Gençliğimizi, geleceğimizi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Nesillerimiz sistemli bir saldırı altında.
Beş buçuk milyon gencimiz ne okuyor ne de çalışıyor. Ünüversite okumaktan vazgeçen sınava girmeyen 1 milyon gencimiz var. YÖK verilerine göre son 10 yılda 19 milyon genç ünüversiteyi bırakmış. Sorumlulukların yerini bağımlılıkların aldığı, alın terinin anlamını kaybettiği, savrulan toplumun değerlerini nesillere aktaramadığı bir zaman dilimindeyiz. Geleceğimizin teminatı gençlerimizin sorunlarını görmeli, onların ihtiyaçlarını, siyasetin oy kaygısı dolu kısır gündeminin üzerinde tutmalıyız.
Öncelikle bir hakkı teslim edelim. Gençliğe kurulan tuzaklara dikkat çeken ve gençlerimiz bu tuzaklara düşmesinler diye "Geleceği Savunmak" program serisini başlatan Genel Başkanımız Hüseyin Baş'a teşekkür ediyoruz. Bu çalışmanın sadece aileleri ve gençleri bilinçlendirmekle kalmadığını, yetki sahiplerinin de dikkatlerini bu konuya çektiğini görüyoruz. Yani şunu söyleyebiliriz ki BTP lideri milletin gerçek sorunları ile gündemi yönlendiriyor.
Prof. Dr. Haydar Baş derdi ki, Türk çocuklarına bir kimlik kazandırmalıyız. Gençlerin rol modeli yok. Atatürk gibi gençler yetiştirmeliyiz.
Siyasetin görevi, Atatürk'ün "Ey Türk gençliği" diyerek ülkeyi emanet ettiği gençlğimizin ülkeye aidiyetini artırmaktır, gençleri ülkeden soğutmak, umutlarını yok etmek değil.
Aidiyet duygusu bir panzehirdir aslında.
Aidiyet kişinin kendisini emniyette hissetmesidir. Evde, okulda, sokakta, işte, hayatını planlarken kendini emniyette hissetmesidir. Aidiyet duygusu kişinin ruhsal olarak özgür olmasını sağlar.
Aidiyet hissetmeyen insanlar, ilişkilerinde sürekli onay ve kabul arayışı içindedirler. Bu arayış, bireyin bağımlı ve sağlıksız ilişkilere girmesine neden olabilir.
Bireyin ilk sosyal çevresi olan aile, aidiyet duygusunun temellerinin atıldığı yerdir. Aidiyet duygusu güçlü sağlıklı bir bireyin yetişebilmesi için, çocuk ailesi içinde her açıdan kendini güvende hissetmelidir.
Aile hem ekonomik açıdan fertlerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek güçte olmalı, hem ahlaki açıdan güçlü olmalıdır ki bu güven duygusu oluşabilsin.
Hoffman ve Johnson (2002), yaptığı araştırmada, üvey anne veya babanın olduğu ailelerde, diğerlerine göre çocuklarının uyuşturucu madde kullanımının daha fazla olduğunu tespit etmişlerdir. Parçalanmış ailelerde aile yapılarındaki sapma davranışlarındaki fazlalığın, çocukları uyuşturucu madde kullanımına ittiği gözlemlenmiştir.
2024 yılında 187 bin 343 çift boşanırken, 186 bin 536 çocuk velayete verildi. 186 bin 536 çocuk, aile ortamı parçalandığı için bağımlılık konusunda daha riskli bir hale gelmiş olabilir.
Boşanmaların temel sebeplerinden birinin ekonomik sorunlar olduğu gerçeği düşünüldüğünde "aile yılı" ilanının çok da anlamlı olmadığı ortadadır.
1999 yılında Fransa'da 2396 öğrenciye uygulanan bir araştırmada, sigara ve alkol kullanımı olan ailelerin çocukların uyuşturucu madde kullanım riskinin, kontrol grubuna göre on kat fazla olduğu tespit edilmiştir.
Bu araştırma, ailelerin kendi bağımlılıklarından kurtulmalarının da önemli olduğunu gösteriyor.
Bir diğer önemli mesele ise; genç, devlet mekanizması içinde kendini güvende ve kabul görmüş hissetmelidir. Aldığı eğitimin, onu faydalı kılacağından ve onurlu bir hayat sürebilecek bir geliri sağlayacağından emin olmalıdır. İçinde bulunduğumuz belirsiz, plansız ve pek de adil olmayan ortam, gençlerin meşru mekanizmalara olan güvenini ortadan kaldırmakta ve maalesef başka limanlara sürüklemektedir. Hükümetlerin görevi bu güveni oluşturmaktır. Seçtiklerimiz halka gündem oluşturup onlarla oyalanmak yerine milletin gerçek sorunlarını çözmekle mükelleftir.
Çete üyeliğinin gençler arasında bu kadar yaygınlaşmasının temel sebeplerinden biri bu sahipsizlik hissi ve onun oluşturduğu boşluktan yararlanan çetelerin sahte ilgileridir. Devletine aidiyet hisseden bir genç, kabiliyetlerini devleti, milleti ve kendi lehine kullanma özgürlüğü bulurken; çeteler bu özgürlüğü "sen suçu işle biz arkandayız, sana sahip çıkarız" mantığı ile vermekte ve çocuk yaştaki gençleri suça özendirmektedir.
