Yabancı sermaye ile kalkınma tezi, Tanzimatçıların bıraktığı bir mirastır. Cumhuriyetin kurucuları, bu tezi rafa kaldırdılar, yerine öz kaynaklarla kalkınma tezini koydular. Şimdi hükümet ve yandaşları, bu gerçeği tersyüz etmeye çalışıyorlar. Diyorlar ki: "Atatürk ve arkadaşları, milli kaynaklarla yetinmeyi mecburen benimsediler. Benimsemelerine, 1929 yılında patlar veren 'Büyük Dünya Buhranı' sebep olmuştur". Bu da, "Atatürk bize AB'ye girmeyi hedef gösterdi" sözü gibi tarihin, zaman ve mekanın yalanladığı bir sözdür. Zira Atatürk, öz kaynaklarla kalkınma hamlesini 1923'te başlattı. Buhran ise 1929'da oldu. Yalanın, tarihi çarpıtmanın bu kadarına da pes derler. Bilinen o ki, Atatürk, yabancı sermayeye ta baştan karşı idi. Bu görüşünü, 1. İktisat Kongresi'nde şöyle dile getiriyordu: "Mazide Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkie malikti. Devlet ve hükümet, ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır". Her alanda milliliği esas alan böyle bir lider için, "ekonomide mecburen milli bir politika uyguladı" denilebilir mi? Bunu diyenlere göre, kalkınmak için sermaye de, sistem de mutlaka yabancı olmalıdır. Halbuki Atatürk'ün uyguladığı sistem de milli idi. Nitekim H. Laufenburger bunu teyit eder ve şöyle der: "Bu sistem, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuştur ve bizzat Türkiye'ye özgü bir sistemdir". Aynı şekilde BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş da, Türkiye'ye özgü milli bir model ortaya koydu. Bundan faydalanması gerekenler, o bildik teraneleri tekrarlıyorlar: "Yabancı sermayesiz olmaz da olmaz". Kalkınan ülkelere baksalar, gerçeği görecekler, ama bakmıyorlar. Bazısı, bakar kör misali, baksa da göremiyor. Dünyayı azıcık tanıyan herkes bilir ki, yabancı sermaye değil, dış yardımlar bile karşılıksız, maksatsız yapılmaz. Örnek olarak, 1956 yılında Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nce hazırlanan raporu gösterebiliriz. Bu raporda, Amerikan yardımları için şöyle deniliyordu: "Amerikan yardımı bir hükümet girişimi olarak başkalarının çıkarı için yapılan bir şey değildir. ABD ne sadaka veren bir kuruluş ve ne de ekonomik yardım Amerikan halkının cömert ruhunun dışarıya yansımasıdır... Teknik yardım ABD'nin dış politikasını yürütmek ve ulusal çıkarlarını dışarıda geliştirmek için mevcut araçlardan bir tanesidir". (Bkz. Karşı Devrim, Çetin Yetkin, s.360). Amerikan çıkarının bir sınırı var mı? Bu sorunun cevabını, Reagan'ın savunma Bakanı Casper Weinberger'in Kongre'de 1985 bütçesinin sunuş konuşmasından alalım ve bunu yabancı sermayeye teşmil edelim: " Ülkemizin dışındaki çıkarlarımızı sınırlandırmak aldanmaktır. Bu tabirin sınırı yoktur. Bu tabirin içine, ABD'nin ihtiyacı olan veya olabilecek her şey girer". Şu gerçeği de hatırlarsak, bu sözlerin manasını daha iyi kavrarız. Özellikle ABD'li ve İsrailli sermayedarlar, devletleriyle işbirliği içerisinde çalışırlar. Kendilerine milli çıkarları koruyacaklarına dair yemin ettirilir. Yeminini bozanlar olursa, işten el çektirilir ve en ağır bir şekilde de cezalandırılır.Aslında ekonomi tarihi, yabancı sermaye ile kalkınmış bir ülke kaydetmiyor. Kalkınan bütün ülkeleri inceleyiniz, hepsinin öz kaynaklarıyla kalkındığını göreceksiniz. Küreselleşmeciler, yabancı sermaye ile kalkınmaya örnek, Hong Kong ve Singapur'u gösteriyorlar. Ne kadar yanlış, ne kadar büyük yalan. Bu ülkeler, kalkınmamışlar, zenginleşmişler. Aynı durum, petrol ihraç eden ülkeler için de geçerlidir. Dahası, bu ülkeler küçüktürler, Türkiye gibi büyük ülkelere örnek olamazlar. Görüldüğü gibi, küreselleşmeciler, 'ekonomik kalkınma' kavramının da içini boşaltıyorlar. Artık onlar, ekonomik kalkınmadan, sanayileşmeyi, üretim artışını, ihracatı, kendi kendine yeterliliği, yapısal değişimi anlamıyorlar. Anladıkları kalkınma, döviz, borsa ve faiz üçgeni ile sınırlı. Zaten ekonomik kalkınmadan ziyade, 'yükselen piyasa' kavramını kullanıyorlar. AKP hükümeti de aynı anlayışta. Dubai Şeyhi'nin İstanbul'a yapacağı 300 metrelik burgu kulelerle Türkiye'nin kalkınacağını zannediyor. Olmaz efendim olmaz. Türkiye'yi kulelerle doldursanız, yine kalkınmış ülke sınıfına giremezsiniz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018