Küresel finans merkezi üç ayaklı bir görünüm arzediyor. Birinci ayak Avrupa Birliği, ikinci ayak ABD ve üçüncü ayak Uzak Asya.
Siyasal birliğe mütakip, ekonomik açıdan kenetlenmiş durumda olan Avrupa Birliği, diğer iki ayak arasından sivrilerek çıkmaya çalışıyor.
ABD ayağı, şuan için mevcut finans yapısıyla kendini kotarmaya çalışıyor. Ekonomik dengeyi rayına istediği şekilde oturtamayan dev ABD ekonomisi, yatay ekonomilerle içinde bulunduğu marazdan sorunsuz kurtulma niyetinde.
Uzak Asya finans merkezi ise SARS yüzünden içine düşmüş olduğu krizi atlatma aşamasında. Asya krizinden sonra yaşanan yeni paniğin kazasız belasız atlatılması bölge ekonomilerine rahat nefes aldıracak görünüyor.
Ekonomi ağırlıklı ayrıma tabi tutuğumuz bu üçlü merkezi kuvvet, aynı zamanda uluslararası siyasal sistemi de beraberinde yoğuruyor.
Avrupa Birliği'nin genişleme sürecine girmesi, ABD'nin Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar'da etki alanı oluşturması ve Uzak Asya ülkelerinin gerek kendi bölgelerinde gerek se Çin ve Rusya ile ikili ilişkilere ivme vermeleri bunun ispatı.
Japonya, Malezya, Hong Kong, Singapur, Filipinler, Tayvan ve Güney Kore'den oluşan Asya siyasal etki alanı, Amerikan yönetimini rahatsız etmeye başladı. Bu ülkeler bir yandan ekonomilerini büyütürlerken bir yandan da ABD'nin potansiyel tehdit olarak gördüğü Rusya ve Çin gibi ülkelerle siyasal ilişkilerini yeniden şekillendiriyorlar. Bölgeye doğrudan müdahale yapamayan ABD yönetimi, bölgedeki müttefiklerine askeri destekte bulunarak ve lojistik donanım sağlayarak bu coğrafyadan kopmak istemiyor.
Avrupa Birliği ise; Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine aldıktan sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ortadoğu kanalıyla politik açılımlarını yaymaya çalışıyor.
Durumun vehametini kavrayan ve karşı atağa geçen ABD de boş durmuyor tabi. ABD, Afganistan, Pakistan ve Hindistan ile münasebet kurarak Uzak Asya ülkelerinin arka bahçesine oturmak istiyor. Bu bölgedeki kırılmayı engelledikten sonra da Irak, İsrail, Bulgaristan ve Macaristan'la ilişkiler kuruluyor, Avrupa Birliği'nin nüfuzu Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da elimine edilmeye çalışılıyor.
Bunların tam ortasında ise Türkiye.
Türkiye, üç merkezli ekonomik ve siyasal çekişme merkezinin tam göbeğine oturmuş durumda.
Türkler ne Avrupa Birliği'ne müdahil, ne Uzak Asya ekonomileriyle aynı kulvarda yeralabilecek ekonomik açılımlar sunan , ne de ABD ile kolkola yürümesine rağmen ilişkilerini tam olarak ifade edebilmiş ve ağırlığını kabul ettirebilmiş bir ülke. Hiçbiri.
Ne Ortadoğulu, Ne Kafkas ne Balkan...Ortada ve tanımsız..
Hem hepsi, hem hiçbirisi olmak..
Türkiye bu ekonomik ve siyasal güç merkezlerinin dalgalarıyla değil, kendisinin oluşturabildiği ve tatbik edebileceği milli ekonomik ve siyasal modellerle yolunu devam ettirmek durumunda.
İçerisinde bulunduğu coğrafi konum da bunu gerekli kılıyor.
"Ekonomik ve siyasal etki alanlarının coğrafi yakınlık veya uzaklıklar dışında geliştiği" bir gerçek olmasına rağmen, bir ülkenin mevcut coğrafi konumunun o ülkenin ekonomi ve siyasal politikalarını belirleyebileceği ayrı bir realite.
Bir zamanlar ABD'nin Monreo Doktrini ile, Çin ve Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrası uyguladıkları İzolasyonist Ekonomik Doktrinler düşünülecek olursa, bu tezin ayrı bir önem taşıdığı, uygulamaların ülkeleri nasıl ayağa kaldırdığı görülecektir.
Kendi kendine yeterli, kendi kaynaklarıyla ulusal ekonomik-siyasal iç ve dış politikalarını tanımlayan ülkelerin kolay yıkılamadığı da ayrı bir realite.
Ekonomik ve siyasal açıdan küreselleşen bir dünyada bazı ülkeler uluslararası kimlik kazanarak varolmaya çalışırken kimi ülkeler de ulusal değerleriyle varolmaya devam edecek.
Ulusal mı uluslararası mı, küresel mi, bölgesel mi? Adını koyabildiğiniz ölçüde bu süreçte yetki ve alan kazanabilirsiniz. Sadece adını koymak yetiyor?
