BTP İstanbul İl Başkalığı III. Olağan kongresi bir mitingi havasında geçti. On binden fazla insanın katılımıyla il kongresi yapmak, çok şey ifade eder.Kaç siyasi parti ülkede, böylesi bir ihtişamda il başkanlığı kongresi tertipleyebilir?Emeği geçen herkesi kutluyorum.Yeniden İl Başkanlığına seçilen Fuat beyi ve kadrosunu da kutuluyorum.Katılımcılar sayısal açıdan muhteşem olsa da, asıl ihtişam katılanlardaki canlılık ve coşkuydu.BTP'nin iktidar yürüyüşünün ayak sesleriydi o coşku.Kongrenin en candan yanı Genel Başkan muhterem Prof. Dr. Haydar Baş'ın yaptığı konuşmaydı.Ağırlıklı olarak son gelişmelere değindiği konuşmasında, hem coşturdu, hem de bilgilendirdi.Ve tabii projelerini anlattı.Konuşmasına, haklı olarak "ulusalcılık düşmanlığı" yapma misyonunu üstlenen "ulusalcı" medyayı ikaz ederek başladı.Medyayı, hani şu, işgal yıllarında "müstevlilerle" hem fikir olmuş, düşünce ve ideal birliği içine girmiş medyayı. Mütareke medyasını andıran bir "çarpık yaklaşımla" ülkede meydana gelen vahim olayları örtüp, insanımızı lambur-lumbur, tarhana-bulgur edebiyatıyla oyalayan medyayı, ülke topraklarının yer altı kaynaklarıyla haraç-mezat satılığa çıkarıldığı bir zamanda kuyuya düşen kediye ağıt yakmayı büyük bir görev sorumluluğuyla(!) yerine getiren medyayı ikaz ettiler.Bu medya kadar, muhafazakar olmayı muhafaza-i kâr/menfaati kollayan olmakla karıştıran medya da aynı oyunu bir parçası bugün.Din, iman aşkına sağa sola yumruk sallayanlar, slogan atıp, sarımsak toplayanlar, onlar da suspus olmuş olanlar karşısında.Meğer din derken anlatmaya çalıştıkları Hıristiyanlık imiş.Baksanıza, şeriat düşmanı diye hakaretler yağdırdıkları devletin ihalelerini kapınca şeriat meriat ve meriyyat dertleri kalmamış.Atatürk'e "hilafeti kaldıran" diye hakaret edenlerin derdi, İslamî hilafet değil de, Ortodoks papazının halifeliği anlamına gelen ekümeniklikmiş meğer.Araya not: Atatürk hilafeti falan kaldırmadı.Atatürk'ün "en büyük fitne merkezi" ilan ettiği patrikhane bunların yerel yada ülke yönetimleri döneminde tarihinin en zirve dönemine kavuştu.Getirilmesi hedeflenen(!) şeraitten kasıt ise Hıristiyanî değerler imiş meğer.Baksanıza, sayelerinde, çıkardıkları kanunlarla ülke misyoner mahfiline dönü.Varlık şartlarını devlet-millet kavgasına bağlayanların Haydar Baş'tan rahatsız olmaları normaldir.Bu senaristler önce "saltanatı" "şer'î yönetim" ilan ettiler. Sonra, onun yerine ikame edilen Cumhuriyeti "şeriat karşıtı", yani dinsiz ilan ettiler. Sonra, kahir çoğunluğun, %99'un (ki, başbakan papaya bu rakamı %95 olarak duyurdu) Müslümanlara "bu yönetim dinsizdir" fikrini aşıladılar ve son vuruşu da "Müslüman isen dinsiz cumhuriyetle kavgalı olmak zorundasın" cümlesiyle yaptılar.Sonuç, devletiyle kavgalı bir millet nakavt edildi.Kim kazandı, yıllardır ülkeyi soyup soğana çevirenler.Bu kavgada, ne din referansıyla ülkesine düşmanlık edenler samimiydi, ne de devleti koruma adına milletin dini değerlerine saldıranlar samimiydi.Niye mi?Çünkü, din derdiyle devlete hakaret edenlerin, ülke Hıristiyanlaşırken seslerinin çıkmamasından daha büyük samimiyetsizlik olur mu din adına? Din aşkıyla yanıp tutuşanların, her geçen gün artan bu vahim tabloyu sessiz sedasız izleyip, hatta hikmetle yorumlaması mümkün olur muydu?Peki ya, güya ülke aşkına samimi dindarlara hakaretler yağdırıp onları potansiyel düşman ilan edenlere ne demeli?Devlet devlet deyip halkın değerlerine saldıranların, ülkenin bugünlerde parsel parsel satılmasın karşısında gıgları çıkmıyorsa, bu anlayışa samimi demek mümkün mü?Şu acayipliğe bakın ki, dünün "mücahitleri" ile "aman ha devlet"çileri ülkenin bu parselasyonunda ahenkle dans ediyorlar.İşte tam da bu yerde bir insan, bir nurlu yüz, bir ağzı dualı bu oyunu bozuyor.O nurlu yüzden, Prof. Dr. Haydar Baş'tan rahatsızlık duymaları bu yüzdendir.Çünkü ona ait olan "dinî bütünlük millî bütünlük" denklemi bu oyuna en büyük engeldir. Düşünün ki, bir insan çıkıp;"Ben dindarım, ben ulusalcıyım, ben bağımsızlık yanlısıyım" diye haykırıyor.Oysa kaç on yıldır bu ülkede dindar olmanın/sayılmanın ilk ve tek şartı; devlete düşman olmak, M. Kemal'e düşman olmak, orduya düşman olmak, bazı kavramlara hakaret yapmaktan ibaretti.Yani, ne kadar düşmanlık, o kadar takva.Yok, hayır, asla dedi O ve ekledi;Bağımsız devlet, güçlü ordu, sağlam aile.İlmi, siyasi, iktisadi tezlerin sahibi olmanın yanında muhterem Prof. Dr. Haydar Baş, aynı zamanda dinî sahada da otorite ve etkin bir şahsiyettir O.Birilerinin en büyük korkularından bir de bu olsa gerektir.Oysa dindarlığı dünyeviliğiyle çelişen Müslüman değil, papadır.Müslüman ise; bugün ölecekmiş gibi "dünyevî", yarın ölecekmiş gibi "uhrevî" olan, olma zorunda olan kişidir.Yani Müslüman denge insanıdır.Prof. Dr. Haydar Baş'ın "dindarlığı" bu denge üzerine kuruludur.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024