Amerikalılar'dan daha çok Amerikancı olanlara göre, ABD'nin Irak'a saldırmak ve Saddam'ı devirmek istemesinin asıl sebebi, Irak'a ve Ortadoğu'ya demokrasi getirmektir. Bu iddia doğru değildir. Zira ABD, hiçbir zaman, hiçbir ülke için böyle bir istekte bulunmamıştır, bulunmaz da. Tam tersine ABD, totaliter rejimleri ve diktatörleri destekler. Çünkü gücünü onlardan alır, yapacağını onların vasıtalarıyla daha kolay yapar.
Brzezinski'nin bu sözleri, bu söylediklerimizi teyit etmektedir: "Amerika'nın gücü yaygın olarak çürümüş, aşırı derecede zenginleşmiş ve kendi milletiyle bağlarını kaybetmiş yerel hükümetlerle yaptığı anlaşmalara bağlıdır". Her istediğini diktatörlerle yerine getiren ABD, niye diktatörleri sevmesin, desteklemesin? ABD'li Noam Chümsky de Brzezinki ile yanı görüşte. O da, "Demokrasiyi Caydırmak" adlı eserinde şöyle der: "Amerika kalkınmakta olan ülkelerde demokrasinin yeşermesini istemez. Aksine o ülkelerde güdülecek otoriter rejimlere destek verir". Tabii olarak "kalkınmakta olan ülkeler"in içerisinde Ortadoğu ülkeleri de vardır. ABD'nin Özgürlükçü Parti lideri Dasbach'in itirafı da şöyle: "Totaliter ve zalim rejimlerle ittifak kuruyoruz. Merhametsiz rejimleri destekliyoruz". Görüldüğü gibi ABD'nin demokrasi istemediğini biz değil, ABD'liler söylüyorlar.
Peki, öyleyse ABD, Irak'a niçin saldırmak istiyor? Bunu da yine ABD'lilerden dinleyelim. Amerikalı yazar Gore Vidal diyor ki: "Dünya bizden nefret ediyor. Bizi petrol cuntası yönetiyor. Benim de ailem yok edilmiş, ülkem parçalanmış olsaydı, Amerikalılar'ın olduğu her yeri bombalardım. Biz aptal değiliz, medyanın yanlış bilgilendirilmesiyle kandırılıyoruz. Bu imparatorluğun defterini dürmenin zamanı geldi". Amerikalı yazara göre de, Amerika'nın derdi petrol. Amerikalı stratejist Marshall Smith de, bu görüşü destekliyor. Ona göre de, ABD başkanı Bush, Enerji imparatorluğu'nun taşeronluğunu yapıyor.
Bütün bu gerçekleri bir kenara bırakıp, biz de Amerikancılar'ın iddia ettiği gibi, ABD'nin bütün dünyaya demokrasi getirmek istediğini varsayarsak, o zaman şu soruları sormak zorundayız. Dünyanın hangi ülkesine dıştan saldırarak, savaş çıkararak, kan dökerek demokrasi getirilmiştir? Dışarıdan bir gücün kuracağı ve koruyacağı rejim ne kadar demokratik olabilir? Bizim bildiğimiz ve gördüğümüz, demokrasiyi halk kurar ve halk korur. Dahası demokrasi, rejimden öte, bir hayat tarzıdır. O hayat tarzını benimsememiş, o kültürle yetişmemiş insanlarla, demokratik sistem kurulur mu? Bu iddia, ABD'yi sevimli, niyetinin de iyi olduğunu göstermek için ileri sürülmektedir. Ama azıcık irdeleyince, bu iddianın saçma sapan olduğu ve dünyada örneği bulunmadığı hemen ortaya çıkmaktadır.
Aslında ABD'nin kendi içinde bile söylendiği ya iddia edildiği gibi tam anlamıyla demokrasi yoktur. Orada da halkın dediği olmuyor. Halk, savaş istemediği halde, Başkan Bush, "İlle de savaş" diyor ve zorla halkı savaşa sürüklüyor. Baskı gruplarının baskısı, sokak gösterileri Başkan Bush'a vız geliyor. Çünkü başkan, her konuda tam yetkili. Onun için ABD'liler şöyle derler: "Biz dört yıllığına kral seçeriz. Diğer krallıklardan farkımız kralımızı seçmemizdir". Maalesef, son seçimlerde bu bile gerçekleşmemiştir. Zira Al Gore, daha çok oy almasına rağmen Bush, şaibeli mahkeme kararıyla başkan seçilmiştir.
