Kerim Kitabımızı biraz dikkatle okuyanlar; "Akletmiyor musunuz, akıllarını kullanmıyorlar mı?" soruları ile biten birçok ayetin muhtelif surelere serpiştirildiğini fark ederler.
Aynı şekilde tefekkür ve tezekküre de sıkça dikkat çekildiğini biliyoruz.
Bütün bu hatırlatmalara ve ısrarla vurgulara rağmen bu gün bütün bir İslam âleminin aklını kullanmak yerine, tefekkür ve tezekkürü kuşanmak yerine adeta "uydum kalabalığa" tavrını ve tarzını benimsediği de saklanamaz bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Günlük ibadetlerinde dahi mutlaka okumak zorunda oldukları böyle bir kitabı elinde tutan bir kitlenin bu gün içinde bulundukları içler acısı duruma nasıl düştükleri, nasıl bu kadar evrildikleri ve ana yoldan ayrıldıkları elbette ciddi doktora tezlerinin başında yer almalıdır.
İlk kırılma nerde, nasıl ve niçin olmuştur?
Ufacık çatlakların zamanla tamir edilmesi gerekirken neden yüz yıllar içerisinde koca koca uçurumlara dönüştüğü ve kimler tarafından dönüştürüldüğü elbette sorgulanmalı ve Tevhid için bir çıkış yolu bulunmalıdır.
Yüzyıllar boyunca oluşan, oluşturulan bu uçurumların devam etmesinden yana olanlar ve bu doğrultuda söylem geliştirenler de mutlaka deşifre edilmeli ve kirli elleri bu ümmetin yakasından sökülüp atılmalıdır.
Bugün İslam coğrafyasının birçok köşesinde ne yazık ki artık akletmek isteyenler buna zaman bulamıyorlar, karışıklıktan ve kargaşadan tefekküre ve tezekküre de zaman ayıramıyorlar.
Zamanında akletmeyenlerin, akletmek için artık zaman bulamadıkları günlerden, aylardan ve yıllardan geçiyoruz.
İslam âleminin bir kesimi zamanında akıllarını kullanmadıkları için içine düştükleri kargaşa sebebiyle akletmeye vakit bulamazken diğer bir kesimi de onların halinden ibret almayarak "uydum kalabalığa" umursamazlıklarını sürdürüyor ve onlar da san ki akletmeye zaman bulamayacakları fitne ortamlarını beklemektedirler.
Kitleler aynı coğrafyalarda yaşamadıkları, aynı iklimleri paylaşmadıkları halde sanki aynı cürümleri işlemeleri sebebiyle kalpleri bir birlerine benzemiş ve bulundukları toplumlarda ayrılıkların, aykırılıkların ve ayrılıkçıların peşinde sürüklenmektedirler.
Yakın ve uzak tehlikelere karşı kendilerini uyaranlar yalnız bırakılıyor, birlikten yana olanlar yalnızlığa terk ediliyor ve ısrarla bir Firavun ahlakı olan bölücü ve parçalayıcı söylem sahipleri takip ediliyor ve destekleniyor.
Bugün artık, Enfal suresinin 46. ayeti güzel sesli hafızların bin bir makamla okudukları bir ayet olmaktan öte bir etkisi görülmüyor hayatımızda:
"Hem Allaha ve Resulüne itaatten ayrılmayın ve birbirinizle nizalaşmayın sonra içinize korku düşer ve Devletiniz elden gider ve sabırlı olun çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
Bu gün artık Al-i İmran suresi 105 ve 106. ayetleri ne yazık ki Müslümanların bir kulağından girip öteki kulağından çıkmakta ve hükmünü icra edememektedir:
"Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara, 'İnanmanızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın azab' denecektir."
İnsanlık tarihinin ve tecrübesinin kulağımıza fısıldadığı bir gerçek var; zamanında akletmezsen gün gelir ki akletmeye zaman bulamayabilirsin.
Aynı şekilde tefekkür ve tezekküre de sıkça dikkat çekildiğini biliyoruz.
