Kuruluşundan bugünü kadar IMF’nin yapısında, işleyişinde ve rolünde önemli değişiklikler oldu. Bu değişikliklerin nedeni, IMF destekli istikrar programlarının başarısız olması, halkı yoksulluğa ve açlığa mahkûm etmesidir. Öyle ki, IMF, hükümetler için istikrar programı, halklar için zam ve vergi artışı isteyen bir kurum olarak zihinlerde yer etti. IMF programlarını uygulayan ülkelerde halklar sokaklara döküldü, “Kahrolsun IMF” sloganları atarak yürüdüler. Hasılı, tartışılmayan IMF, tartışılır, sorgulanır ve hatta lânetlenir bir kuruma dönüştü. En son 2008 krizinde ise IMF’nin itibarı tamamen sıfırlandı. Çünkü IMF, ne krizi öngörebildi, ne de çözüm üretebildi. Onun için, krizin bütün sorumluluğu IMF’ye yüklendi. Bu sebeplerden dolayı, uluslararası finansçılar, IMF’nin imajının değiştirilmesi gerektiği kanaatine vardılar.
Malumdur ki, IMF, ülkemizde de çok tartışılan bir kurumdu. Seçim kampanyalarında IMF, ana konu olma özelliğini yıllarca sürdürdü. AKP’yi kurarak siyasete atılan Tayyip Erdoğan, 8 Ağustos 2002 tarihinde kendisiyle yapılan bir söyleşide, IMF hakkında şunları söylüyordu: “AB’ye ve IMF’ye 15 sene önce farklı bakıyordum. Şimdi farklı bakıyorum. AK partinin IMF’ye kökten karşı anlayışı yoktur.” AKP Genel Başkanı Erdoğan, ilk seçimlere girdiğinde seçim kampanyasında da IMF ile ilgili şu görüşleri seslendiriyordu: “Türkiye, IMF’nin kurucuları arasında yer alıyor. Ortak ortağa yanlış yapmaz.” İktidara gelen Erdoğan, aynı görüşlerini iktidarda da muhafaza etti. MÜSİAD’ın 20.04.2003 tarihli genel kurulunda, “IMF’yi tanımam” diyenleri şu sözlerle eleştiriyordu: “Eğer IMF’yi tanımazsanız, dünya da sizi tanımaz. IMF’siz yerinden bile kıpırdayamazsınız. Ne bir kuruşluk ihracat, ne de bir kuruşluk ithalat yapabilirsiniz. Bu dünyada yaşıyorsanız, IMF’yi tanıyacaksınız. Seçimden önce bazılarının söylediği gibi ‘IMF’yi gönderirim’ demek, Türkiye’nin gerçeklerine kesinlikle uymaz.”
Evet, Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye, IMF’nin kurucuları arasında yer almış bir ülkedir. Ancak, bunu derken, Türkiye’nin IMF’deki hissesini de zikretmek gerekir. Türkiye’nin IMF’deki hissesi tamı tamına binde dört buçuktur, ABD’ninki yüzde 51’dir. Üye ülkelerin, sermayeleri kadar oy kullanma hakları dikkate alındığında, Türkiye’nin IMF içerisindeki konumu, net olarak ortaya çıkar. Daha açık bir ifadeyle, IMF’nin patronu ABD’dir, Türkiye’nin ortaklığı ise semboliktir.
Her neyse… Başbakan Erdoğan, son zamanlarda IMF’ye ve onunla birlikte geçmiş iktidarlara çatıyor. “Onlar IMF’ye borçlandı, biz ödedik, 2013 yılının Nisan ayında IMF’ye olan bütün borcumuzu ödeyeceğiz” diyerek böbürleniyor. Bir kere başta şu gerçeğin altını çizelim. Dış borç stoku bir bütündür, bunu ayırıp yalnızca IMF’ye olanı söylemek yanıltıcıdır. Marifet, sadece IMF’ye olan borcu ödemek değil, tüm dış borçları ödemektir. AKP iktidarında, dış borçları ödemek şöyle dursun, tam aksine dış borçlar artı. Demek ki, ortada böbürlenecek bir başarı yoktur.
Başbakan Erdoğan’ın, daha önce sempati ile baktığı, şimdilerde çattığı IMF, aslında iflâs etmiş durumdadır. Bir başka deyişle, iflâs ettiren IMF de iflâs etti, borç veren IMF, borç almak zorunda kaldı. Başbakan, işte bu hale düşmüş IMF’ye çatıyor. IMF ile stand-by anlaşması yapmadığı için böbürlenen Başbakana soralım: Dünyada IMF ile stand-by anlaşması yapan kaç ülke kaldı? IMF’nin bu ülkelere kullandırdığı toplam kredi miktarı ne kadardır? Bu soruların doğru cevapları, hükümetin bir başarıdan söz edemeyeceğini ortaya çıkarır. Dahası, hükümet, “IMF ile yolları ayırdık” diyor, ama uyguladığı ekonomi programı IMF programlarının tıpatıp aynısı. Buna “yolları ayırdık” denmez, denirse o, göz boyamak, halkı aldatmak olur. Gerçekten, IMF ile yolları ayırmak mı istiyorsunuz? Siz de biliyorsunuz ki, bunun yolu Milli Ekonomi Modeli’ni uygulamaktan geçer. Dünya şartları ve IMF değiştiği için değişmek veya değişmiş görünmek asla çare değildir.
