Osmanlı Devletinden sonra, büyük zorluklarla kurulan Cumhuriyetimiz ilk yıllarında, iktisadi anlamda ciddi sıkıntılarla karşı karşıya idi. Yeni kurulmuş Cumhuriyet henüz ekonomiyi rayına oturtamamışken, milli gelirinin 28 katı gibi ciddi bir borcuda üstlenmek durumunda kalmıştı.Borcumuzdan da öte asıl sıkıntı köylü üretemez, çiftçi ekip biçemez bir haldeydi. Tam bir perişanlığın yaşandığı bir dönemdi Cumhuriyetin ilk yılları. Sanayi üretiminin hemen hemen hiç olmadığı, yatırımın yapılamadığı bir süreçten geçiyordu Türkiye. Evet, yıllarca süren savaşlarla yorgun ama genç Cumhuriyetimiz, bir yanda büyük miktarda borç, diğer yanda bu borçları ödeyebilmek için gerekli üretimin yapılamaması, yetişmiş insan gücü bulunmaması gibi çok ciddi zorluklar yaşıyordu.Kurtuluş zaferlerini ekonomik olarak desteklemeyen ülkelerin tam bağımsızlığını ilan etmiş sayılamayacağını, bundan sonra asıl olanın kendi üreten ve kendi kendine yeten bir ülke olması gerektiğine inanan M. Kemal Atatürk, top yekün bir seferberlik ilan etmiş. "Köylü milletin efendisidir" diyerek üretenin ve üretimin önünü açmış. Böylece köylü - çiftçi üretme imkanına kavuşmuş, ektiği, biçtiği gerçek değerini bulmuştur.Genç Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Önder Atatürk'ün ortaya koyduğu milli politikalarla birlikte, vermiş olduğu mücadeleyi kazanmış ve 1935'lerden itibaren tabloyu tersine çevirmiş ve köylüsüyle, çiftçisiyle üretmiş, gerekli sanayi yatırımlarını yapmış, ekonomisi sürekli büyüyen bir yapıya kavuşmuştur. Hatta uçak fabrikası kurulan ülkemiz, o dönem az sayıdaki uçak üreticisinden biri olmuş ve ürettiği uçakları Avrupa ülkelerine bile pazarlamıştır.M. Kemal, kendinden sonra gelecek olanlara; çalışan, üreten ve büyüyen dev bir ekonomi bırakmıştır. Peki Atatürk'ten sonra yönetimi devralan ve günümüze kadar getiren siyasetçiler acaba aynı başarıyı gösterebildi mi? Olağanüstü zor şartların ardından kurulan ve 15 yıl gibi kısa bir sürede dünyanın sayılı ekonomileri arasına giren Türkiye, Atatürk'ten sonra yoluna nasıl devam etti?Atatürk'ten hemen sonra, ABD'den aldığımız ilk borçla başlayan yanlışlıklar zinciri, 1950'li yıllarda AB süreci ile çok farklı kulvarlara girmiş, artık kendi insanımızın değil yabancı sermayenin menfaatleri ön plana çıkmıştır. "Borç alan emir alır" sözü gerçek olmuş ve yüksek maliyet ile üretim yapıldığı iddiasıyla uçak fabrikamız kapatılmış, ağır sanayi yatırımlarımızın önü kesilmiştir. Bize sadece tarım ürünleri üretmemiz, sanayi mamullerini ithal etmemiz talimatı verilmiş ve dönemin siyasi iradesi ise bu talimatı ülke ve millet menfaati! adına kabul etmiş, sonuçlarını hiç düşünmeden uygulamaya koymuştur.İşte bu anlayışın sonucudur ki; Türkiye, 1970'li yıllara gelindiğinde artık yoklukların ülkesi olmuş, karaborsanın en gösterişli zamanını yaşadığı bir döneme girmiştir. Kendimizin ürettiği şeker bile karaborsaya düştüğü ülkemizde, yağı ve tüpü karne ile almaya başlamıdık. 1980'li yıllarda çıkarılan ithalat yasalarıyla yabancı ürünlerin pazar cenneti haline gelen topraklarımızda yerli üretim (buğday, pamuk, narenciye vb. tarım ürünleri) maliyetlerin yüksek olması sebebiyle pahalıya mal olmaya başladı. Ve devam eden süreçte, çıkarılan yasalar, konulan kotalar birçok tarım ürününün üretimini bitme noktasına getirmiş, köylümüz arazisini ekemez hale gelmiştir. Üretimi yapılan mamul ise artık maliyetini bile karşılayamaz haldedir. Atatürk'ten hemen sonra, ABD'den borç alımıyla başlayan, ardından AB ile devam eden dışa açılım! sağ sol görüşlü hükümetlerden tutunda en dindar kimlikli görüntüleriyle, en milliyetçi gözükenleri de içine alan bir yelpazeyle sağlandı. Ancak bu öyle bir açılım oldu ki; siyasetçiler parsel parsel Türkiye'yi pazarladılar. Hatta açıkça "biz bu ülkeyi pazarlamaya geldik" ifadesini bile kullandılar. Bu dışa açılım! Türk sanayicisini, Türk çiftçisini, köylüsünü, 50 yılda tekrar üretemez hale getirdi. Milleti 3-5 kuruşa muhtaç hale getiren yasalar Atatürk'ten sonra başlayan ve bugün de değişik bir isimle devam eden siyasi iradenin eseri. Bir başka ifadeyle Ankara'nın marifetiyle millet fakr-u zaruret içine sürüklendi.Bütün bu süreçte milletimizi bir ses sürekli uyardı, yol gösterdi. Yapılan bütün yanlışları, ülkeye ve millete verilen zararları gün yüzüne çıkardı, insanımızı ayıktırdı, vatana ve millete her şart ve ortamda sahip çıktı. Tabii ki bu ses BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın sesi idi. Sayın Baş, ülkeyi karış karış gezerek, insanımızı ayıktırmaya, ikaz etmeye, yol göstermeye devam ediyor. Prof. Dr. Baş, bu defa da, Ankara'da yapılan Bağımsız Türkiye Partisi 3.olağan İl Kongresinde millete sahip çıktı, umut verdi, güç verdi. Yaptığı konuşmada tükenmişliği yaşayan çiftçiye, köylüye, sanayiciye, esnafa, memura, işçiye, herkese sahip çıktı. Projelerini anlatan Prof. Dr. Haydar Baş, artık el birliği, güç birliği yapma zamanının geldiğini söyledi. Binlerce kişinin katılımıyla yapılan kongrede; Sayın Baş'ın anlattıkları ayakta alkışlandı, salonu hınca hınç dolduran Ankaralılar, izlenen yanlış siyasete dur dedi. Haydar Baş Bey'le birlikteliğini haykırdı. Evet, Ankara siyasetinin yıllardır izlediği yanlış politikalarla tükenmek üzere olan bir milletin haykırışıydı bu. "Yiğit düştüğü yerden kalkar" atasözünde olduğu gibi, Türk halkının elini kolunu bağlayan, arkadan hançerleyen yasaların çıkarıldığı, bağımlı siyasetin ortaya konulduğu Ankara'da, Türk Milleti yeniden ayağa kalkmış, liderini bulmuş ve onun etrafında kenetlenmişti. Şölen havasında geçen kongreye emeği geçenleri ve BTP Ankara İl Başkanlığına yeniden seçilen Dr. Abdullah Terzi Bey'e teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012


















































































