İz'anların, idraklerin dumura uğratıldığı, basiret ve firasetlerin kapandığı, kapatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Siyahı siyah, beyazı beyaz göremeyenlerin sayısı hızla artıyor. Yani renk körlüğü tek tek tedavi gerektirecek kadar yaygınlaştı.
Mutlak acılığını tadarak tecrübe ettiği halde, ağzı-dili hala yanıyor olduğu halde, aynı şeyin tatlılığına dair duyduğu habere, dinlediği yoruma inanacak kadar kendi tad alma organının yanıldığına hükmedecek kadar "yalana teslimiyet", iz'ansızlık ve idraksizlik dalga dalga yayılıyor.
Bu zihniyet zaafiyeti, böylesine algılama bozukluğu, bu denli bakış ve görüş bulanıklığı, mutlak zararı kâr görme sonucunu, mutlak düşmanı dost ve müttefik görme, alçalışı yükseliş olarak telakki etme neticesini doğuruyor.
Ne işsizlik, ne yokluk-yoksulluk, ne borçlanmak, hiçbiri bu kadar tehlikeli değildir bir millet için. Çünkü bir fert, bir kitle işsiz olduğunun farkında değilse, işsizliğin kol gezmesini alabildiğine istihdam alanlarının açılması olarak algılıyorsa, bu yalanı yutacak, savunacak kıvama gelmişse, bu insana, bu topluma iş ara, iş bul, iş alanları oluştur dememizin hiç bir anlamı yoktur.
Son on yıldır yoğun olarak sürdürülen dinlerarası diyalog ki, basiret sahipleri buna misyonerliğin en gelişmiş silahı diyor, zihinleri değişime, dönüşüme hazırladı, ardından iktidar olan AKP ise bu zihinsel ifsadı tamamlamış oldu. Şimdi bu çevreler hezimeti hizmet, izmihlâli istiklâl, köleliği hürriyet, uşaklığı efendilik, taşeronluğu patronluk, batmayı çıkmak, batırmayı çıkarmak olarak anlıyor ve anlatıyorlar.
Bir milletin mankurtlaştırılması bu olsa gerek. Çeşitli ameliyelerle, oğlunun zihnini, anlama, kavrama ve hafıza melekesini dumura uğrattıktan sonra silahı eline tutuşturup anasını öldürten ifsad şebekeleri, fesat odakları ülkemiz ve milletimiz üzerine yoğunlaşmış durumda.
Hafıza, iz'an ve idrak erozyonuna uğramamış olsalardı, hem de haçlıların kardeşlerimizi katlettiği, topraklarımızı işgal ettiği bir dönemde haçı, kiliseyi, papazı, papayı sevdirme işine soyunup, bu talihsiz uğraşıyı da hizmet olarak algılama basiretsizliğine düşerler miydi? Yabancılara toprak satışını, maden yataklarının haçlı şirketlerine peşkeş çekilişini, misyonerliğin önünün açılmasını, kilise sayısının cami sayısına yetişecek tarzda tırmandırılmasını, Başbakanın eliyle "dinler bahçesi" saçmalığının kurdelasının kesilmesini, açılımın, gelişimin bir gereği olarak sayan tipler türer miydi?
Yapılanlar yetmemiş gibi, daha çok hizmet bekleyenler var bu hükümetten.
Yapılanlar yapılacakların habercisi değil mi?..
Mutlak acılığını tadarak tecrübe ettiği halde, ağzı-dili hala yanıyor olduğu halde, aynı şeyin tatlılığına dair duyduğu habere, dinlediği yoruma inanacak kadar kendi tad alma organının yanıldığına hükmedecek kadar "yalana teslimiyet", iz'ansızlık ve idraksizlik dalga dalga yayılıyor.
Bu zihniyet zaafiyeti, böylesine algılama bozukluğu, bu denli bakış ve görüş bulanıklığı, mutlak zararı kâr görme sonucunu, mutlak düşmanı dost ve müttefik görme, alçalışı yükseliş olarak telakki etme neticesini doğuruyor.
Ne işsizlik, ne yokluk-yoksulluk, ne borçlanmak, hiçbiri bu kadar tehlikeli değildir bir millet için. Çünkü bir fert, bir kitle işsiz olduğunun farkında değilse, işsizliğin kol gezmesini alabildiğine istihdam alanlarının açılması olarak algılıyorsa, bu yalanı yutacak, savunacak kıvama gelmişse, bu insana, bu topluma iş ara, iş bul, iş alanları oluştur dememizin hiç bir anlamı yoktur.
Son on yıldır yoğun olarak sürdürülen dinlerarası diyalog ki, basiret sahipleri buna misyonerliğin en gelişmiş silahı diyor, zihinleri değişime, dönüşüme hazırladı, ardından iktidar olan AKP ise bu zihinsel ifsadı tamamlamış oldu. Şimdi bu çevreler hezimeti hizmet, izmihlâli istiklâl, köleliği hürriyet, uşaklığı efendilik, taşeronluğu patronluk, batmayı çıkmak, batırmayı çıkarmak olarak anlıyor ve anlatıyorlar.
Bir milletin mankurtlaştırılması bu olsa gerek. Çeşitli ameliyelerle, oğlunun zihnini, anlama, kavrama ve hafıza melekesini dumura uğrattıktan sonra silahı eline tutuşturup anasını öldürten ifsad şebekeleri, fesat odakları ülkemiz ve milletimiz üzerine yoğunlaşmış durumda.
Hafıza, iz'an ve idrak erozyonuna uğramamış olsalardı, hem de haçlıların kardeşlerimizi katlettiği, topraklarımızı işgal ettiği bir dönemde haçı, kiliseyi, papazı, papayı sevdirme işine soyunup, bu talihsiz uğraşıyı da hizmet olarak algılama basiretsizliğine düşerler miydi? Yabancılara toprak satışını, maden yataklarının haçlı şirketlerine peşkeş çekilişini, misyonerliğin önünün açılmasını, kilise sayısının cami sayısına yetişecek tarzda tırmandırılmasını, Başbakanın eliyle "dinler bahçesi" saçmalığının kurdelasının kesilmesini, açılımın, gelişimin bir gereği olarak sayan tipler türer miydi?
Yapılanlar yetmemiş gibi, daha çok hizmet bekleyenler var bu hükümetten.
Yapılanlar yapılacakların habercisi değil mi?..
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- Son düzlükte her şey dümdüz / 04.09.2025
- Zalime karşı dönmeyen diller ebediyen dönmesin / 03.09.2025
- İnsanlığın yüzkarası / 01.09.2025
- Bütün sırların ortaya saçılacağı gün… / 26.08.2025
- Bağlandı yollarım kaldım çaresiz / 23.08.2025
- Ey dünya! Elini çabuk tut / 21.08.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- Son düzlükte her şey dümdüz / 04.09.2025
- Zalime karşı dönmeyen diller ebediyen dönmesin / 03.09.2025
- İnsanlığın yüzkarası / 01.09.2025
- Bütün sırların ortaya saçılacağı gün… / 26.08.2025
- Bağlandı yollarım kaldım çaresiz / 23.08.2025
- Ey dünya! Elini çabuk tut / 21.08.2025