ABD Kongresi'nin iki milletvekili; bir Amerikan firmasının, Erdemir Demir-Çelik fabrikasına çeliğin kalitesini arttıracak bazı araçların satışına kredi vermemesi için Amerikan Eximbank'a talimat verdi.
Yeni Mesaj Gazetesi'nde önceki gün yer alan habere göre milletvekilleri Türkiye'nin daha fazla çelik üreterek ucuza Amerikan piyasasına satabileceğini, bu durumun Amerikan yerli çelik üreticisine haksızlık olduğunu savunuyorlar.
İşte ABD'nin kendi üreticisini ve milli çıkarlarını koruma hususunda gösterdiği hassasiyet. Aynı tavrı, gelişimini tamamlamış her ülkede görmek mümkün.
Maksat kendi iç piyasalarında hiçbir dış ürünün hakim olmaması, yerel üreticilerin hiçbir şekilde zarar görmemesidir. Hele Türkiye'nin kendi pazarlarında söz sahibi olmasına asla tahammülleri yoktur.
Bilindiği gibi Türkiye 1995 yılında düğün bayramla Gümrük Birliği'ne girdi. Bu tarihten sonra ülkemiz tam bir ithalat cennetine döndü. Türkiye beyaz eşya, elektrikli ev araçları, TV vb. tüketim mallarının akınına uğradı. Bu durumun yerli üreticimizi nasıl etkilediği ise ortadadır. Pek çok üretici üretimi durdurdu. Türkiye ciddi boyutlarda kayba uğradı.
Öte yandan AB ülkeleri GB Anlaşması'nın şartlarına uymadılar.
AB 1999 yılında Türk demir-çeliğine anti-damping soruşturması başlattı. İleri sürülen gerekçe Avrupa'ya ihraç edilen filmaşinin (kangal demir) bağlantı parçalarının düşük fiyatla satılıyor olmasıydı. Ancak asıl sebep Türkiye'nin Avrupa ülkelerine yaptığı demir-çelik ihracatını 1996-99 arası dönemde % 529 arttırmış olmasıydı.
Türkiye'nin iddialı olduğu üretim dallarındaki ihracatı azaldı. Zira AB ülkeleri Türk ürünlerine GB şartlarına uymayan tarife dışı engel ve kotalar uygulamaktadır. AB üyesi olmadığından karar mekanizmalarında yer alamayan Türkiye, yapılan haksız uygulamalara itiraz edememektedir. Bu icraatın sahibi sn. Tansu Çiller, GB ile Türkiye'yi 60 milyar dolar zarara sokmuş iken, TV kanallarında övüne övüne GB'ni anlatmaktadır. Buna ya saflık ya da bilgisizlik denir.
Sanayileşmiş ülkelerin pazar kavgasına düştükleri ve kendi piyasalarını sıkı bir şekilde korumaya aldıkları küresel dünyada sıfır gümrükle kapılarımızı Avrupa ürünlerine açmanın ve kendimizi iyi bir pazar durumuna düşürmenin (Türk ürünlerine karşı yapılan haksız uygulamalar ortada olduğu halde) övünülecek ne yanı olabilir?
Yazının başında örnek verdiğimiz Erdemir olayı Türkiye'nin dost ve müttefik ABD'den yediği ilk darbe değildi. Amerika daha önce de Türkiye'den çelik, tel çubuk, çelik boru ithalatını kısıtlayıcı ek vergiler getirdi.
Türkiye'nin Amerikan piyasasında damping (yani ucuz mal satarak piyasayı ele geçirme) yaptığını söyleyen ABD, Türk ürünlerine anti-damping soruşturması açtı. Ve koyduğu kota miktarını aşan ithalata % 10 ek vergi getirdi.
Bütün bu uygulamalar karşısında bizim de kendi üreticimizi ve piyasamızı korumaya yönelik geniş çaplı tedbirler almamız, IMF ve AB güdümündeki politikaları terk etmemiz lazımdır. Yapılması gereken kendi pazarımızı ve ürünlerimizi koruyabilmek için GB'den doğan zararların önüne geçmek ve kendi ürünlerimizi dış pazarlara açacak önlemleri almaktır. GB de milli çıkarlarımız doğrultusunda ıslah edilmeli ve gözden geçirilmelidir.
