Dünkü yazımızda uluslararası diyalogların milli çıkarlar doğrultusunda yapılması gerektiğini, maalesef AB ve ABD ile olan çıkarların, bizim aleyhimize tek taraflı emir komuta zincirinde gerçekleştiğini ifade etmiştik.
Talep eden hep AB ve ABD, itaat eden ise hep Türkiye. Nasıl müttefiklikse.
ABD ile ilişkilerimize değinmiştik, biraz da AB ile gelişen durumu değerlendirelim.
AB'nin meşhur ilerleme(?) raporuyla ortaya koyduğu talepler resmen paramparça olmamızı içeriyordu. Bu raporda Lozan devre dışı bırakılıyor, azınlıkların etnik kökenlere göre yapılması isteniyordu. Türk işçilerine serbest dolaşımın kaldırılması, Türk tarım ürünlerine kotalar getirilmesi ve de Türkiye'nin gümrük duvarlarının aşağıya çekilmesi isteniyordu. TSK'nın etkisinin azaltılması isteniyordu.
Kısaca, AB ülkelerinin Türkiye hakkındaki düşüncelerini yansıtan bu raporda, Türkiye'nin siyasi, sosyal, ekonomik ve de askeri konularda parçalanmasını ve zayıflamasını istediler.
Diğer taraftan AB, yıllarca, sürekli olarak Sözde Ermeni soykırımını, Kıbrıs ve Ege meselelerini, Patrikhane ve Heybeliada Ruhban okulu meselesini pişirip pişirip önümüze koydular. Güneydoğu meselemizi ise yangına körükle giderek daha da alevlendirdiler.
Bütün bu meseleler, dikkat edilirse tamamen Türkiye'nin içişlerini ilgilendiren mevzulardır.
Tam teslimiyet içerisinde bulunan AKP hükümetinin çıkardığı kanunlarla, maden amaçlı olarak 100 bin km2'lik toprağımızı, 273 milyon m2'lik gayrı menkulümüzü satın
aldılar.
40 yıldan beri bizi kapılarında süründürdüler, peşlerinde koşturdular, netice ne oldu? Hala ucu açık, hatta asla kapanmayacak müzakerelerle uğraşıyoruz.
Sen toprağını, egemenliğini, özgürlüğünü, ekonomini feda edercesine koşuyorsun, talep ediyorsun, adam ise ucu açık müzakere verelim mi, vermeyelim mi onu tartışıyor. Versen ne olur, vermesen ne olur?
Sen AB ve ABD'nin peşinden koştuğun için onlar da naz ediyorlar ve seni uğraştırıyorlar. Peki farklı arayışlara girsen sence tavırları ne olurdu?
Bu noktada şunu ifade etmeliyim ki AB ve ABD'nin asıl korktukları husus da bu. Yani Türkiye'nin kendi gücünün farkına varması ve farklı arayışlara gitmesi.
Fransa Dışişleri Bakanının Le Monde gazetesine yaptığı şu açıklama kayda değer:
"Türkiye'nin katılması, ne bugün gündemdedir, ne de yarın; ne de yarından sonra gündemde olacaktır. Aksini söylemek yalan olur. 17 Aralıkta alınacak karar; Türkiye'yle müzakereye devam ya da müzakereyi kesme kararıdır; onun için aslında cevabı aranan soru şudur: Ankara'nın, Avrupa Birliği'nin dışında bir model seçmesi riskini göze alabilir miyiz?"
Esasen bizi köle yerine bile koymayan AB ve ABD teslimiyetçiliğinden derhal kurtulmalıyız.
Bu onlarla ilişkilerimizi tamamen bitirelim anlamına gelmiyor. Milli çıkarlarımız ve ulusal güvenliğimiz göz önüne alınarak dünyanın bütün ülkeleriyle ilişkilerimiz tekrar düzenlenmelidir. Yani oturduğumuz masalardan kalkarken hep taviz veren taraf değil, menfaat elde etmiş olan taraf biz olalım.
Bunun için de kendi potansiyelimizin, kaynaklarımızın farkına
varmalıyız.
Mustafa Kemal Atatürk bunun farkına vardığı için Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya koyduğu siyasi ve ekonomik modellerle Osmanlının bütün borçlarını ödemiş ve de dünyaya uçak ihraç eden sayılı ülkelerinden biri olmuştuk.
Sıcak diyaloglar yaşadığımız şu günlerde Rusya alternatif olarak değerlendirilebilir.
Ukrayna'da, Gürcistan'da, Afganistan'da, Irak ve de İran'da ABD politikalarından ve BOP projesinden rahatsızlık duyan ve kendisini cendere altında, kuşatılmış olarak hisseden Rusya, bu manada bizimle ortak bir kaderi yaşıyor.
Çünkü biz de benzer bir durumu, Ege'de, Kıbrıs'ta, Musul ve Kerkük'te, Güneydoğumuzda, Ermenistan sınırında aynen yaşıyoruz.
