İşte asıl mesele bu... Ülkemizde problemler bir türlü çözülemiyor, çözülmüyor. Kimse halinden memnun değil... Herkes birbirinden ve ülke şartlarından şikayetçi ve endişeli...
İşin ilginç yanı herkes de ülke adına ve millet adına şikayetçi ve endişeli... Her ağzı olan, her eli kalem tutan ve her aklı esen tam manasıyla bir şikayet kutusu ve endişe küpü...
Sanki herkesin elinde bir şikayetname var... Hep birbirimize bunu okuyup duruyoruz. Yıllardan beri işimiz gücümüz bu.
Seçim öncesi vaadler, umutlar... Hemen ardından iktidar-muhalefet pazarlıkları, kavgaları... Hükümet programları... Ve tekrar şikayetler, endişeler.
Ülke bir türlü kalkınamıyor. Vatandaşın gelir düzeyi gittikçe düşüyor. En temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz durumda. Beslenme problemi var, sağlık ve eğitim hizmetleri ortada. İşsizlik almış başını gidiyor. Ve toplum hayatında her an patlamaya hazır bir kabus gibi gittikçe büyüyor. Ve sanki birilerinin kucağına itiliyor.
Bu şikayet ve endişe tablosunun dışında bir mutlu tablo da var elbette... Her zaman olduğu gibi bugün de "dünya yansa bir bağ otu yanmayan" kimi zengin, kimi aydın, kimi entel, kimi bürokrat var. Elbette bunlar olacak. Ama işin bir püf noktası bunlar da şikayetçi. Hatta bunlar daha çok şikayetçi.
Bunlar öylesine şikayetçi öylesine dertli ki hükümetler bunlar için kurulur ve bunlar için yıkılır. Ama yine de değişen bir şey olmaz.
Problemler çözülmez... Şikayetlerin arkası kesilmez... Bir kör döğüşüdür sürüp gider.
Bence birileri artık biraz da bunu düşünmeli. Yıllardan beri problem olarak önümüze koyduklarımızın hangisini, ne kadar çözebildik? Çözemediklerimizi niçin çözemiyoruz? Teşhis hatası mı yoksa tedavi de yanlışımız mı var? Eğer çözümsüzlük, çaresizlik bu milletin kaderi ise bunu da bu millete açık açık ifade edelim. Dolayısıyla ne vaadlerle kandıralım, ne de şikayetlerle suçlayıp mahkum edelim.
Dünkü yazımızda ifade etmeye çalıştık... Bugün ortak bir ana dilimiz dahi kalmadı. Ve bütün ortak değerlerimizi birer birer kaybediyoruz.
Toparlayacak olursak... Bir türlü düzelemiyoruz. Düzelmekten bizim neyi anladığımız da belli değil. Şikayetler ve endişeler hep aynı, eksilmeden devam ediyor.
Gelişemiyoruz, kalkınamıyoruz habire küçülüyoruz. Devleti küçült, orduyu küçült... diye bir teranedir gidiyor.
Ve dahası ortak değer diye bir şey kalmıyor. Maddi, manevi, tarihi ve kültürel değerler bir bir silinip gidiyor.
Şimdi sormazlar mı adama; cepte yok, sırtta yok, beyinde yok, kalpte yok, dilde yok. Bu yoklarla nereye varmayı düşünüyorsunuz?
Bu yoklarla neyi ve nasıl düzelteceksiniz? İşte bir türlü düzelememenin basit bir tahlili.
İşin bir başka gerçeği ise, Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadesiyle ortada bir kainat devleti olma imkan ve fırsatları var.
Olaya bir de bu pencereden baktığınız zaman meselenin çarpıcı iki yönü de karşınıza çıkar. Bir yerde kainat devleti ve onun bütün imkanları ve fırsatları... Bir yerde de bütün bunları görmezlikten gelip küçüldükçe küçülen şikayetler ve endişeler yumağı bir ülke...
İşin ilginç yanı herkes de ülke adına ve millet adına şikayetçi ve endişeli... Her ağzı olan, her eli kalem tutan ve her aklı esen tam manasıyla bir şikayet kutusu ve endişe küpü...
Sanki herkesin elinde bir şikayetname var... Hep birbirimize bunu okuyup duruyoruz. Yıllardan beri işimiz gücümüz bu.
Seçim öncesi vaadler, umutlar... Hemen ardından iktidar-muhalefet pazarlıkları, kavgaları... Hükümet programları... Ve tekrar şikayetler, endişeler.
Ülke bir türlü kalkınamıyor. Vatandaşın gelir düzeyi gittikçe düşüyor. En temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz durumda. Beslenme problemi var, sağlık ve eğitim hizmetleri ortada. İşsizlik almış başını gidiyor. Ve toplum hayatında her an patlamaya hazır bir kabus gibi gittikçe büyüyor. Ve sanki birilerinin kucağına itiliyor.
Bu şikayet ve endişe tablosunun dışında bir mutlu tablo da var elbette... Her zaman olduğu gibi bugün de "dünya yansa bir bağ otu yanmayan" kimi zengin, kimi aydın, kimi entel, kimi bürokrat var. Elbette bunlar olacak. Ama işin bir püf noktası bunlar da şikayetçi. Hatta bunlar daha çok şikayetçi.
Bunlar öylesine şikayetçi öylesine dertli ki hükümetler bunlar için kurulur ve bunlar için yıkılır. Ama yine de değişen bir şey olmaz.
Problemler çözülmez... Şikayetlerin arkası kesilmez... Bir kör döğüşüdür sürüp gider.
Bence birileri artık biraz da bunu düşünmeli. Yıllardan beri problem olarak önümüze koyduklarımızın hangisini, ne kadar çözebildik? Çözemediklerimizi niçin çözemiyoruz? Teşhis hatası mı yoksa tedavi de yanlışımız mı var? Eğer çözümsüzlük, çaresizlik bu milletin kaderi ise bunu da bu millete açık açık ifade edelim. Dolayısıyla ne vaadlerle kandıralım, ne de şikayetlerle suçlayıp mahkum edelim.
Dünkü yazımızda ifade etmeye çalıştık... Bugün ortak bir ana dilimiz dahi kalmadı. Ve bütün ortak değerlerimizi birer birer kaybediyoruz.
Toparlayacak olursak... Bir türlü düzelemiyoruz. Düzelmekten bizim neyi anladığımız da belli değil. Şikayetler ve endişeler hep aynı, eksilmeden devam ediyor.
Gelişemiyoruz, kalkınamıyoruz habire küçülüyoruz. Devleti küçült, orduyu küçült... diye bir teranedir gidiyor.
Ve dahası ortak değer diye bir şey kalmıyor. Maddi, manevi, tarihi ve kültürel değerler bir bir silinip gidiyor.
Şimdi sormazlar mı adama; cepte yok, sırtta yok, beyinde yok, kalpte yok, dilde yok. Bu yoklarla nereye varmayı düşünüyorsunuz?
Bu yoklarla neyi ve nasıl düzelteceksiniz? İşte bir türlü düzelememenin basit bir tahlili.
İşin bir başka gerçeği ise, Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadesiyle ortada bir kainat devleti olma imkan ve fırsatları var.
Olaya bir de bu pencereden baktığınız zaman meselenin çarpıcı iki yönü de karşınıza çıkar. Bir yerde kainat devleti ve onun bütün imkanları ve fırsatları... Bir yerde de bütün bunları görmezlikten gelip küçüldükçe küçülen şikayetler ve endişeler yumağı bir ülke...
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010