Askerin, Türk Devlet geleneği içindeki özel konumu dolayısı ile millet nezdinde hiç de küçümsenmeyecek bir ağırlığı bulunduğunu, her devirde müstemleke güçleri ile onların ülke içindeki yerli işbirlikçilerinin de sırf bu nedenle askeri hedef tahtasına oturttuğunu dün söylemiştik.
Ve yine dün, "memleket dahilinde iktidara sahip olanlara" karşı Cumhurbaşkanı, asker, yargı üçlüsünün bir karşı cephe teşkil ettiğinin de altını çizmiştik.
Bu iktidar sahipleri Ecevit ve Bahçeli'nin ağzından, en ufak bir rahatsızlık duymadan defalarca "IMF'nin her isteğini harfiyen yaptık" itirafında bulunmakta hiçbir sakınca duymamaktadırlar.
Teslimiyetin bundan açık ve net ifadesi olabilir mi?
Ecevit Cumartesi günü yaptığı basın toplantısında Türk Devletinin yönetim odağının artık Atlantiğin ötesine kaydığını da itiraf etmiştir.
Kanuni'nin torunları, bırakınız yabancı devlet ve hükümet başkanlarını fakat neticede sadece bir uluslar arası bürokrat olan Dünya Bankası veya IMF Başkanlarının "nâmeleri"ne bile ruhanî ve mistik bir önem atfeder hâle gelmişlerdir.
Şimdi sorulacak soru, "Tütün yasasının vetosu ile işgal edilen direnek noktasının neden daha önce kullanılmadığı"dır.
Şeker, endüstri bölgeleri, tarım arazileri yasaları, tütün yasasından daha az tehlikeli değildi ki!
"İçinde bulunulan ahval ve şeraitte", 23 Nisan Egemenlik ve 1 Temmuz Kabotaj Bayramlarının en ufak bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır.
Hangi egemenlikten, hangi kabotajdan bahsediyorsunuz?
Eser Karakaş ve Ertuğrul Özkök'ün torunları 23 Nisan'ı sadece TRT'nin yabancı çocukları çağırdığı bir çocuk şöleni; 1 Temmuz'u da yağlı kazığın ucundaki bayrağı yakalamak veya çuval yarışı yapmak veya suda kanatları kesilmiş ördek tutmak yahut ta kaşıksız yoğurt yemek yarışlarının yapıldığı bir gün olarak hatırlayıp kutlayacaklardır.
Soru; peki Cumhurbaşkanı,asker,yargı üçlüsü tütün yasasına gelene kadar geçilen diğer kilometre taşlarında neden ses çıkarmamış, susmuşlardır?
Cevap; kamuoyunun oluşmasını, kollektif tepkinin doğmasını beklemişlerdir.
Tütün vetosunun, bazılarının hayli ağırına giden "bayrak mitinglerinden" sonraya denk gelmesindeki zamanlamaya dikkat etmiyor musunuz?
"Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar"ın arkasında şöyle veya böyle bir taban desteği vardır. Halbuki Cumhurbaşkanı, asker ve yargı; neticede siyasi iktidar tarafından "seçilmiş-atanmış" unsurlardır. Siyasi bir takım hareketlere girişeceklerse "taban" bulmaları, bir tabana dayanmaları gerekmektedir.
Kamuoyu yoklamalarında hep "en güvenilir kurum" sıralamasında en üstte bulunan bu üçlü "nihayet" insiyatif almış görünmektedirler.
Demirel'i eleştirebilirsiniz. Fakat herhangi bir ülkede bir eski Cumhurbaşkanı'nın çıkıp da "Ülke yangınlar içinde. Kime sorarsanız sorun ahali infial içinde. Hükümete, partilere, parlamentoya ve siyaset kurumuna öfke kusuyor. Bunu görmezden gelemezsiniz. Bu vahim durumu aşmanın yolu da demokrasilerde seçimle mümkündür. Göreceksiniz bu iş patlar. Büyük ölçüde patlamış zaten. Memleketin içine düşürüldüğü bu durumdan ötürü ızdırap içindeyim. Efendim bunu geçmişten miras aldık diyerek de kurtulamazsınız. Madem enkaz mirası devraldınız birileri çıkar ve size, be adam bu enkaz 97'de 98'de ve 99'da niye patlamadı der ve o sözün altında kalırsınız.Sorumlu olan bu hükümettir. Dün elin oğlu ülkeyi yönetiyordu ve bugünkü noktaya getirmemişti, ama şimdi her şey adeta kan revan. Bırakın iyi yönetmeyi, bu beceriksizler dereyi geçemediler ve boğuldular. Suçu oraya buraya atmasınlar, 6 aydır ülkem feryatlar diyarı oldu" demesi son derece önemlidir ve hiçbir hal ve şartta ihmal edilemez.
Demirel'in bu söyledikleri, 29 Haziran 2001 tarihli MGK toplantısında okunan şu asker raporu ile üst üste okunduğunda ayrı bir önem kazanmaktadır:
"Üst üste yapılan zamların dar gelirli kesimi geçim sıkıntısı içine sürüklediği ve bunun sonucunda hırsızlık, kapkaç gibi suçlarda artış görüldüğü.... bunun önümüzdeki dönemde daha büyük sosyal patlamaları da beraberinde getirebileceği ve sokak eylemlerine dönüşebileceği"...
Benim bildiğim kadarıyla asker ilk defa sosyal patlamadan bahsetmektedir.
Bu, Cumhurbaşkanı, asker, yargı cephesinin; ihtiyaç duydukları taban desteğini bulduklarını göstermektedir.