AB ve ABD ile olan ilişkilerimizde düştüğümüz hatalara düşmeden, milli menfaatlerimiz de öncelikli olarak göz önünde bulundurarak Rusya ve Çin'le ilişkilerimizi kuvvetlendirebiliriz.
Özellikle Rusya nükleer gücü de elinde bulundurduğundan ABD, Pentagon'un hazırladığı raporda onu "küresel tehdit" listesine bile koymamıştı.
ABD müdahale edebileceği ülkeleri tehdit listesine alıyor, ama elinde gerçekten güç bulunan ülkeleri karşısına direkt olarak almak istemiyor.
Nükleer güç noktasında ABD'den daha ileri teknolojiye sahip, diğer mevzularda da elinde teknolojik imkanları olan Rusya'dan teknoloji transferi konusunda yardımlaşabiliriz.
Önemine binaen tekrar vurgulamak istiyorum ki, tavsiye ettiğimiz bütün arayışlar milli bir modeli ortaya koyduktan sonra bir anlam içerir.
Aslolan kendi özümüze dönüp, kendi değerlerimize uygun milli bir model uygulamamızdır. Bu modeli ortaya koymadan ve de borç batağından kurtulmadan uluslararası arenada onun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamayız.
Bu manada milli bir model ortaya koyan tek lider de Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Görünen o ki, ülkemizin ekonomik, siyasi, sosyal çıkmazlardan kurtulmasının tek anahtarı da ondadır. İktidarın ve de muhalefetin ortay koyduğu projeler, içi ve dışı kanser olmuş bünyeye krem sürmek gibidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu gibi ülkemizin yüzeysel değil, temel bir çözüme ihtiyacı var.
Talep eden hep AB ve ABD, itaat eden ise hep Türkiye. Nasıl müttefiklikse.
ABD ile ilişkilerimize değinmiştik, biraz da AB ile gelişen durumu değerlendirelim.
AB'nin meşhur ilerleme(?) raporuyla ortaya koyduğu talepler resmen paramparça olmamızı içeriyordu. Bu raporda Lozan devre dışı bırakılıyor, azınlıkların etnik kökenlere göre yapılması isteniyordu. Türk işçilerine serbest dolaşımın kaldırılması, Türk tarım ürünlerine kotalar getirilmesi ve de Türkiye'nin gümrük duvarlarının aşağıya çekilmesi isteniyordu. TSK'nın etkisinin azaltılması isteniyordu.
Kısaca, AB ülkelerinin Türkiye hakkındaki düşüncelerini yansıtan bu raporda, Türkiye'nin siyasi, sosyal, ekonomik ve de askeri konularda parçalanmasını ve zayıflamasını istediler.
Diğer taraftan AB, yıllarca, sürekli olarak Sözde Ermeni soykırımını, Kıbrıs ve Ege meselelerini, Patrikhane ve Heybeliada Ruhban okulu meselesini pişirip pişirip önümüze koydular. Güneydoğu meselemizi ise yangına körükle giderek daha da alevlendirdiler.
Bütün bu meseleler, dikkat edilirse tamamen Türkiye'nin içişlerini ilgilendiren mevzulardır.
Tam teslimiyet içerisinde bulunan AKP hükümetinin çıkardığı kanunlarla, maden amaçlı olarak 100 bin km2'lik toprağımızı, 273 milyon m2'lik gayrı menkulümüzü satın
aldılar.
40 yıldan beri bizi kapılarında süründürdüler, peşlerinde koşturdular, netice ne oldu? Hala ucu açık, hatta asla kapanmayacak müzakerelerle uğraşıyoruz.
Sen toprağını, egemenliğini, özgürlüğünü, ekonomini feda edercesine koşuyorsun, talep ediyorsun, adam ise ucu açık müzakere verelim mi, vermeyelim mi onu tartışıyor. Versen ne olur, vermesen ne olur?
Sen AB ve ABD'nin peşinden koştuğun için onlar da naz ediyorlar ve seni uğraştırıyorlar. Peki farklı arayışlara girsen sence tavırları ne olurdu?
Bu noktada şunu ifade etmeliyim ki AB ve ABD'nin asıl korktukları husus da bu. Yani Türkiye'nin kendi gücünün farkına varması ve farklı arayışlara gitmesi.
Fransa Dışişleri Bakanının Le Monde gazetesine yaptığı şu açıklama kayda değer:
"Türkiye'nin katılması, ne bugün gündemdedir, ne de yarın; ne de yarından sonra gündemde olacaktır. Aksini söylemek yalan olur. 17 Aralıkta alınacak karar; Türkiye'yle müzakereye devam ya da müzakereyi kesme kararıdır; onun için aslında cevabı aranan soru şudur: Ankara'nın, Avrupa Birliği'nin dışında bir model seçmesi riskini göze alabilir miyiz?"
