Siyasilerimiz, Korona'nın yol açtığı ekonomik çıkmazdan kurtulmak, normalleşme sürecine geçmek, sosyal hayatı canlandırmak ve iç pazarı genişletmek için 4 yeni kredi paketi devreye koydu.
Konut kredisi, taşıt kredisi, sosyal hayatı destek kredisi ve tatil kredisi...
Tüketim için servis edilen bu krediler, kamu bankaları tarafından düşük faizlerle temin edilecek.
Konut kredisi, 3 büyük il için 750 bin TL'ye kadar çıkarken, diğer iller için maksimum 500 bin TL olacak.
Taşıt kredilerinde azami limit 150 bin TL.
Sosyal hayatı destek kredisi ise 3 bin ila 30 bin TL arasında değişecek.
Tatil kredisi 10 bin TL'ye kadar olabilecek.
Faiz oranları aylık 0,49'dan 0,82'ye kadar değişiyor.
Krediler için ödemesiz dönem 6-12 ay arasında değişiyor.
Taksit vadeleri ise kredinin cinsine göre 15 aydan 15 yıla kadar çıkabiliyor.
Tüketicinin cebinde para kalmadığı, üreticilerin de müşteri beklediği bu dönemde bu paketler başlangıçta çok cazip görünüyor.
Sanayicilerin, işletmelerin üretim için yıllık yüzde 30 faizle bile kredi bulamadığı bir dönemde, tüketicinin tatil için aylık 0,67 faizle kredi bulması oldukça ilginç...
Asıl ilginç olan da bu uygulama, "biz tüketim odaklı değil, üretim odaklı bir ekonomiyi uyguluyoruz" diyen bir siyasi anlayış tarafından hayata geçiriliyor.
Önce durumu bir analiz edelim, ardından da bunun çözüm olup olmayacağını masaya yatırarak çözüm için görüşlerimizi ifade edelim.
Kamu bankaları bu düşük faizli dağıttıkları kredilerin finansmanını Merkez Bankası'ndan (MB) temin ediyor. Faaliyet karları ya da faiz gelirleriyle bunu yapabilmeleri mümkün değil...
MB ise bu açıklanan faizlerden çok daha fazla faiz oranlarıyla borçlanarak bu parayı temin etmeye çalışıyor.
Yani düşük faizin yükü MB'nin sırtında... MB'nin bu yılın ilk 5 ayında rezervlerinin 50 milyar dolardan fazla erimesinin nedeni işte bu tür uygulamalar...
Devletin borç yükü artırılarak tüketim destekleniyor, tatilcinin cebine para konuluyor.
Bu, işin devlete taalluk eden kısmı; bir de vatandaş açısından olaya bakalım.
Öncelikle şunu belirtelim ki, elbette ki devletin sırtına yüklenen bu fatura dönüp dolaşıp vatandaşa ekstra vergi, ekstra ceza ve zam olarak dönecektir.
Borçlanma; ekonominin düzenli yürüdüğü, vatandaşın gelirinin giderinden fazla olduğu bir atmosferde bir anlamı olabilir.
Ama unutmayalım ki, vatandaş bu krediyi zaten geliri olmadığı ya da yetmediği için alıyor.
Soruyorum; hangi vatandaş parası varken tatil yapmak için kredi kullanır?
Ya da parası yoksa tatil için bir yerlere gitmeyi hiç düşünür mü?
Ama bilinçsiz vatandaş, geleceğini ipotek altına alıp tatil yapacak kadar cahil olabilir. Bu durumda, hem kendisinin, hem de ailesinin geleceğini karartır.
Bugün vatandaşlarımızın yüzde 95'i yoksulluk sınırının altında, yüzde 70'i ise açlık sınırının altında bir gelire mahkum...
Bu insanlar normal ihtiyaçları için para bulamıyor ki tatil için aldıkları kredi taksitlerini düşük faizli de olsa ödeyebilsinler.
Bugün vatandaşlarımız bu gelir tablosuyla sıfır faizli kredi verilse de ödeyemez.
Üstelik bu düşük faizler taksitlerini düzenli ödeyebilenler için geçerli; ya ödeyemezlerse, işte o zaman faizdeki artışı gör.
Peki ne olur? Elbette ki 21 milyon icra dosyası 42 milyon olur; insanlar tatil uğruna evlerinden, sahip olduklarından olurlar.
Bu borçlandırma mantığı uyguladığımız kapitalist ekonominin bir ürünüdür.
Bunun sonuçlarını 2008 yılında mortgage krizinde gördük. Mortgage borçluları taksitlerini ödeyemeyince sistem çökmüş ve ABD ekonomisi allak bullak olmuştu ve kriz tüm dünyayı sarmıştı.
Bugün de kapitalist ülkelerin yetkilileri "Korona'nın, Kapitalizmin tabutuna son çiviyi çaktığını" itiraf ediyorlar.
Bu kısır anlayış çöktü ama bizler Türkiye olarak hala aynı yanlışı devam ettiriyoruz.
Bunun sonucunda hem devlet hem de vatandaş büyük bir zararla karşılaşacak, şimdiden söyleyelim. Müneccim değiliz, gerekçelerini de bilimsel olarak ifade ediyoruz.
Çözüm nedir diye sorarsanız; elbette ki Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ndeki Milli Para formülü ve sosyal devlet projeleridir.
Emek ve üretim karşılığı senyorajla elde edilen Milli Para, devleti borç batağından kurtarırken; bu paranın sosyal devlet projeleriyle vatandaşın cebine adil bir şekilde konulması da borçsuz bir tüketimi, sağlıklı bir iç pazarı oluşturacaktır.
Zaten sizin de derdiniz üretilen ürünler pazar bulsun, turizm canlansın değil midir?
Bu çözümün detaylarının şifreleri dün Prof. Dr. Baş'ın elindeydi, maalesef o fırsatı kaçırdık; bugün ise Bağımsız Türkiye Partisi yeni Genel Başkanı Av. Hüseyin Baş'ın elindedir.
Çözüm arıyorsak tek kapı burasıdır.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024