Müslümanlar, hiçbir zaman mezhep çatışmasını onaylamamışlardır. Çünkü mezhep çatışması İslâm'ın asli yapısına aykırıdır. Buna rağmen iktidarlar mezhep ayrılığını siyasi bir amaç için ara sıra kullanmışlardır. Bu, İslâm düşmanlarına büyük bir fırsat sunmuş, onlar da mezhep ayrılığını sürekli kaşımış ve gündemlerinde tutmuşlardır.
Etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş toplumları birbirine düşürmek ve sömürmek kolaylaşır. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyan Batılılar, İslâm dünyasında mezhep çatışması çıkarmak için, yüzyıllardır plân ve projeler geliştiriyorlar. CIA'nın eski Ortadoğu Bölge Şefi Robert Baer şöyle diyor: "Yeni Ortadoğu'yu kurabilmenin tek yolu, bölgede geniş çaplı Sünni-Şii savaşını tetiklemektir." İşte, Müslümanları birbirine düşman etmek için, buldukları en etkili silâh budur, yani mezhepçilik fitnesidir.
Ne yazık ki, bazı Müslümanlar bu fitneye düşmektedir. Hâlbuki Müslümanlar, diğer din mensuplarının bile, ibadet özgürlüğüne ve tapınaklarına, hiçbir dönemde dokunmamışlardır. Peygamberimiz (sav) Efendimiz, Necranlı Hıristiyan heyetin Medine Mescidi'nde dinlerine göre ayin yapmalarına izin vermiştir.
Mezhepçilik fitnesi, kendi mezhebini dinin esası kabul etme, onun dışındakileri batıl görmekle başlar ve tekfirciliğe kadar gider. Ali Şeriati, bu konuda şu önemli tespitlerde bulunur: "Şiiler ve Sünniler, genelde tek milleti meydana getiriyorlar. Birkaç istisna sorun hariç, aralarında itikadi ve ameli alanlarda ortaklık söz konusuydu. Fakat Safevi, Şia rejiminin kuruluşundan sonra -Safevilerin asıl düşmanı Sünnilikten ziyade Osmanlı idi- Safeviler, düşmanlığı azaltan, birliği güçlendiren ortak yönü hemen ortadan kaldırmaya başladılar. Şia'nın kendini ayrı bir din sahibi, Ehl-i Sünnetin de kendini ayrı ve zıt bir din sahibi bilmesini istediler." (Bkz. Öze Dönüş, s. 332).
Ali Şeriati'nin dediği gibi gerçekten de Şii-Sünni tek bir millettir. A. Cevdet Paşa da aynı görüşü şöyle seslendirir: "Müslüman ve Muhammedi denilen Ümmeti Muhammed, Ehl-i Sünnetle, Şiilerden ibarettir."
Bugün Müslümanlar olarak önümüzde iki yol bulunmaktadır: Ya bölünüp, parçalanıp bağımlı ve uydu bir halde yaşayacağız, ya da birlik olup bütün emperyalist emelleri engelleyeceğiz. O bakımdan Müslümanların birliğini bozan her hareket, -mezhepçilik dâhil- İslâm'a ihanettir.
İslâm'ın asıl düşmanı, İslâm'a inanan, fakat farklı mezhep ve meşrepte olanlar değil, İslâm'a inanmayanlardır. İmam Humeyni, mezhepçilik yapmanın anlamsızlığını ve bunun düşmanın ekmeğine yağ sürmek olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: "Biz kendi aramızda namazda elimizi şöyle bağlayalım, böyle bağlayalım diye tartışıp dururken, düşman gelip ellerimizi kesiyor. Sünni-Şii bahanesiyle vahdeti baltalayanlar, düşmanların uşağıdır."
Müslümanların birliği, hiçbir eylemde bulunmasalar bile, Müslümanlara güç, düşmanlara da korku vermektedir. Buna en güzel örnek, Sultan Abdülhamid'in "İttihad-ı İslâm" politikasıdır. İngiltere Sömürgeler Bakanlığı, İslâm coğrafyasında mezhep çatışması çıkarmak için binlerce ajan görevlendirdi, fakat başarılı olamadı. Başarılı olamayan ajanlar, neden olarak İttihad-ı İslâm politikasını ve İslâm âlimlerinin Müslümanları mezhep çatışmasından uzak tutmalarını göstermişlerdir.
