığın için zevkin de, maneviyatın da aynı değildir.
Onun için, işte o perdeleri aradan kaldırıp -ki bu, nefsi tezkiye ile olur, nefsi terbiye ile olur- Rabb'ına yaklaşacaksın ki, O Rabb'dan, O Allah'tan alacağın feyz, seni diriltecek, hayatın içinde Allah'la beraber yapacak. Bu hâle gelen insan hiç bir an Rabb'ını unutmaz. O Nefsin perdelerini; emmaresini, levvamesini, mülhimesini... aştı. Perdeler açıldı. Bunlar Kur'anî tabirlerdir. Benim ifadelerim değil. Her perdeyi kaldırdığınızda, nurani süzmeler sizin kalbinizde yer ediyor. Allah'ın nuru kalbinize devamlı tecelli ediyor.
Şimdi, her an o tecelli ile beraber yaşayan insan mı, yoksa o tecelliyi hiç fark etmeyen insan mı hayattan, beşeri münasebetlerden, hukuki davranışlardan iyi not alır? Kur'an okuyuşundan zevk alır? Kur'an'ı daha iyi anlar? Elbette ki o irtibatı, alakayı kuran insan. Rabb'ının maksadını en güzel anlayan Peygamberdir, dedik. Niye? Devamlı kalbi Allah'la beraberdir de ondan. 70 bin tecelli ile Rabb'ını seyrediyor. Rabb'ının kelamını okuduğu zaman, ayetteki maksadı en iyi O anlıyor. Biz bu kadar tecelli ile iç içe olmadığımız için, bizim gördüğümüzden O'nunki çok daha farklı olur. Ayetler aynı olmasına rağmen, gören gözler, bakan gözler çok farklı olduğu için farklı anlaşılıyor.
Yani kim, hangi duygularla, nereye bakıyorsa o hükmü, o neticeyi çıkartıyor. İşte günümüzün problemi bence budur. İnsanın kendi kendini aşması, asıl cevhere vasıl olması, oradan hakikatleri değerlendirmesidir. Onun için oraya insan 'Sünnet'siz, 'Hadis'siz gidemez.
Niye gidemez? Çünkü o maksadı en iyi bilen, Peygamber ve O'nun Sünneti, O'nun hadisidir. O bilemeyecek, ben bileceğim. Peki O'na ne lüzum vardı? Bu mantık kadar sakat düşünce olabilir mi? Kısaca bu terbiyede, o nazara mazhar olmuş, o rahatlığı, o zevki maneviyi yaşamış dostlar ola ki, biz bu merdivenleri birer birer çıkabilelim. Asıl mesele zevk alarak ibadet etmektir.
Yaptığın bütün ibadetlerden zevk-i manevi alacaksın. Öyle gelişigüzel de olmuyor bu iş. Dürüst insan, olgun insan, kamil insan olmak, sadece sözle olmuyor. İç tabiatında insan Rabb'ına vuslat edecek, vasıl olacak. Peki bu vuslatı hangi yolla yapmak mümkündür? İslam'ın dışında hiç bir yolla yapmaya imkan ve ihtimal yoktur.
Bakınız Allah ne diyor: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." (Haşr; 59/7). Yani Allah; "O'nun koyduğu hükmü alın. Yasakladığından kaçının. O'nun dediği Benim dediğimdir. O ne diyorsa Ben onu diyorum" buyuruyor. O öyle bir hoparlör ki O'ndan konuşan Allah'tır.
Yani O'nun sözü Hakk'ın sözüdür. Burada şunu anlatmak istiyorum: Murad-ı İlahiyi, maksad-ı İlahiyi bilen tek insan O'dur. O maksadı, beşer olması münasebetiyle ara sıra zelle nispetinde de kaybetse Hz. Cebrail ile hemen ayıktırılır. O'nun mürebbisi Allah'tır. Sahabe neden bu kadar yücedir, yüksektir? Çünkü Allah'ın terbiye ettiği Muhammed (sav), sahabenin öğretmenidir, muallimidir. Biz ne kadar okursak okuyalım, onların, bilgilerinin, ilimlerinin zekatı olamayız. Sadakası olamayız. Niye? Allah'ın öğrettiği muallimden Allah'ın dinini öğrendiler. Sen nereden öğrendin? Senden, benden, benim gibi adamdan. Biz ne biliyoruz ki neyi yansıtıyoruz? Ancak anladıklarımızı yansıtıyoruz.
