İki dizesini yazımıza başlık yaptığımız bu halk müziği parçasını, hangi sanatçı söylerse söylesin, derhal dikkat kesiliriz, sözlerini biliyorsak iştirak ederiz ve sonuna kadar da dinleriz.
Bu eserin sadece bu iki dizesi bile, halimizi, ahvalimizi, durum vaziyetimizi, topyekun perişanlığımızı ve her bakımdan eriyişimizi yeterince anlatmaktadır.
Yağmurun ve güneşin yumurta gibi bembeyaz karlı dağların karını eritip coşkun sellere dönüştürmesi ne kadar normal, ne kadar tabii ise, koskoca ülke Türkiye'nin yüz yıllık birikimlerinin ve kaynaklarının erimesi ve eritilmesi de o kadar anormal ve bir o kadar da gayri tabii bir durum.
Niye eridik, nasıl eridik ve neden eridik?
Kim, kimlerle kafa kafaya vererek koskoca ülkenin kaynaklarını buharlaştırdı ve kimler; "dur bakalım ne olacak" kararsızlığı içinde olup- bitenleri yıllarca seyrettiler?
"Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür" sözünü haklı çıkartacak boyutlarda, cümle olumsuzlukları üst üste yaşadığımız bir zaman diliminden geçiyoruz.
Ülkenin içine sürüklendiği felaket durumu, yirmi yıldır yönetenlerin basiretsizliği ve ferasetsizliği ile açıklamak mümkün müdür bilmiyorum.
Nasreddin hocanın, oturduğu dalı kesmekte olan köylüye; "dikkat et biraz sonra düşeceksin" şeklinde yaptığı uyarıya benzer sayısız uyarıları, mevcut siyasi kadroya aklı başında, işten anlayan, konunun uzmanı hemen herkes fazlası ile yaptı.
Bu millet hacısı ile, hocası ile, köylüsü ile kentlisi ile, kadını ile erkeği ile hemen hepsi, her uyarıyı unutsa bile, merhum Prof. Dr. Haydar Baş'ın, televizyon ekranlarından, kapalı spor salonlarından ve nihayet miting meydanlarından yaptığı uyarıları, canhıraş feryadlarını asla unutamazlar.
Yunus Emre'nin; "Kastım budur şehre varam/ Feryad u figan koparam" sözlerini kendisine şiar edinen Haydar Hoca, gün oldu, en büyük şehirlerin en büyük meydanlarını tıka basa dolduran yüz binlere seslendi, gün oldu ta köylere ve kasabalara kadar gitti, kahvehanelerdeki eli nasırlı insanımızla yan yana, diz dize oturarak, göz göze gelerek ikazlarını yaptı, bugün yaşadıklarımızı satır satır, sayfa sayfa haber verdi.
Devlete sürekli gelir sağlayan, daimi istihdam ve üretim alanları olan kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesini şiddetle eleştirdi, özellikle stratejik bir alan olan tarımla ilgili kurumların elden çıkarılması halinde hem gıda sektöründe hiç hayal bile edilemeyecek krizler yaşanacağını hem de yağmur gibi zamların yağacağını yıllarca anlattı, hem halkı uyardı hem de yöneticileri.
Haydar Hoca'nın bir baba şefkati ile adeta feryad ederek yaptığı uyarılara kulak tıkayan, burun kıvıran hacım, şimdilerde her sabah yeni fiyatlarla karşılaştıkça apışıp kalıyor.
Aracını çekiyor benzin istasyonuna, gözlerini silerek bir bakıyor ki mazot olmuş 10 TL, gidiyor markete şeker olmuş, süt olmuş 10 TL…
Köylü feryad ediyor; gübrenin tonu çıkmış şu kadara, mazotun fiyatından ötürü eğer haczedilmemiş ise traktörümüzü yerinden oynatamıyoruz, fırıncı homurdanarak un torbasını silkeliyor ve aldığı fiyatı dillendiriyor.
Bir zamanlar bu ülkenin, bu devletin şeker fabrikaları vardı, gübre fabrikaları vardı…
Hacım, bilmem hatırlıyor musun?
- Önünde ardında ve kolunda servet… / 24.04.2024
- Hangisine daha çok üzüldünüz? / 23.04.2024
- Halleri var bizimkine benzemez / 22.04.2024
- ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-u salah’ / 20.04.2024
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024