Günümüzde mezhepçilik fitnesinin yeni bir senaryo ve yeni figüranlarla sahneye sürüldüğünü ilk gören ve işe temelden el atan Prof. Dr. Haydar Baş olmuştur. Onun takdire şayan çalışmalarını kim görmezden gelirse gelsin, tarih hakkıyla değerlendirecek ve hakkını verecektir.
Etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş toplumları birbirine düşürmek ve sömürmek kolaylaşır. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyan Batılılar, İslâm dünyasında mezhep çatışması çıkarmak için, yüzyıllardır plân ve projeler geliştiriyorlar. CIA'nın eski Ortadoğu Bölge Şefi Robert Baer şöyle diyor: "Yeni Ortadoğu'yu kurabilmenin tek yolu, bölgede geniş çaplı Sünni-Şii savaşını tetiklemektir." İşte, Müslümanları birbirine düşman etmek için, buldukları en etkili silâh budur, yani mezhepçilik fitnesidir.
Ne yazık ki, bazı Müslümanlar bu fitneye düşmektedir. Hâlbuki Müslümanlar, diğer din mensuplarının bile, ibadet özgürlüğüne ve tapınaklarına, hiçbir dönemde dokunmamışlardır. Peygamberimiz (sav) Efendimiz, Necranlı Hıristiyan heyetin Medine Mescidi'nde dinlerine göre ayin yapmalarına izin vermiştir.
Mezhepçilik fitnesi, kendi mezhebini dinin esası kabul etme, onun dışındakileri batıl görmekle başlar ve tekfirciliğe kadar gider. Ali Şeriati, bu konuda şu önemli tespitlerde bulunur: "Şiiler ve Sünniler, genelde tek milleti meydana getiriyorlar. Birkaç istisna sorun hariç, aralarında itikadi ve ameli alanlarda ortaklık söz konusuydu. Fakat Safevi, Şia rejiminin kuruluşundan sonra -Safevilerin asıl düşmanı Sünnilikten ziyade Osmanlı idi- Safeviler, düşmanlığı azaltan, birliği güçlendiren ortak yönü hemen ortadan kaldırmaya başladılar. Şia'nın kendini ayrı bir din sahibi, Ehl-i Sünnetin de kendini ayrı ve zıt bir din sahibi bilmesini istediler." (Bkz. Öze Dönüş, s. 332).
Ali Şeriati'nin dediği gibi gerçekten de Şii-Sünni tek bir millettir. A. Cevdet Paşa da aynı görüşü şöyle seslendirir: "Müslüman ve Muhammedi denilen Ümmeti Muhammed, Ehl-i Sünnetle, Şiilerden ibarettir."
Bugün Müslümanlar olarak önümüzde iki yol bulunmaktadır: Ya bölünüp, parçalanıp bağımlı ve uydu bir halde yaşayacağız, ya da birlik olup bütün emperyalist emelleri engelleyeceğiz. O bakımdan Müslümanların birliğini bozan her hareket, -mezhepçilik dâhil- İslâm'a ihanettir.
İslâm'ın asıl düşmanı, İslâm'a inanan, fakat farklı mezhep ve meşrepte olanlar değil, İslâm'a inanmayanlardır. İmam Humeyni, mezhepçilik yapmanın anlamsızlığını ve bunun düşmanın ekmeğine yağ sürmek olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: "Biz kendi aramızda namazda elimizi şöyle bağlayalım, böyle bağlayalım diye tartışıp dururken, düşman gelip ellerimizi kesiyor. Sünni-Şii bahanesiyle vahdeti baltalayanlar, düşmanların uşağıdır."
Müslümanların birliği, hiçbir eylemde bulunmasalar bile, Müslümanlara güç, düşmanlara da korku vermektedir. Buna en güzel örnek, Sultan Abdülhamid'in "İttihad-ı İslâm" politikasıdır. İngiltere Sömürgeler Bakanlığı, İslâm coğrafyasında mezhep çatışması çıkarmak için binlerce ajan görevlendirdi, fakat başarılı olamadı. Başarılı olamayan ajanlar, neden olarak İttihad-ı İslâm politikasını ve İslâm âlimlerinin Müslümanları mezhep çatışmasından uzak tutmalarını göstermişlerdir.
Günümüzde mezhepçilik fitnesinin yeni bir senaryo ve yeni figüranlarla sahneye sürüldüğünü ilk gören ve işe temelden el atan Prof. Dr. Haydar Baş olmuştur. Onun takdire şayan çalışmalarını kim görmezden gelirse gelsin, tarih hakkıyla değerlendirecek ve hakkını verecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018