Rabb'ının maksadını en güzel anlayan insan; Hz. Peygamber (as)'dır
İnsanlar kendi nefsani duygularıyla tabiata bakarlar. Bakınız sizde öyle hâl olur ki, bir olayı seyredersiniz, onu farklı değerlendirirsiniz. Bir başka hâl olur, aynı olayı daha başka değerlendirirsiniz. Yani sizin hâlinize göre olaylar anlam kazanır. Aynı olay önüne geliyor. Adama "haklı" diyorsun. Bir başka halet-i ruhiyyede aynı şey önüne geliyor "haksız" diyorsun. Bu ne biçim iş? Olay değişmiyor. Senin kendi iç tabiatındaki ölçüler, değerler değişiyor. Sen değişiyorsun.
Bunu anlamak için, -Allah hayatta olanlara uzun ömürler versin!- ananızın, babanızın, çocuğunuzun ölümüne bir bakın. Mesela çocuğunuzun ölümünde çok farklı bir dünyanız vardır. Annenizin, babanızın ölümünde çok daha farklı bir dünyanız vardır. O anda konuşulanlar, o anda okunanlar, sizin ruh dünyanızda o kadar büyük bir etki yapar ki, sanki Allah'la aranızda perde kalmamış gibidir. O halet-i ruhiyyede dinlediğin Kur'an'la, bu halet-i ruhiyyede dinlediğin Kur'an; -evet, aynı Kur'an'dır- ama sen aynı olmadığın için zevkin de, maneviyatın da aynı değildir.
Onun için, işte o perdeleri aradan kaldırıp -ki bu, nefsi tezkiye ile olur, nefsi terbiye ile olur- Rabb'ına yaklaşacaksın ki, O Rabb'dan, O Allah'tan alacağın feyz, seni diriltecek, hayatın içinde Allah'la beraber yapacak. Bu hâle gelen insan hiç bir an Rabb'ını unutmaz. O Nefsin perdelerini; emmaresini, levvamesini, mülhimesini... aştı. Perdeler açıldı. Bunlar Kur'anî tabirlerdir. Benim ifadelerim değil. Her perdeyi kaldırdığınızda, nurani süzmeler sizin kalbinizde yer ediyor. Allah'ın nuru kalbinize devamlı tecelli ediyor.
Şimdi, her an o tecelli ile beraber yaşayan insan mı, yoksa o tecelliyi hiç fark etmeyen insan mı hayattan, beşeri münasebetlerden, hukuki davranışlardan iyi not alır? Kur'an okuyuşundan zevk alır? Kur'an'ı daha iyi anlar? Elbette ki o irtibatı, alakayı kuran insan. Rabb'ının maksadını en güzel anlayan Peygamberdir, dedik. Niye? Devamlı kalbi Allah'la beraberdir de ondan. 70 bin tecelli ile Rabb'ını seyrediyor. Rabb'ının kelamını okuduğu zaman, ayetteki maksadı en iyi O anlıyor. Biz bu kadar tecelli ile iç içe olmadığımız için, bizim gördüğümüzden O'nunki çok daha farklı olur. Ayetler aynı olmasına rağmen, gören gözler, bakan gözler çok farklı olduğu için farklı anlaşılıyor.
Yani kim, hangi duygularla, nereye bakıyorsa o hükmü, o neticeyi çıkartıyor. İşte günümüzün problemi bence budur. İnsanın kendi kendini aşması, asıl cevhere vasıl olması, oradan hakikatleri değerlendirmesidir. Onun için oraya insan 'Sünnet'siz, 'Hadis'siz gidemez.
Niye gidemez? Çünkü o maksadı en iyi bilen, Peygamber ve O'nun Sünneti, O'nun hadisidir. O bilemeyecek, ben bileceğim. Peki O'na ne lüzum vardı? Bu mantık kadar sakat düşünce olabilir mi? Kısaca bu terbiyede, o nazara mazhar olmuş, o rahatlığı, o zevki maneviyi yaşamış dostlar ola ki, biz bu merdivenleri birer birer çıkabilelim. Asıl mesele zevk alarak ibadet etmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.