Yeni Mesaj Gazetesi'nde önceki gün yer alan habere göre milletvekilleri Türkiye'nin daha fazla çelik üreterek ucuza Amerikan piyasasına satabileceğini, bu durumun Amerikan yerli çelik üreticisine haksızlık olduğunu savunuyorlar.
İşte ABD'nin kendi üreticisini ve milli çıkarlarını koruma hususunda gösterdiği hassasiyet. Aynı tavrı, gelişimini tamamlamış her ülkede görmek mümkün.
Maksat kendi iç piyasalarında hiçbir dış ürünün hakim olmaması, yerel üreticilerin hiçbir şekilde zarar görmemesidir. Hele Türkiye'nin kendi pazarlarında söz sahibi olmasına asla tahammülleri yoktur.
Bilindiği gibi Türkiye 1995 yılında düğün bayramla Gümrük Birliği'ne girdi. Bu tarihten sonra ülkemiz tam bir ithalat cennetine döndü. Türkiye beyaz eşya, elektrikli ev araçları, TV vb. tüketim mallarının akınına uğradı. Bu durumun yerli üreticimizi nasıl etkilediği ise ortadadır. Pek çok üretici üretimi durdurdu. Türkiye ciddi boyutlarda kayba uğradı.
Öte yandan AB ülkeleri GB Anlaşması'nın şartlarına uymadılar.
AB 1999 yılında Türk demir-çeliğine anti-damping soruşturması başlattı. İleri sürülen gerekçe Avrupa'ya ihraç edilen filmaşinin (kangal demir) bağlantı parçalarının düşük fiyatla satılıyor olmasıydı. Ancak asıl sebep Türkiye'nin Avrupa ülkelerine yaptığı demir-çelik ihracatını 1996-99 arası dönemde % 529 arttırmış olmasıydı.
Türkiye'nin iddialı olduğu üretim dallarındaki ihracatı azaldı. Zira AB ülkeleri Türk ürünlerine GB şartlarına uymayan tarife dışı engel ve kotalar uygulamaktadır. AB üyesi olmadığından karar mekanizmalarında yer alamayan Türkiye, yapılan haksız uygulamalara itiraz edememektedir. Bu icraatın sahibi sn. Tansu Çiller, GB ile Türkiye'yi 60 milyar dolar zarara sokmuş iken, TV kanallarında övüne övüne GB'ni anlatmaktadır. Buna ya saflık ya da bilgisizlik denir.
Sanayileşmiş ülkelerin pazar kavgasına düştükleri ve kendi piyasalarını sıkı bir şekilde korumaya aldıkları küresel dünyada sıfır gümrükle kapılarımızı Avrupa ürünlerine açmanın ve kendimizi iyi bir pazar durumuna düşürmenin (Türk ürünlerine karşı yapılan haksız uygulamalar ortada olduğu halde) övünülecek ne yanı olabilir?
Yazının başında örnek verdiğimiz Erdemir olayı Türkiye'nin dost ve müttefik ABD'den yediği ilk darbe değildi. Amerika daha önce de Türkiye'den çelik, tel çubuk, çelik boru ithalatını kısıtlayıcı ek vergiler getirdi.
Türkiye'nin Amerikan piyasasında damping (yani ucuz mal satarak piyasayı ele geçirme) yaptığını söyleyen ABD, Türk ürünlerine anti-damping soruşturması açtı. Ve koyduğu kota miktarını aşan ithalata % 10 ek vergi getirdi.
Bütün bu uygulamalar karşısında bizim de kendi üreticimizi ve piyasamızı korumaya yönelik geniş çaplı tedbirler almamız, IMF ve AB güdümündeki politikaları terk etmemiz lazımdır. Yapılması gereken kendi pazarımızı ve ürünlerimizi koruyabilmek için GB'den doğan zararların önüne geçmek ve kendi ürünlerimizi dış pazarlara açacak önlemleri almaktır. GB de milli çıkarlarımız doğrultusunda ıslah edilmeli ve gözden geçirilmelidir.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011