Bu yazıyı 8. Ehl-i Beyt Sempozyumu'ndan eve gelir gelmez kaleme alıyorum. Program olağanüstüydü, muhteşemdi. Sakın yazı yazdığım gazetenin düzenlediği programı tabii ki öveceğim diye düşünmeyin. Program gerçekten muhteşemdi. İnşaallah tüm Türkiye Meltem TV ekranları başında izlemiş ve alması gerekeni almıştır. Ama şunu da belirtmeliyim ki o salonda olmak bir ayrıcalıktı. Öyle bir muhabbeti çok az ortamda yaşayabilirdiniz. Bütün konuşmacılar çok önemli noktalara parmak bastılar. Farklı açılardan yaklaştılar. Yaşadığımız hayatı, bize yıllardır anlatılanları, kitaplarda okuduklarımızı bir kez daha sorgulamamıza sebep oldular.
Salon öyle kalabalıktı ki koltuk aralarında, yerlerde oturanlar, kenarlarda alt alta üst üste ayakta durarak konuşmaları dinlemeye çalışanlar vardı. Ama o şartlara rağmen kimse çıkıp gitmedi, herkes ilgiyle sonuna kadar dinledi. Dışarıda da içeri giremeyen bir o kadar insan vardı. Konuşmacıların her biri insanı kendilerine hayran bırakıyorlardı. Televizyonlarda, radyolarda hoca diye konuşan birçok insanın ne kadar da boş konuştuğunu ispatlar gibiydiler.
Hele ki finalde Prof. Dr. Haydar Baş Bey sahneye geldiğinde bütün salon ayakta dakikalarca alkışladı. Konuşmasına başlamak için bir süre alkışların susmasını beklemek zorunda kalan Haydar Baş Bey, öyle muhabbetli, öyle içten ve samimi bir konuşma yaptı ki gözyaşlarımızı tutamadığımız anlar oldu. Şahsen hangi vicdansız tek derdi insanları doğru yöne iletmek, uyarmak olan, son nefes olan böyle bir ilim adamına utanmadan, sıkılmadan iftira eder diye düşünmeden kendimi alamadım. Gerçi bu iftiraların ne kadar tutarsız ve hiçbir dayanağı olmayan iddialar olduğu da verilen cevaplarla ispatlanmış oldu ama yine de insan bu haksızlığa tepki vermeden edemiyor.
Bundan iki yıl önce Haydar Baş Bey'le birlikte Hz. Ali Efendimizin Irak'ın Necef şehrindeki türbesini ziyaret etme şerefine nail olmuştum. O güne kadar birçok türbe ziyaret etmeme rağmen o ziyaret bambaşkaydı. Öyle bir maneviyatı, öyle bir muhabbeti, feyzi ifade edebilecek kelime bulmam inanın ki mümkün değil. Tabi velayetin başı İmam Ali'yi ziyaret ediyorduk, kolay mı? Ama bu akşam şunu anladım ki oraya gitmeden de benzer duygular yaşanabiliyormuş. Prof. Dr. Haydar Baş Bey, "İmam Ali bana türbedarıyla haber gönderdi" dediğinde inanın aynı aşk hali bütün salonu sarmıştı, birçoğumuz gözyaşlarımızı tutamıyorduk ve anladım ki Hz. Ali'nin maneviyatı o salonda bizimle beraberdi. Çünkü biliyor ki o salondaki herkes onu seviyor, onun şefaatini istiyor, bu dünyada onun yolundan gitmeye çalışıyor ve öbür dünyada da onunla beraber olmak istiyor. Haydar Baş Bey, Fâtıma Anamızın makamını ziyaret edişini anlatırken o muhabbeti yeniden yaşadık ve hissettik ki O'nun eli üzerimizde. Fatıma Anamız da orada. Bizler yaşadığımız bu muhabbeti Haydar Baş Bey'e borçluyuz. Çünkü onların değerini, önemini ondan öğrendik. Onları sevmeyi ondan öğrendik. Karşılığında da hamdolsun ki Allah (c.c.) bize bu muhabbeti yaşattı.
Bugün Haydar Baş Bey'i önyargısız, gönlünü açarak dinleyen herkes bu muhabbeti yaşar. Bunun tadını bir kere alan da asla vazgeçemez. Bunu yaşamanız lazım. Ancak o zaman anlayabilirsiniz. Bu sözüm O'nu anlamayıp, ha bire O'na iftira atıp, hakkında olmadık fitneler çıkaranlaradır. Vazgeçin artık bundan! Kaybeden siz oluyorsunuz! İnanın bana Ehl-i Beyt gemisindeki aşk, gönlünüzde yaşadığınız tatmin olma duygusu hiçbir şeyde yok. Bırakın makam, mevki peşinde koşmayı, bırakın itibar peşinde, para, mal, mülk peşinde koşmayı. Bir kez olsun gerçekten kulak verin Haydar Hoca'ya. Bütün gün başınızı secdeden kaldırmasanız da yaptığınız bu Ehl-i Beyt düşmanlığı ile hiçbir yere varamazsınız. Bırakın dedikoduyu, fitneyi. Korkmayın sizi istemez ya da bu gemiye almaz diye. Tövbe eder de gelirseniz, kalbinizi Ehl-i Beyt'e açıp da gelirseniz, biner gidersiniz aşk gemisine. Bakın, hayat çok kısa, bu dünyalık çıkarlar için mahrum etmeyin kendinizi kurtuluştan. Bir gün anlarsınız elbette hata ettiğinizi ama?