Esasen bizi köle yerine bile koymayan AB ve ABD teslimiyetçiliğinden derhal kurtulmalıyız.
Bu onlarla ilişkilerimizi tamamen bitirelim anlamına gelmiyor. Milli çıkarlarımız ve ulusal güvenliğimiz göz önüne alınarak dünyanın bütün ülkeleriyle ilişkilerimiz tekrar düzenlenmelidir. Yani oturduğumuz masalardan kalkarken hep taviz veren taraf değil, menfaat elde etmiş olan taraf biz olalım.
Bunun için de kendi potansiyelimizin, kaynaklarımızın farkına
varmalıyız.
Mustafa Kemal Atatürk bunun farkına vardığı için Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya koyduğu siyasi ve ekonomik modellerle Osmanlının bütün borçlarını ödemiş ve de dünyaya uçak ihraç eden sayılı ülkelerinden biri olmuştuk.
Sıcak diyaloglar yaşadığımız şu günlerde Rusya alternatif olarak değerlendirilebilir.
Ukrayna'da, Gürcistan'da, Afganistan'da, Irak ve de İran'da ABD politikalarından ve BOP projesinden rahatsızlık duyan ve kendisini cendere altında, kuşatılmış olarak hisseden Rusya, bu manada bizimle ortak bir kaderi yaşıyor.
Çünkü biz de benzer bir durumu, Ege'de, Kıbrıs'ta, Musul ve Kerkük'te, Güneydoğumuzda, Ermenistan sınırında aynen yaşıyoruz.
AB ve ABD ile olan ilişkilerimizde düştüğümüz hatalara düşmeden, milli menfaatlerimiz de öncelikli olarak göz önünde bulundurarak Rusya ve Çin'le ilişkilerimizi kuvvetlendirebiliriz.
Özellikle Rusya nükleer gücü de elinde bulundurduğundan ABD, Pentagon'un hazırladığı raporda onu "küresel tehdit" listesine bile koymamıştı.
ABD müdahale edebileceği ülkeleri tehdit listesine alıyor, ama elinde gerçekten güç bulunan ülkeleri karşısına direkt olarak almak istemiyor.
Nükleer güç noktasında ABD'den daha ileri teknolojiye sahip, diğer mevzularda da elinde teknolojik imkanları olan Rusya'dan teknoloji transferi konusunda yardımlaşabiliriz.
Önemine binaen tekrar vurgulamak istiyorum ki, tavsiye ettiğimiz bütün arayışlar milli bir modeli ortaya koyduktan sonra bir anlam içerir.
Aslolan kendi özümüze dönüp, kendi değerlerimize uygun milli bir model uygulamamızdır. Bu modeli ortaya koymadan ve de borç batağından kurtulmadan uluslararası arenada onun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamayız.
Bu manada milli bir model ortaya koyan tek lider de Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Görünen o ki, ülkemizin ekonomik, siyasi, sosyal çıkmazlardan kurtulmasının tek anahtarı da ondadır. İktidarın ve de muhalefetin ortay koyduğu projeler, içi ve dışı kanser olmuş bünyeye krem sürmek gibidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu gibi ülkemizin yüzeysel değil, temel bir çözüme ihtiyacı var.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Şara yönetimine hamilik Türkiye’nin çıkarına değil / 18.07.2025
- Türkiyeli değiliz, Türk Milleti’yiz / 17.07.2025
- Milletimizin ‘Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ kutlu olsun / 16.07.2025
- Millet iradesi ‘komisyon’ değil, ‘referandum’dur / 15.07.2025
- Silah bırakan PKK, taviz veren niye biz? / 12.07.2025
- PKK’lılar ve silahları bu kadar mı? / 11.07.2025
- Öcalan: ‘Varlık tanınmış, ana amaç gerçekleşmiştir’ / 10.07.2025
- Şehitlerimize yas tutarken sorular cevap bekliyor / 09.07.2025
- ‘Terörsüz Türkiye’, ‘terörsüz’ Türkiye mi? / 08.07.2025
- Batıla karşı Hüseyni duruş evrenseldir / 05.07.2025
- Türkiyeli değiliz, Türk Milleti’yiz / 17.07.2025
- Milletimizin ‘Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ kutlu olsun / 16.07.2025
- Millet iradesi ‘komisyon’ değil, ‘referandum’dur / 15.07.2025
- Silah bırakan PKK, taviz veren niye biz? / 12.07.2025
- PKK’lılar ve silahları bu kadar mı? / 11.07.2025
- Öcalan: ‘Varlık tanınmış, ana amaç gerçekleşmiştir’ / 10.07.2025
- Şehitlerimize yas tutarken sorular cevap bekliyor / 09.07.2025
- ‘Terörsüz Türkiye’, ‘terörsüz’ Türkiye mi? / 08.07.2025
- Batıla karşı Hüseyni duruş evrenseldir / 05.07.2025