Türkiye ekonomisi borçla döndürülmeye çalışılıyor, borç bulmak kangrenleştikçe, faizler artıyor, borçlanmanın maliyeti yükseliyor. Türkiye ekonomisi hammaddede, ara mamulde, enerjide ithalata bağımlı, ithalat demek dolara bağımlılık demek, dolara talep artıp, ekonomik kırılganlık da arttıkça dolar da yükselmeye devam ediyor.
Faizlerin ve dolar kurunun sürekli yükselmesi, üretim maliyetlerinde ve ürün fiyatlarında fahiş artışları da beraberinde getiriyor.
Hafta sonunu 7,20 liradan kapatan dolar, haftanın il gününde 8,45'lere fırlamıştı, sonrasında ise 7,90'lara düşmüştü. Dün yine 8 liranın üstünü test etti ve 7,98'lere düştü.
Ekonomistler, doların test ettiği konuma eninde sonunda gelip yerleştiğini ifade ederler, Türkiye ekonomisinde pratik olarak gördüklerimiz bu tezi doğrulamaktadır.
Politika faizi ise Merkez Bankası eski Başkanı Naci Ağbal döneminde 3 kez artırılarak yüzde 19'a konumlandı.
Bu yıl gerek dolardaki gerekse faizlerdeki bu fahiş artışlar, önümüzdeki dönemde ürün fiyatlarına zam olarak yansıyacak. Bu son artışların etkisini daha piyasada maliyet olarak görmüş değiliz. Buna rağmen aylık ve yıllık enflasyon rakamlarında ciddi artışlar söz konusu, bir de bu son gelişmeler eklendiğinde durum çok daha vahim olacak.
Ülke nüfusumuzun çoğunluğunu "dar gelirli" olarak tanımlayabiliriz.
Çünkü milyonlarca işçi ve emekli açlık sınırının altında bir asgari ücret alıyor, milyonlarca memur ise yoksulluk sınırının yarısı kadar bir maaşa talim ediyor. Milyonlarca işsizin ise zaten herhangi bir geliri yok. Vatandaşlarımızın çoğunun kendilerine ve ailelerine yeten bir geliri olmadığı için tasarrufları da yok. Bu manada "getiri açısından" dolar, altın ve faizlerdeki dalgalanmalar onları hiç ilgilendirmiyor.
Ama bu vatandaşların çoğunun borcu olduğu için dolar ve faizlerdeki artış, borçlanma maliyetinin artması sebebiyle onları daha büyük bir borç batağının içine sokuyor.
Bir de bunun market ve pazardaki yansıması var. Dedik ya, dolar ve faizlerdeki artış, aynı zamanda üretim maliyetlerindeki artıştır, üretici bu artışı mecburen ürün fiyatlarına yansıtmak zorundadır, bu da pahalılığı beraberinde getirmektedir.
Çalışanların ücret artışları TÜİK'in belirlemiş olduğu resmi enflasyona göre olduğundan, resmi enflasyon da sahadaki gerçek enflasyonu yansıtmadığından, dolar ve faiz artışlarının yol açtığı zamların asıl vurduğu kesim, bu dar gelirli kesim olmaktadır.
Örnek vermek gerekirse; Kamu-Ar'ın 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 3 bin 313 lira açıkladığını dikkate alırsak, 2 bin 825 lira alan bir asgari ücretlinin aldığı bu maaşla odaklandığı konu sadece ailesinin mutfak masrafı olacaktır.
2021 yılı başında devreye giren asgari ücret, refah payı da dikkate alınarak resmi enflasyonun biraz üstünde yüzde 21,56 bir artışla 2 bin 825 liraya yükseltildi.
Yüzde 14 resmi enflasyona göre bu zam oranı çok iyi görünüyordu ama asgari ücretlinin harcama eğilimine göre bu zam yeterli miydi?
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu "halkın enflasyonu" araştırmasının Mart ayı sonuçlarını açıkladı. Araştırmaya göre, halkın en çok tükettiği 79 çeşit gıda maddesinin fiyatı son bir yıllık dönemde yüzde 29,2 zamlandı. Yani asgari ücretlinin maaşı, mutfak harcamalarında 2021 yılında yüzde 7,64 oranında erimiş oldu.
Bu sene sonunda da göreceğiz ki, faizler, kurlar havalarda uçuşurken, maaşlara zamlar yine cılız kalacak ve ekonominin olumsuz faturası yine dar gelirliye kesilecek.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, dolar kurundaki fahiş artışlarla ilgili yaptığı basın açıklamasında, halkımızın bu durumunu da gözler önüne sermektedir. BTP Lideri Baş şu önemli tespitlerde bulunmaktadır:
"Şu anda doların önü çok açık. Dolar yarın sabah uyandığımızda 10 lira olsa kim şaşırır. Türkiye'nin geldiği durum bu. 20 ayda 4 kez Merkez Bankası Başkanı değişiyor. Neye göre bunu değişiyoruz? Niye Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmeye ihtiyaç duyuyoruz? Halkın bu tip problemleri mi var? Vatandaş evine ekmek götüremiyor."
"İşsizlik sebebiyle intiharları görüyoruz. Anadolu'ya gittiğiniz zaman insanlar çok kötü pozisyonda, İstanbul'u geziyorsunuz insanlar çok kötü pozisyonda, esnaf kan ağlıyor. Vatandaş, 'bize imkân sağlayın, para verin' diyor."
"Şimdi bir vatandaş olarak soruyorum; bizim kendi elimizle seçtiğimiz iktidarın ne yapması lazım, bizim taleplerimizi yerine getirmesi lazım. Peki bugün ne oluyor? Sanki böyle talepler hiç olmamış gibi kendi dünyalarında, kendi siyasetlerini yapıyorlar. Niçin yapıyorlar? Kendi koltukları için. Böyle ülke yönetilemez."
BTP Lideri, ekonomideki bu zifiri karanlığa güçlü bir ışık da yakıyor; sadece eleştirmekle kalmıyor, çözümü de sunuyor, "Tek çıkış yolu Milli Ekonomi Modeli'dir" diyor.
"Bugünün ekonomisinde Milli Ekonomi Modeli artık bir kanundur. Bu, Prof. Dr. Haydar Baş'ın yazdığı bir kanundur" diyor.
Bugün Türkiye'de kapitalist bir mantıkla milletten kopuk, millete hiçbir faydası olmayan bir ekonomi uygulanıyor; Milli Ekonomi Modeli ise insandan, milletten yola çıkan bir model, ekonominin merkezinde insan var, insan için yazılmış bir model.
Milli Ekonomi Modeli'nde para herkesin rahatlıkla ulaşabildiği yerdedir ve maliyetsizdir, ekonomi üretim-tüketim dengesini dikkate alır ve tüketim odaklıdır.
Tüketim odaklı demek, vatandaşların, ihtiyaç duyduğu emek ve üretime, kimseye muhtaç olmadan rahatlıkla ulaşabilmesi demektir.
Mutfaktaki yangın, ekonomideki yıkım ancak böyle ortadan kaldırılabilir.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024