Milletlerin, ulusların yaşadığı hüzünlü ve sevinçli bütün olayları, birbirleriyle yaşadıkları halleri, kültürlerini, medeniyetlerini tahlil edip, daha sonra yaşadıklarıyla ilişkilendirip sebep sonuç ilişkisini objektif olarak ortaya koymaktır tarih.
Kimi devletler, uluslararası ilişkilerdeki siyasi tavırlarını, menfaat ve çıkarlarının hesabına göre, bazı devletler tarihlerindeki dost veya düşmanlığına göre, bazı devletler de, mezhepsel dinsel veya ırk, kavmiyet bağlarına göre şekillendiriyor.
Komşumuz olan devletlerle siyasi ilişkilerimizin, tarihimizde yaşadığımız, dostluk veya düşmanlık hukukuna göre olamayacağını Ulu Önder
Mustafa Kemal Atatürk en iyi biçimde görmüş ve "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesiyle somutlaştırmış, siyasetini şekillendirmiştir.
Atatürk'ün bu siyasetini anlayamayanlar, bu coğrafyada değil dost edinmek, varlıklarını sürdüremezler.
Bu coğrafyada Osmanlı'yı, yalnız Batılı Hıristiyan devletlerin bitirdiğini mi zannediyoruz! Osmanlı, hükmettiği kendi coğrafyasında istenmeyen abi olmuştu.
Buna bir örnek Suudilerden verelim. Suudiler çölün ortasından, Riyad'dan Der'iyye'den gelip Mekke'yi 1803 yılında işgal etmişlerdi. Ne bir türbe ne de bir mezar taşı bırakmayan Riyad merkezli Suudiler, başta Hz. Hatice annemizin evi olmak üzere sahabeden ileri gelenlere ait oldukları bilinen, hatıra olarak korunan evleri bile yıkmışlardı.
Medine'yi ise 1805 yılında ele geçiren Suudiler, başta Baki kabristanı olmak üzere şehirdeki türbeleri ve mezar taşlarını yıktılar. Peygamber Efendimizin (s.a.a.) türbesindeki süslemeleri tahrif edip, değerli eşyaları gasp ettiler. Suudilerin bu işgalleri neticesinde Osmanlı Sultanı II. Mahmut, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'ya, Suudilere karşı harekete geçmesini emretti.
Yaklaşık on yıllık bir işgalden sonra 1812 yılında Mekke ve Medine ancak geri alınabilmişti. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa, Suudilerin merkezi Riyad'ın hemen yanı başındaki Der'iyye'yi ancak 1818 yılında ele geçirilebilmişti. Ele geçirilen Suudilerin lideri Abdullah b. Suud ve yakın çevresi, ilk başta valilik merkezi Kahire'ye, sonrasında İskenderiye'den deniz yolu ile İstanbul'a getirilip, idam cezası ile cezalandırılmışlardır. Şimdiki Suudi kralının, büyük dedesi İstanbul'da 1820 yılında idam edilmiştir.
Osmanlı'ya Birinci Dünya savaşında, en acı tecrübeyi yaşatan, savaşın en çok hareketliliğin yaşandığı bölgenin Hicaz bölgesi olduğunu unutmayalım.
Şimdi kim, Osmanlı'nın devamıyım dediğinde, Suudi Arabistan devletiyle nasıl bir uluslararası hukuk kurabilir? Veya onlar dedelerini idam edenlere ve devamı olduklarını iddia edenlere hangi gözle bakarlar?
Bilmem Atatürk'ün neden "Yurtta sulh cihanda sulh" dediğini anlayabildik mi?