Malumdur ki, IMF, ülkemizde de çok tartışılan bir kurumdu. Seçim kampanyalarında IMF, ana konu olma özelliğini yıllarca sürdürdü. AKP’yi kurarak siyasete atılan Tayyip Erdoğan, 8 Ağustos 2002 tarihinde kendisiyle yapılan bir söyleşide, IMF hakkında şunları söylüyordu: “AB’ye ve IMF’ye 15 sene önce farklı bakıyordum. Şimdi farklı bakıyorum. AK partinin IMF’ye kökten karşı anlayışı yoktur.” AKP Genel Başkanı Erdoğan, ilk seçimlere girdiğinde seçim kampanyasında da IMF ile ilgili şu görüşleri seslendiriyordu: “Türkiye, IMF’nin kurucuları arasında yer alıyor. Ortak ortağa yanlış yapmaz.” İktidara gelen Erdoğan, aynı görüşlerini iktidarda da muhafaza etti. MÜSİAD’ın 20.04.2003 tarihli genel kurulunda, “IMF’yi tanımam” diyenleri şu sözlerle eleştiriyordu: “Eğer IMF’yi tanımazsanız, dünya da sizi tanımaz. IMF’siz yerinden bile kıpırdayamazsınız. Ne bir kuruşluk ihracat, ne de bir kuruşluk ithalat yapabilirsiniz. Bu dünyada yaşıyorsanız, IMF’yi tanıyacaksınız. Seçimden önce bazılarının söylediği gibi ‘IMF’yi gönderirim’ demek, Türkiye’nin gerçeklerine kesinlikle uymaz.”
Evet, Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye, IMF’nin kurucuları arasında yer almış bir ülkedir. Ancak, bunu derken, Türkiye’nin IMF’deki hissesini de zikretmek gerekir. Türkiye’nin IMF’deki hissesi tamı tamına binde dört buçuktur, ABD’ninki yüzde 51’dir. Üye ülkelerin, sermayeleri kadar oy kullanma hakları dikkate alındığında, Türkiye’nin IMF içerisindeki konumu, net olarak ortaya çıkar. Daha açık bir ifadeyle, IMF’nin patronu ABD’dir, Türkiye’nin ortaklığı ise semboliktir.
Her neyse… Başbakan Erdoğan, son zamanlarda IMF’ye ve onunla birlikte geçmiş iktidarlara çatıyor. “Onlar IMF’ye borçlandı, biz ödedik, 2013 yılının Nisan ayında IMF’ye olan bütün borcumuzu ödeyeceğiz” diyerek böbürleniyor. Bir kere başta şu gerçeğin altını çizelim. Dış borç stoku bir bütündür, bunu ayırıp yalnızca IMF’ye olanı söylemek yanıltıcıdır. Marifet, sadece IMF’ye olan borcu ödemek değil, tüm dış borçları ödemektir. AKP iktidarında, dış borçları ödemek şöyle dursun, tam aksine dış borçlar artı. Demek ki, ortada böbürlenecek bir başarı yoktur.
Başbakan Erdoğan’ın, daha önce sempati ile baktığı, şimdilerde çattığı IMF, aslında iflâs etmiş durumdadır. Bir başka deyişle, iflâs ettiren IMF de iflâs etti, borç veren IMF, borç almak zorunda kaldı. Başbakan, işte bu hale düşmüş IMF’ye çatıyor. IMF ile stand-by anlaşması yapmadığı için böbürlenen Başbakana soralım: Dünyada IMF ile stand-by anlaşması yapan kaç ülke kaldı? IMF’nin bu ülkelere kullandırdığı toplam kredi miktarı ne kadardır? Bu soruların doğru cevapları, hükümetin bir başarıdan söz edemeyeceğini ortaya çıkarır. Dahası, hükümet, “IMF ile yolları ayırdık” diyor, ama uyguladığı ekonomi programı IMF programlarının tıpatıp aynısı. Buna “yolları ayırdık” denmez, denirse o, göz boyamak, halkı aldatmak olur. Gerçekten, IMF ile yolları ayırmak mı istiyorsunuz? Siz de biliyorsunuz ki, bunun yolu Milli Ekonomi Modeli’ni uygulamaktan geçer. Dünya şartları ve IMF değiştiği için değişmek veya değişmiş görünmek asla çare değildir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018