ABD'li eski senatör Findley'e göre ise, ABD'de iki kral var. Biri görünen, diğeri görünmeyen. Görünen kral ABD başkanı, görünmeyen kral ise Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi. Findley kitabında bu komiteyi "Başkentin Kralı" olarak nitelendirir. Gerçekte ABD de, bir krallık olduğuna göre, ABD'nin kralları sevmesi ve desteklemesi normaldir. Normal olmayan ve uydurma olan, onu demokrasi aşığı göstermektir.
Brzezinski'nin bu sözleri, bu söylediklerimizi teyit etmektedir: "Amerika'nın gücü yaygın olarak çürümüş, aşırı derecede zenginleşmiş ve kendi milletiyle bağlarını kaybetmiş yerel hükümetlerle yaptığı anlaşmalara bağlıdır". Her istediğini diktatörlerle yerine getiren ABD, niye diktatörleri sevmesin, desteklemesin? ABD'li Noam Chümsky de Brzezinki ile yanı görüşte. O da, "Demokrasiyi Caydırmak" adlı eserinde şöyle der: "Amerika kalkınmakta olan ülkelerde demokrasinin yeşermesini istemez. Aksine o ülkelerde güdülecek otoriter rejimlere destek verir". Tabii olarak "kalkınmakta olan ülkeler"in içerisinde Ortadoğu ülkeleri de vardır. ABD'nin Özgürlükçü Parti lideri Dasbach'in itirafı da şöyle: "Totaliter ve zalim rejimlerle ittifak kuruyoruz. Merhametsiz rejimleri destekliyoruz". Görüldüğü gibi ABD'nin demokrasi istemediğini biz değil, ABD'liler söylüyorlar.
Peki, öyleyse ABD, Irak'a niçin saldırmak istiyor? Bunu da yine ABD'lilerden dinleyelim. Amerikalı yazar Gore Vidal diyor ki: "Dünya bizden nefret ediyor. Bizi petrol cuntası yönetiyor. Benim de ailem yok edilmiş, ülkem parçalanmış olsaydı, Amerikalılar'ın olduğu her yeri bombalardım. Biz aptal değiliz, medyanın yanlış bilgilendirilmesiyle kandırılıyoruz. Bu imparatorluğun defterini dürmenin zamanı geldi". Amerikalı yazara göre de, Amerika'nın derdi petrol. Amerikalı stratejist Marshall Smith de, bu görüşü destekliyor. Ona göre de, ABD başkanı Bush, Enerji imparatorluğu'nun taşeronluğunu yapıyor.
Bütün bu gerçekleri bir kenara bırakıp, biz de Amerikancılar'ın iddia ettiği gibi, ABD'nin bütün dünyaya demokrasi getirmek istediğini varsayarsak, o zaman şu soruları sormak zorundayız. Dünyanın hangi ülkesine dıştan saldırarak, savaş çıkararak, kan dökerek demokrasi getirilmiştir? Dışarıdan bir gücün kuracağı ve koruyacağı rejim ne kadar demokratik olabilir? Bizim bildiğimiz ve gördüğümüz, demokrasiyi halk kurar ve halk korur. Dahası demokrasi, rejimden öte, bir hayat tarzıdır. O hayat tarzını benimsememiş, o kültürle yetişmemiş insanlarla, demokratik sistem kurulur mu? Bu iddia, ABD'yi sevimli, niyetinin de iyi olduğunu göstermek için ileri sürülmektedir. Ama azıcık irdeleyince, bu iddianın saçma sapan olduğu ve dünyada örneği bulunmadığı hemen ortaya çıkmaktadır.
Aslında ABD'nin kendi içinde bile söylendiği ya iddia edildiği gibi tam anlamıyla demokrasi yoktur. Orada da halkın dediği olmuyor. Halk, savaş istemediği halde, Başkan Bush, "İlle de savaş" diyor ve zorla halkı savaşa sürüklüyor. Baskı gruplarının baskısı, sokak gösterileri Başkan Bush'a vız geliyor. Çünkü başkan, her konuda tam yetkili. Onun için ABD'liler şöyle derler: "Biz dört yıllığına kral seçeriz. Diğer krallıklardan farkımız kralımızı seçmemizdir". Maalesef, son seçimlerde bu bile gerçekleşmemiştir. Zira Al Gore, daha çok oy almasına rağmen Bush, şaibeli mahkeme kararıyla başkan seçilmiştir.
ABD'li eski senatör Findley'e göre ise, ABD'de iki kral var. Biri görünen, diğeri görünmeyen. Görünen kral ABD başkanı, görünmeyen kral ise Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi. Findley kitabında bu komiteyi "Başkentin Kralı" olarak nitelendirir. Gerçekte ABD de, bir krallık olduğuna göre, ABD'nin kralları sevmesi ve desteklemesi normaldir. Normal olmayan ve uydurma olan, onu demokrasi aşığı göstermektir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018