Bütün bu hatırlatmalara ve ısrarla vurgulara rağmen bu gün bütün bir İslam âleminin aklını kullanmak yerine, tefekkür ve tezekkürü kuşanmak yerine adeta "uydum kalabalığa" tavrını ve tarzını benimsediği de saklanamaz bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Günlük ibadetlerinde dahi mutlaka okumak zorunda oldukları böyle bir kitabı elinde tutan bir kitlenin bu gün içinde bulundukları içler acısı duruma nasıl düştükleri, nasıl bu kadar evrildikleri ve ana yoldan ayrıldıkları elbette ciddi doktora tezlerinin başında yer almalıdır.
İlk kırılma nerde, nasıl ve niçin olmuştur?
Ufacık çatlakların zamanla tamir edilmesi gerekirken neden yüz yıllar içerisinde koca koca uçurumlara dönüştüğü ve kimler tarafından dönüştürüldüğü elbette sorgulanmalı ve Tevhid için bir çıkış yolu bulunmalıdır.
Yüzyıllar boyunca oluşan, oluşturulan bu uçurumların devam etmesinden yana olanlar ve bu doğrultuda söylem geliştirenler de mutlaka deşifre edilmeli ve kirli elleri bu ümmetin yakasından sökülüp atılmalıdır.
Bugün İslam coğrafyasının birçok köşesinde ne yazık ki artık akletmek isteyenler buna zaman bulamıyorlar, karışıklıktan ve kargaşadan tefekküre ve tezekküre de zaman ayıramıyorlar.
Zamanında akletmeyenlerin, akletmek için artık zaman bulamadıkları günlerden, aylardan ve yıllardan geçiyoruz.
İslam âleminin bir kesimi zamanında akıllarını kullanmadıkları için içine düştükleri kargaşa sebebiyle akletmeye vakit bulamazken diğer bir kesimi de onların halinden ibret almayarak "uydum kalabalığa" umursamazlıklarını sürdürüyor ve onlar da san ki akletmeye zaman bulamayacakları fitne ortamlarını beklemektedirler.
Kitleler aynı coğrafyalarda yaşamadıkları, aynı iklimleri paylaşmadıkları halde sanki aynı cürümleri işlemeleri sebebiyle kalpleri bir birlerine benzemiş ve bulundukları toplumlarda ayrılıkların, aykırılıkların ve ayrılıkçıların peşinde sürüklenmektedirler.
Yakın ve uzak tehlikelere karşı kendilerini uyaranlar yalnız bırakılıyor, birlikten yana olanlar yalnızlığa terk ediliyor ve ısrarla bir Firavun ahlakı olan bölücü ve parçalayıcı söylem sahipleri takip ediliyor ve destekleniyor.
Bugün artık, Enfal suresinin 46. ayeti güzel sesli hafızların bin bir makamla okudukları bir ayet olmaktan öte bir etkisi görülmüyor hayatımızda:
"Hem Allaha ve Resulüne itaatten ayrılmayın ve birbirinizle nizalaşmayın sonra içinize korku düşer ve Devletiniz elden gider ve sabırlı olun çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
Bu gün artık Al-i İmran suresi 105 ve 106. ayetleri ne yazık ki Müslümanların bir kulağından girip öteki kulağından çıkmakta ve hükmünü icra edememektedir:
"Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara, 'İnanmanızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın azab' denecektir."
İnsanlık tarihinin ve tecrübesinin kulağımıza fısıldadığı bir gerçek var; zamanında akletmezsen gün gelir ki akletmeye zaman bulamayabilirsin.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Çok sert kınamışlar / 21.09.2025
- İslam dünyasının omurga ithalatına ihtiyacı var / 20.09.2025
- Sahte kâr / 19.09.2025
- İhtimalleri değil ihmalleri konuşalım / 17.09.2025
- Haydutlukta hudut tanımayanlar ve… / 16.09.2025
- At izinin karıştığı izler ne seçiliyor ne de sayılıyor / 15.09.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- İslam dünyasının omurga ithalatına ihtiyacı var / 20.09.2025
- Sahte kâr / 19.09.2025
- İhtimalleri değil ihmalleri konuşalım / 17.09.2025
- Haydutlukta hudut tanımayanlar ve… / 16.09.2025
- At izinin karıştığı izler ne seçiliyor ne de sayılıyor / 15.09.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025