Siyasal birliğe mütakip, ekonomik açıdan kenetlenmiş durumda olan Avrupa Birliği, diğer iki ayak arasından sivrilerek çıkmaya çalışıyor.
ABD ayağı, şuan için mevcut finans yapısıyla kendini kotarmaya çalışıyor. Ekonomik dengeyi rayına istediği şekilde oturtamayan dev ABD ekonomisi, yatay ekonomilerle içinde bulunduğu marazdan sorunsuz kurtulma niyetinde.
Uzak Asya finans merkezi ise SARS yüzünden içine düşmüş olduğu krizi atlatma aşamasında. Asya krizinden sonra yaşanan yeni paniğin kazasız belasız atlatılması bölge ekonomilerine rahat nefes aldıracak görünüyor.
Ekonomi ağırlıklı ayrıma tabi tutuğumuz bu üçlü merkezi kuvvet, aynı zamanda uluslararası siyasal sistemi de beraberinde yoğuruyor.
Avrupa Birliği'nin genişleme sürecine girmesi, ABD'nin Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar'da etki alanı oluşturması ve Uzak Asya ülkelerinin gerek kendi bölgelerinde gerek se Çin ve Rusya ile ikili ilişkilere ivme vermeleri bunun ispatı.
Japonya, Malezya, Hong Kong, Singapur, Filipinler, Tayvan ve Güney Kore'den oluşan Asya siyasal etki alanı, Amerikan yönetimini rahatsız etmeye başladı. Bu ülkeler bir yandan ekonomilerini büyütürlerken bir yandan da ABD'nin potansiyel tehdit olarak gördüğü Rusya ve Çin gibi ülkelerle siyasal ilişkilerini yeniden şekillendiriyorlar. Bölgeye doğrudan müdahale yapamayan ABD yönetimi, bölgedeki müttefiklerine askeri destekte bulunarak ve lojistik donanım sağlayarak bu coğrafyadan kopmak istemiyor.
Avrupa Birliği ise; Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine aldıktan sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ortadoğu kanalıyla politik açılımlarını yaymaya çalışıyor.
Durumun vehametini kavrayan ve karşı atağa geçen ABD de boş durmuyor tabi. ABD, Afganistan, Pakistan ve Hindistan ile münasebet kurarak Uzak Asya ülkelerinin arka bahçesine oturmak istiyor. Bu bölgedeki kırılmayı engelledikten sonra da Irak, İsrail, Bulgaristan ve Macaristan'la ilişkiler kuruluyor, Avrupa Birliği'nin nüfuzu Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da elimine edilmeye çalışılıyor.
Bunların tam ortasında ise Türkiye.
Türkiye, üç merkezli ekonomik ve siyasal çekişme merkezinin tam göbeğine oturmuş durumda.
Türkler ne Avrupa Birliği'ne müdahil, ne Uzak Asya ekonomileriyle aynı kulvarda yeralabilecek ekonomik açılımlar sunan , ne de ABD ile kolkola yürümesine rağmen ilişkilerini tam olarak ifade edebilmiş ve ağırlığını kabul ettirebilmiş bir ülke. Hiçbiri.
Ne Ortadoğulu, Ne Kafkas ne Balkan...Ortada ve tanımsız..
Hem hepsi, hem hiçbirisi olmak..
Türkiye bu ekonomik ve siyasal güç merkezlerinin dalgalarıyla değil, kendisinin oluşturabildiği ve tatbik edebileceği milli ekonomik ve siyasal modellerle yolunu devam ettirmek durumunda.
İçerisinde bulunduğu coğrafi konum da bunu gerekli kılıyor.
"Ekonomik ve siyasal etki alanlarının coğrafi yakınlık veya uzaklıklar dışında geliştiği" bir gerçek olmasına rağmen, bir ülkenin mevcut coğrafi konumunun o ülkenin ekonomi ve siyasal politikalarını belirleyebileceği ayrı bir realite.
Bir zamanlar ABD'nin Monreo Doktrini ile, Çin ve Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrası uyguladıkları İzolasyonist Ekonomik Doktrinler düşünülecek olursa, bu tezin ayrı bir önem taşıdığı, uygulamaların ülkeleri nasıl ayağa kaldırdığı görülecektir.
Kendi kendine yeterli, kendi kaynaklarıyla ulusal ekonomik-siyasal iç ve dış politikalarını tanımlayan ülkelerin kolay yıkılamadığı da ayrı bir realite.
Ekonomik ve siyasal açıdan küreselleşen bir dünyada bazı ülkeler uluslararası kimlik kazanarak varolmaya çalışırken kimi ülkeler de ulusal değerleriyle varolmaya devam edecek.
Ulusal mı uluslararası mı, küresel mi, bölgesel mi? Adını koyabildiğiniz ölçüde bu süreçte yetki ve alan kazanabilirsiniz. Sadece adını koymak yetiyor?
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005