15. yüzyılda coğrafî keşiflerle beraber başlayan sömürgecilik faaliyetleri, 18. ve 19. yüzyılda kapitalizmle devam etmiş, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise globalleşme adı altında ve daha farklı metodlarla uygulamaya konulmuştur. Metod ve isim farklı olsa da öz aynıdır. Geçmişte sömürgeleştirilecek bölgelere asker çıkarmak sureti ile sömürü faaliyetlerini sürdüren Batı dünyası, bugün pahalı ve riskli bir uygulama olan silahlı işgalin yerine küreselleşme (diğer adı globalleşme) kavramını getirip oturtmuştur. ABD'nin başını çektiği küreselleşme, tarih boyunca süregelen sömürgecilik faaliyetlerinin ve sömürü yöntemlerinin teknolojik gelişmeler ve iktisadî güç kullanılmak suretiyle genişletilmesi ve geliştirilmesinden ibaret bir kavramdır. Küreselleşmenin en önemli silahı ekonomik güçtür.
Hâl böyle iken, altı yüzyıl çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş, ardından sömürgeci Batı ülkelerine karşı büyük bir Kurtuluş Savaşı vermiş ve yeni bir devlet vücuda getirmiş bir millet olarak bizim bugün, Avrupa'nın peşinde bir uydu ülke olarak varlığımızı devam ettirmemiz ne hazin tecellidir.
Bize yakışan bölgemizde lider ülke olma yolunda milli çıkarlarımıza uygun politikalar belirlemek, Türk dünyası ile İslam alemi arasında bir köprü vazifesini üstlenip, bu ülkelerle her alanda işbirliği meydana getirmektir. Aynı tarihi, aynı inancı, aynı dili, aynı kültürü paylaştığımız büyük bir Türk dünyası hakikati mevcut iken, başımızı devekuşu gibi kuma gömmemiz hangi mantıkla izah edilebilir?
Bizim boş bıraktığımız bu alanda Rusya Kafkas petrolünün, doğalgazının ve değerli madenlerin çıkartılması ve işletilmesi konusunda inisiyatifi ele almış durumdadır.
Halbuki bu dünya ile tarihî ve dinî bağları olan yegane ülke Türkiye'dir.
Ülke insanına iş ve aş bulma noktasında acziyetini itiraf etmiş olan siyasi irademiz, "gelsin bizi Avrupalılar yönetsin" demek suretiyle bütün umutlarını oraya bağlamış durumdadır. Senelerdir kapısında yalvarmaktan bıkmayan aynı irade "illa da AB" derken, Dimyat'a pirince gidip evdeki bulgurdan olan zavallının hali gibi el açmaktan başka hiçbir icraata imza atamamaktadır.
Halbuki kendimize olan güven duygumuzu diri tutup, dışımızdakilere değil, kendimize güvensek, bizi parçalamaktan ve sömürmekten başka bir maksadı olmayan Avrupa rüyasından uyansak, global sömürünün çarklarından kendimizi kurtarabiliriz.
Milli bir devlet arayışına ihtiyacımız vardır. Aksi taktirde merkez olmak yerine uydu ve sömürülen bir ülke olmaktan asla kurtulamayız.
Neyse ki bu acı netice bu aziz milletin akıbeti olmayacak. Zira "Yeminle konuşuyorum, iki senede Avrupa'yı, üç senede Amerika'yı yakalarız. Dördüncü senede de dünyanın tek lider ülkesi oluruz" diyen bir lider yine bu milletin bağrından zuhur etti. Program ve somut projeleriyle yalnız Türkiye'nin değil, dünyanın da bu lidere ihtiyacı var. Milletimiz seçim gününü şimdiden bayram ilan etti. Çünkü parçalanmayla yüzyüze olan bu bünye Baş'ına kavuşacak.