Askerin "rehavet" içinde olduğunu değerlendirenler yanılmaktadırlar.
Asıl böyle düşünenler rehavete kapılmayıp sayı ile kendilerine gelseler iyi olur.
Ve yine dün, "memleket dahilinde iktidara sahip olanlara" karşı Cumhurbaşkanı, asker, yargı üçlüsünün bir karşı cephe teşkil ettiğinin de altını çizmiştik.
Bu iktidar sahipleri Ecevit ve Bahçeli'nin ağzından, en ufak bir rahatsızlık duymadan defalarca "IMF'nin her isteğini harfiyen yaptık" itirafında bulunmakta hiçbir sakınca duymamaktadırlar.
Teslimiyetin bundan açık ve net ifadesi olabilir mi?
Ecevit Cumartesi günü yaptığı basın toplantısında Türk Devletinin yönetim odağının artık Atlantiğin ötesine kaydığını da itiraf etmiştir.
Kanuni'nin torunları, bırakınız yabancı devlet ve hükümet başkanlarını fakat neticede sadece bir uluslar arası bürokrat olan Dünya Bankası veya IMF Başkanlarının "nâmeleri"ne bile ruhanî ve mistik bir önem atfeder hâle gelmişlerdir.
Şimdi sorulacak soru, "Tütün yasasının vetosu ile işgal edilen direnek noktasının neden daha önce kullanılmadığı"dır.
Şeker, endüstri bölgeleri, tarım arazileri yasaları, tütün yasasından daha az tehlikeli değildi ki!
"İçinde bulunulan ahval ve şeraitte", 23 Nisan Egemenlik ve 1 Temmuz Kabotaj Bayramlarının en ufak bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır.
Hangi egemenlikten, hangi kabotajdan bahsediyorsunuz?
Eser Karakaş ve Ertuğrul Özkök'ün torunları 23 Nisan'ı sadece TRT'nin yabancı çocukları çağırdığı bir çocuk şöleni; 1 Temmuz'u da yağlı kazığın ucundaki bayrağı yakalamak veya çuval yarışı yapmak veya suda kanatları kesilmiş ördek tutmak yahut ta kaşıksız yoğurt yemek yarışlarının yapıldığı bir gün olarak hatırlayıp kutlayacaklardır.
Soru; peki Cumhurbaşkanı,asker,yargı üçlüsü tütün yasasına gelene kadar geçilen diğer kilometre taşlarında neden ses çıkarmamış, susmuşlardır?
Cevap; kamuoyunun oluşmasını, kollektif tepkinin doğmasını beklemişlerdir.
Tütün vetosunun, bazılarının hayli ağırına giden "bayrak mitinglerinden" sonraya denk gelmesindeki zamanlamaya dikkat etmiyor musunuz?
"Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar"ın arkasında şöyle veya böyle bir taban desteği vardır. Halbuki Cumhurbaşkanı, asker ve yargı; neticede siyasi iktidar tarafından "seçilmiş-atanmış" unsurlardır. Siyasi bir takım hareketlere girişeceklerse "taban" bulmaları, bir tabana dayanmaları gerekmektedir.
Kamuoyu yoklamalarında hep "en güvenilir kurum" sıralamasında en üstte bulunan bu üçlü "nihayet" insiyatif almış görünmektedirler.
Demirel'i eleştirebilirsiniz. Fakat herhangi bir ülkede bir eski Cumhurbaşkanı'nın çıkıp da "Ülke yangınlar içinde. Kime sorarsanız sorun ahali infial içinde. Hükümete, partilere, parlamentoya ve siyaset kurumuna öfke kusuyor. Bunu görmezden gelemezsiniz. Bu vahim durumu aşmanın yolu da demokrasilerde seçimle mümkündür. Göreceksiniz bu iş patlar. Büyük ölçüde patlamış zaten. Memleketin içine düşürüldüğü bu durumdan ötürü ızdırap içindeyim. Efendim bunu geçmişten miras aldık diyerek de kurtulamazsınız. Madem enkaz mirası devraldınız birileri çıkar ve size, be adam bu enkaz 97'de 98'de ve 99'da niye patlamadı der ve o sözün altında kalırsınız.Sorumlu olan bu hükümettir. Dün elin oğlu ülkeyi yönetiyordu ve bugünkü noktaya getirmemişti, ama şimdi her şey adeta kan revan. Bırakın iyi yönetmeyi, bu beceriksizler dereyi geçemediler ve boğuldular. Suçu oraya buraya atmasınlar, 6 aydır ülkem feryatlar diyarı oldu" demesi son derece önemlidir ve hiçbir hal ve şartta ihmal edilemez.
Demirel'in bu söyledikleri, 29 Haziran 2001 tarihli MGK toplantısında okunan şu asker raporu ile üst üste okunduğunda ayrı bir önem kazanmaktadır:
"Üst üste yapılan zamların dar gelirli kesimi geçim sıkıntısı içine sürüklediği ve bunun sonucunda hırsızlık, kapkaç gibi suçlarda artış görüldüğü.... bunun önümüzdeki dönemde daha büyük sosyal patlamaları da beraberinde getirebileceği ve sokak eylemlerine dönüşebileceği"...
Benim bildiğim kadarıyla asker ilk defa sosyal patlamadan bahsetmektedir.
Bu, Cumhurbaşkanı, asker, yargı cephesinin; ihtiyaç duydukları taban desteğini bulduklarını göstermektedir.
Askerin "rehavet" içinde olduğunu değerlendirenler yanılmaktadırlar.
Asıl böyle düşünenler rehavete kapılmayıp sayı ile kendilerine gelseler iyi olur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002