Sınır güvenliğimiz tehlikede

Türkiye'yi içlerine asla almayacak olan, bu gerçeği her platformda dile getiren, esasen dağılmaya yüz tuttuğu için de üye olmak için uğruna yapılan çabaların tamamen anlamsız olduğu AB için taviz üstüne taviz vermeye devam ediyoruz.
AKP hükümeti, dünyanın en stratejik ve hata kaldırmayan coğrafyasında olan ülkemizin sınırlarının güvenliğini üzerimizde Sevr ve Şark Projesi hesapları olan AB'den aldığımız akılla tanzim etme kararı aldı.
Esasen bu karar bugün alınmış bir karar da değil. AKP iktidara geldikten iki yıl sonra, Eylül 2004'te bu konu Türkiye'nin gündemine gelmişti.
O günkü haberlerde, Türkiye'nin AB'ye üye olması durumunda sınır güvenliğinde yeni düzenlemeye gidileceği, proje kapsamında sınırda görev yapan askerlerin yerini sınır polislerinin alacağı ve bunun için Sınır Emniyet Genel Müdürlüğü oluşturulacağı ifade ediliyordu. Hatta İngiliz ve Fransızlardan oluşan uzmanların proje kapsamında Skorsky helikopterlerle sınırlarımızda inceleme yapacağı belirtiliyordu. 
Aradan 5 yıl geçti, bu arada hangi adımlar atıldığını bilmiyoruz, projenin detayları biraz daha dillendirilir oldu. Aralık 2009 tarihinde çıkan haberlerde, projenin isminin "Entegre Sınır Güvenlik Sistemi Projesi" olduğu, AB reformları kapsamında; sınır güvenliğinin askerin kontrolünden çıkacağı, 390 sınır karakolunun kapanacağı, sınırlarda görev yapan 34 bin askerin boşa çıkacağı belirtildi.
 Ayrıca, projenin 2012'de faaliyete geçeceği, sınırların toplam 70 bin sınır polisi tarafından korunacağı, yurt genelindeki tüm hava, kara ve deniz sınırlarının bu polislerin kontrolünde olacağı, sınırlarımızın AB ile ortak geliştirilen Taşınabilir Otonom Sınır ve Geniş Alanlar İleri Gözetleme Sistemi (TALOS) denilen elektronik bir gözetleme sistemiyle kontrol edileceği açılandı.
2010 yılında çıkan haberlerde de uygulanacak bu projenin Macaristan sınırlarında uygulanan sistem olduğu belirtildi, Macar proje yerleşik eşleştirme (RTA) danışmanı Albay Gabor Kovacs ile proje uzmanı Janes Janel tarafından hazırlanan taslak yönetim şeması, İçişleri Bakanlığı'na sunuldu.
Proje, Suriye kriziyle beraber mültecilerin akın akın Batılı ülkelere geçmesi bahanesiyle bugünlerde yeniden öncelikli olarak gündeme geldi ve İçişleri Bakanı Efkan Ala yaptığı basın açıklamasıyla, "Sınır güvenliğini sivil birimler sağlayacak" diyerek kamuoyuna duyurdu.
Bakan Ala, askerin sınırdan çekilmesinin AB fasıllarının açılması ve vize muafiyeti sağlanmasına ilişkin pakette yer aldığını ifade etti. Yine AB, yine büyük bir taviz?
Ala, konuyla alakalı şunları söyledi: Bizim sınırlarımızı askeri birliklerimiz, Kara Kuvvetlerimiz koruyor. Bazı yerlerde jandarma vardı, sonra tek elden yürüsün diye şimdi Kara Kuvvetleri koruyor. Ama peyderpey, tabii maliyetli bir konu? Önümüzdeki dönemde bunun, Avrupa Birliği prosesi ile de uyumlu reform paketlerinin içerisinde çıkartılarak artık sivil bir alana, sivil bir müesseseye kavuşturulması için çalışmaları yürütüyoruz."
Yeni Mesaj gazetesinin manşetinden verilen haberde, şu kritik sorular soruldu:
* Hükümetin sınır güvenliğini teslim ettiği sivil birim kimlerden oluşacak? 
* Bu siviller arasında yabancılar olacak mı?
* Atılan adım başarısız olursa ne yapılacak? 
* Türkiye'nin sınır güvenliğinde Avrupa Birliği ve ABD'nin yetkisi olacak mı? 
* Sınır güvenliğinin teslim edildiği sivil birim üzerinde siyasetin ne denli etkisi olacak?
Hatırlarsanız, Suriyeli mülteciler konusunda, Türkiye'nin AB'nin tampon bölgesi haline dönüştürülmesi gündeme geldiğinde, AB'nin Türkiye'den talep ettiği konular arasında, "Türk sahillerinde ve karasularında AB güvenlik güçlerinin devriyesi için Ankara'dan onay talebi" de vardı. Bu denetimin Avrupa Sınır Güvenliği (Frontex) ve Avrupa Polisi (Europol) tarafından kara, deniz ve hava sahalarımızda yapılması isteniyordu.
Binlerce yabancı asker zaten üslerimize, limanlarımıza, savaş uçaklarıyla, savaş gemileriyle birlikte yerleşmişti, Suriye meselesi sebebiyle Türkiye zaten fiili bir işgal süreci içindeydi, şimdi AB'nin polisleri de gelecek. Üslerimizde yabancı asker, şehirlerimizde yabancı polis? Aynen Osmanlı'nın son dönemleri gibi? 
Türkiye, AB üyesi olmadan 31 Aralık 1995 tarihinde Gümrük Birliği'ne girdi, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), Gümrük Birliği'ne girişimizin zararının Ağustos 2013 itibarıyla 221 milyar doları geçtiğini bildirdi.
Şimdi de AB hala ufukta bir serap ve bizler yine AB üyesi ülkeye dayatılan bir uygulamayı hayata geçiriyoruz ve bu sınırlarımızla alakalı?
Sonra, sivilleşen yargının, sivil ağırlığı olan kurumların ne anlama geldiğini Türkiye çok iyi biliyor. Demokrasinin bir gereği olarak kuvvetler ayrılığının korunması gerektiği ülkemizde, bütün erklerin sivil çatı altında toplanması, siyasi irade üzerindeki özellikle Suriye petrolleri ve terörün geçişi ile ilgili şaibeler, genel olarak siyasi iradenin Suriye ve Irak politikalarındaki yanlışlar; bu tür sınırlarımızın güvenliğini sivilleştirme ve hatta yabancılaştırma adımının çok kötü sonuçlar doğulacağını göstermektedir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın AB, üniter yapı, kuvvetler ayrılığının önemi, ülkenin bekası için kurumların korunması konusundaki uyarıları mutlaka dikkate alınmalı ve zaten Batı taşeronluğu sebebiyle kevgire dönen sınırlarımızın güvenliğinin devredilmesinin, kümesin kapısının tilkilere emanet edilmesi misali nelere yol açacağını iyi düşünmeliyiz.