Peygamber Efendimizin (s.a.a.) dediği gibi, gelin dört kolluya binmeden Ehl-i Beyt gemisine binin ki kurtuluşa erin. Yoksa sizin iftiralarınızla, düşmanlığınızla ne Ehl-i Beyt değerinden bir şey kaybeder, Ne de onların aşığı Haydar hoca bir şey kaybeder. Kaybeden sadece sizsiniz, bunu anlayın artık!
Salon öyle kalabalıktı ki koltuk aralarında, yerlerde oturanlar, kenarlarda alt alta üst üste ayakta durarak konuşmaları dinlemeye çalışanlar vardı. Ama o şartlara rağmen kimse çıkıp gitmedi, herkes ilgiyle sonuna kadar dinledi. Dışarıda da içeri giremeyen bir o kadar insan vardı. Konuşmacıların her biri insanı kendilerine hayran bırakıyorlardı. Televizyonlarda, radyolarda hoca diye konuşan birçok insanın ne kadar da boş konuştuğunu ispatlar gibiydiler.
Hele ki finalde Prof. Dr. Haydar Baş Bey sahneye geldiğinde bütün salon ayakta dakikalarca alkışladı. Konuşmasına başlamak için bir süre alkışların susmasını beklemek zorunda kalan Haydar Baş Bey, öyle muhabbetli, öyle içten ve samimi bir konuşma yaptı ki gözyaşlarımızı tutamadığımız anlar oldu. Şahsen hangi vicdansız tek derdi insanları doğru yöne iletmek, uyarmak olan, son nefes olan böyle bir ilim adamına utanmadan, sıkılmadan iftira eder diye düşünmeden kendimi alamadım. Gerçi bu iftiraların ne kadar tutarsız ve hiçbir dayanağı olmayan iddialar olduğu da verilen cevaplarla ispatlanmış oldu ama yine de insan bu haksızlığa tepki vermeden edemiyor.
Bundan iki yıl önce Haydar Baş Bey'le birlikte Hz. Ali Efendimizin Irak'ın Necef şehrindeki türbesini ziyaret etme şerefine nail olmuştum. O güne kadar birçok türbe ziyaret etmeme rağmen o ziyaret bambaşkaydı. Öyle bir maneviyatı, öyle bir muhabbeti, feyzi ifade edebilecek kelime bulmam inanın ki mümkün değil. Tabi velayetin başı İmam Ali'yi ziyaret ediyorduk, kolay mı? Ama bu akşam şunu anladım ki oraya gitmeden de benzer duygular yaşanabiliyormuş. Prof. Dr. Haydar Baş Bey, "İmam Ali bana türbedarıyla haber gönderdi" dediğinde inanın aynı aşk hali bütün salonu sarmıştı, birçoğumuz gözyaşlarımızı tutamıyorduk ve anladım ki Hz. Ali'nin maneviyatı o salonda bizimle beraberdi. Çünkü biliyor ki o salondaki herkes onu seviyor, onun şefaatini istiyor, bu dünyada onun yolundan gitmeye çalışıyor ve öbür dünyada da onunla beraber olmak istiyor. Haydar Baş Bey, Fâtıma Anamızın makamını ziyaret edişini anlatırken o muhabbeti yeniden yaşadık ve hissettik ki O'nun eli üzerimizde. Fatıma Anamız da orada. Bizler yaşadığımız bu muhabbeti Haydar Baş Bey'e borçluyuz. Çünkü onların değerini, önemini ondan öğrendik. Onları sevmeyi ondan öğrendik. Karşılığında da hamdolsun ki Allah (c.c.) bize bu muhabbeti yaşattı.
Bugün Haydar Baş Bey'i önyargısız, gönlünü açarak dinleyen herkes bu muhabbeti yaşar. Bunun tadını bir kere alan da asla vazgeçemez. Bunu yaşamanız lazım. Ancak o zaman anlayabilirsiniz. Bu sözüm O'nu anlamayıp, ha bire O'na iftira atıp, hakkında olmadık fitneler çıkaranlaradır. Vazgeçin artık bundan! Kaybeden siz oluyorsunuz! İnanın bana Ehl-i Beyt gemisindeki aşk, gönlünüzde yaşadığınız tatmin olma duygusu hiçbir şeyde yok. Bırakın makam, mevki peşinde koşmayı, bırakın itibar peşinde, para, mal, mülk peşinde koşmayı. Bir kez olsun gerçekten kulak verin Haydar Hoca'ya. Bütün gün başınızı secdeden kaldırmasanız da yaptığınız bu Ehl-i Beyt düşmanlığı ile hiçbir yere varamazsınız. Bırakın dedikoduyu, fitneyi. Korkmayın sizi istemez ya da bu gemiye almaz diye. Tövbe eder de gelirseniz, kalbinizi Ehl-i Beyt'e açıp da gelirseniz, biner gidersiniz aşk gemisine. Bakın, hayat çok kısa, bu dünyalık çıkarlar için mahrum etmeyin kendinizi kurtuluştan. Bir gün anlarsınız elbette hata ettiğinizi ama?
Peygamber Efendimizin (s.a.a.) dediği gibi, gelin dört kolluya binmeden Ehl-i Beyt gemisine binin ki kurtuluşa erin. Yoksa sizin iftiralarınızla, düşmanlığınızla ne Ehl-i Beyt değerinden bir şey kaybeder, Ne de onların aşığı Haydar hoca bir şey kaybeder. Kaybeden sadece sizsiniz, bunu anlayın artık!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Asude Havuzlu / diğer yazıları
- Mutluluk… / 22.11.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020