Avrupa'nın büyük müzelerine yolu düşenler bilir, Avrupa müzeleri sadece resim kolleksiyonları bakımından zengindir, hele etnoğrafya müzeleri, bizim küçük taşra müzelerinin yanında pek fukara kalır. Anlı şanlı müzeleri ise varlıklarının çoğunu Akdeniz ve Ön Asya, Mısır topraklarından taşımıştır, izinli veya izinsiz.Geçen yıl bir ulusalcı TV kanalında sunuculardan bir hanımefendi Petersburg müzelerinin ihtişamını ballandırarak anlatıyordu. Batının sanat aşkını öve öve, sanki bizim müzelerimiz onlardan aşağı kalırmış gibi. Dayanamayıp telefon açtım, o zenginlikler çalıntıdır deyince canları sıkıldı tabii.Bakalım o meşhur müzelere nerelerden neler getirilmiş, bir kaç örnek; benim görme imkanı bulduklarımdan Luvr Müzesinde en alt katta Ön Asyadan getirilmiş insan başlı kanatlı boğa Fransız Victor Place'ın İmparatorluğun Musul bölgesinde yaptığı tirajikomik talanın neticesinde oradadır. Place, konsolosluk görevlisi olarak bulunduğu bu bölgede amatör arkeologluğa kalkışmış, heykelleri Dicle ve Şattülarap üzerinden Basra körfezine indirip gemiye yükletmeye yeltenirken durum Arap kabilelerinin dikkatini çekmiş. Dikkat çekmeyecek gibi değil, çok cüsseli tarihi eserler, vaayyy! bunlar hazine kaçırıyor diyen bedeviler nehire atlarını sürüp sallara saldırınca heykeller suyun dibini boylamış. Herhalde halen orada duruyorlardır. Bu arada Place'ın 15 yıl boyunca biriktirdiği herşeyi taşıyan kayıkta batmış. Fıransız soyguncu 1867'de yazdığı Ninova ve Asur adlı kitabında bunları hayıflanarak anlatmış. (Bir Zamanlar Mezopotamya, J. Bottero, Yapı Kredi Yayınları). Kaçırılabilen insan başlı boğa Luvr'un alt katında sergilenmektedir.Place'dan önce Musul'u B. Museum görevlisi H. Layard incelemiş ve 1847'de kanatlı boğaları ve aslanları aynı şekilde Basra körfezinden İngiltere'ye British Museum'a taşımış. Layard'ın 1849'da yazdığı Ninova ve Kalıntıları adlı kitap 2000 yılında Avesta kitabevi tarafından basılmıştır. Musul'un beşeri yapısı ve siyasi tarih bakımından okunması gereken bir kitaptır.Elçilerin marifetlerine kaldığımız yerden devam edelim; elçi soygunculardan İngiliz Lord Elgin'in, Atina Akropolünden kadın şeklinde sütunu söküp götürürken binaya verdiği zarar İngiltere'de bile soruşturma konusu olmuş 18011805 arasındaki yağmada. Yerine tuğladan bir dayanak bırakmışlar. Aslında kale dizdarı Elgin'e izin fermanını sormuş, yokmuş tabii ki ama fermanın alınması kolay olmuş. İngilizler o sırada Mısırdan Fıransızları kovduğu için Osmanlı bir jest yapmış. Müteveffa Yunan Kültür Bakanı ve sinema oyuncusu Melina Merküri, 1982'de Meksiko'da Elgin'e hak veren konuşmasında Osmanlıları küçültmüş. 1687'de Akropol'ü kuşatıp topa tutan Venedik'in bir güllesi Osmanlı cephaneliğine düşünce meydana gelen büyük tahribatı da hiç anmamış. (Antik Yunan, Bir Keşfin Arkeolojisi, Yapı Kredi Yayınları).İmparatorluğun Anadolu'sundan emanet (!) alınan Bodrum Mavsoleus Anıt mezarının İngiltere'ye, Bergama Sunağının izinle Berlin Müzesine, Truva hazinelerinin de yine Berline taşındığı biliniyor. Ama İzmir'de su tesislerini yapan Belçikalıların Halkapınar'dan Diyana hamamlarını götürdüğü pek bilinmiyor. Berlin Müzesinde bir de Konya salonu olduğunu duymuştum. Eski Kültür Bakanlığı Müsteşarı Mehmet Önder, Yurt Dışı Müzelerinde Türk Eserleri adlı kitabında bunları konu edinmişti. Beyhekim Mescidi'nin 20.yy.'ın başlarında olduğu gibi çalınan çini mihrabı da oradaymış. Yolu düşenler lütfen Berlin Müzesinin Konya salonunu da incelesin.Soygundaki İngiliz/Fıransız yarışına sonradan Almanya da katılmıştı. Kazı için bir şekilde izinler alınmışsa da izini verenler her halde bulduklarınızı alıp götürün dememişti. Soygun hızlanınca daha sonraki yıllarda Müzeci Osman Hamdi Bey bazı tedbirler alma ihtiyacını duymuş ve Asarı Atika Nizamnamesi'ni yayınlamıştı..Müzelerimizde binlerce birbirinin tekrarı Antik Çağ heykeli var. Kimisi toprak altından eli, ayağı, kafası kopmuş halde çıkarılmış, artık depolar almıyor. Bunlar açık arttırma ile yerli ve yabancı kolleksiyonculara satılsa çok yerinde olur, içlerinde "ünik eser" denenler hariç tutularak. Böylece para, kaçakçıların cebine değil devletin kasasına girmiş olur.Berlin Müzesi, bize ait bir başka mirası da ağırlamış, çok uzaklardan, Doğu Türkistan'dan, Karahoço'dan. Baron von Le Coq buralarda acaba götürülecek neler var diye araştırırken Karahoço'da Maniheist Uygurların duvar resimlerine rastlamış. Bunları kestirerek çıkartmış ve Berlin'e götürmüş. İkinci dünya savaşında ki bombardımanlardan müze de nasibini almış ve bu güzel sanat eserleri yok olmuş. Elde sadece Baron Le coq'un 1913 te bastırdığı albüm geriye kalmış. O sayede Uygur duvar resimleri sanatının varlığı tescillenmiş. Le Coq albümündeki Maniheist Uygur "seçkin"lerine ait resimleri "İpek Yolu Dinleri" adlı kitapta görmüştüm. Medrese Yayınevi tarafından basılan bu güzel kitap maalesef çok kötü bir çeviriye kurban gitmiş. Çevirmen de M. E. Bakanlığında görevli imiş. Pes doğrusu! Türkçe bilmeyen çevirmenlere çeviri yaptırmak da son yılların modası!Yıllar önce Türkiye, TRT'de İpek Yolu adlı bir Japon dizisini merakla seyretmişti. Bu belgeselde İpek Yolu'nun efendilerine ait ne Selçuklu Kkervansaraylarından, ne Bezeklik duvar resimlerinden bahis vardı. Japonlar Budist tapınaklarının peşinde idi? Bizim TRT Belgeselleri bunların hepsinden üstündür.Batı'nın soygunu mu biter? Berlin bombalanırken Naziler İtalya'da Floransa'nın sanat hazinelerini vagonlara yüklemekle meşgulmuş. Hitler de sanat aşığı ve ressam ya, vagonlara yüklenen Floransa'nın sanat eserleri Salzburg'taki tuz mağaralarında saklanmak üzere götürülmüş ama Almanya teslim olunca vagonlar dolusu sanat eseri bir tren istasyonunda ele geçmiş ve ait oldukları yere iade edilmiş. Naziler İtalya'yı soymuş, işgale gelen Ruslar da Berlin Müzesi'den bizim Turuva hazinesinden bulduklarını götürmüş. Yani bunlar birbirini de soyuyor. İlla ki götürecek, mallanacak, ya da yok edecek, sanki belalı aşık!Fransa'da Kültür Bakanlığı da yapmış Andre Malraux'nun Hindi Çin'de (eski adıyla) tarihteki Kımer İmparatorluğunun başkenti Ankor Pad'ın kalıntılarının soygununa bizzat katıldığını bir yerlerde okumuştum. Sonunda Fransızlar Dien Bien Fu savaşı hezimeti ile o coğrafyadan kovuldu.Sanatı seven onu yerinde sever, aksi halde bunlara ancak sanat sevici denir. Son yıllarda biz de de bazı zevat zuhur etti, sanatı böyle seven. Muhteremler, o çiniler sizin depolarınıza değil ait oldukları camilere, mescitlere, türbelere yakışır. Fark edilince, ayyy pardon, bilmiyorduk demenize de kimse inanmaz. En son yürüyenler de Cem Sultan Türbesi'nin çinileriydi (yakınlarda). Neyse ki artık Vakıflar Genel Müdürlüğü çalınanın peşini bırakmıyor. Amasya Mehmet Paşa Camii'nin çalınan mermer minber kapıları geri getirildi, Ankara Vakıf Eserleri Müzesi'nde sergileniyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012