Türkiye'de geçen yıl (2024'te) güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı 612 bin 651.
Hepimizi yaralayan Mattia Ahmet Minguzzi cinayeti, İbrahim Oktugan, Hakan Çakır cinayetinde çocuk yaştaki failler, İzmir'de karakol baskını ve son olarak Serdar Ötkem'in çocuklar eliyle infazı, geldiğimiz durumun vehametinin isbatı gibi.
Cehalet, umutsuzluk, sahipsizlik ve savrulan bir toplumun oluşturduğu kimliksiz gençler.
Halbuki onlar, "Ey Türk gençliği" hitabının muhatabı, emanetin sahipleri. Hal böyleyken siyasetin gençliğin sorunlarından daha önemli bir gündemi olabilir mi? Bu yüzden Bağımsız Türkiye partisi olarak gündemimiz gençlik.
Peki çözüm ne? Aidiyeti sağlam, güçlü bir gençlik için ne yapılmalı?
Prof. Dr. Haydar Baş hocamız, "Atatürk'ü gençlerimize rol model yapmalıyız. Atatürk gibi gençler yetiştirmeliyiz" derdi.
Norveç'te bir atasözü vardır: "Çaresiz zamanlarda Atatürk gibi olmak"
Niye böyle söylüyor, Norveçliler?
13 Kasım 1918'de Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Boğazı'ndaki işgal kuvvetlerine ait savaş gemileri bütün çirkinliği ve gücüyle Boğazı geçerken, "Geldikleri gibi giderler, çocuk üzülme" diye teselli etti, yaverini.
Devrin hükümeti, işgale karşı durduğu için Mustafa Kemal Paşayı 11 Mayıs 1920'de idama mahkûm etti. Atatürk İngilizlerle el altından anlaştığı için, Fransızlara bilgi sattığı için, Yunan ajanı olduğu için değil; İngiliz'e Faransız'a Yunan'a milletiyle birlikte karşı geldiği için idama mahkum edildi. Ama bu onu yolundan dönürmedi.
Eskişehir muharebelerinde askerlerinin aldığı mağlubiyet onu durdurmadı. İngilizlerin envayi çeşit silahlarla donattığı Yunan askerleri onu korkutmadı.
Mecliste her fırsatta yükselen muhalefet onu yolundan döndürmedi.
Öyleyse Prof. Dr. Haydar Baş Atatürk gibi gençler yetiştirmeliyiz, derken yine çok haklıydı.
Genel Başkanımızın ifadesiyle, "Bizim süper kahramanlara ihtiyacımız yok, bizim süper kahramanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk." Çocuklarımız kendi süper kahramanımızı ne kadar tanıyor?
Prof Dr. Yavuz Köker'in ilk "Geleceği Savunmak" programında hatırlattığı bir konunun altını çizmekte fayda var, diye düşünüyorum. Aidiyet duygusu yüksek gençler yetiştirmek için çabalamamız gerekirken, güzel uygulamalarımızdan "Andımız" müfredattan kaldırıldı.
Andımız bir şiir değil, toplumsal bir sözleşmedir.
2013 yılında, çözüm süreci adı altında alınan kararla ilköğretim okullarından andımız okutulması kaldırıldı. Ve 12 yıl sonra bugün, aidiyet duygusu zayıflamış, amaçsız, değerlerden uzak bir gençlik profiliyle karşı karşıyayız. Şairin dediği gibi: "Gayesiz gençler boşuna volta atar, şeytanlaşmış kişiler onlara olta atar."
Peki andımızda ne var?
Türküm
Doğruyum
İlkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türk'üm diyene.
Eğer bir çocuk, 5 yıl boyunca her sabah topluluk önünde ahlaki bir and içerek güne başlarsa, bu cümlelerin etkisi hafızasına, karakterine ve geleceğine mutlaka etki eder. Bu nedenle konu, siyasi tartışmaların çok ötesinde, toplumsal ve ahlaki bir sorumluluktur.
Güvenli bir gelecek inşa etmek için güçlü bir milli aidiyet bilinci oluşturulmalıdır. İşte bu yüzden BTP olarak biz milli bayramlarımızı coşkuyla kutluyor, Haydar baş beyin "Milli bayramlarını kutlamayan milletler, dini bayramlarını kutlayamazlar.", sözünü düstur ediniyoruz.
Coşkula söylenen marşlar milli kimlik reçetesidir.
İstiklal marşımız bir duruş, onuncu yıl marşı gurur, "Tuna nehri" "Tarihi çevir" müzüğin zerafeti ile gencin içinde saklı duran gücüdür. O güç ile diller "Parla hilal ve yıldızım" derken kalpler ritmine eşlik eder.
Çocuklarımız sporla, resimle, müzikle, ilmin ışığında kabiliyetlerine göre şekillenirken "Ne mutlu Türküm diyene" diye çarpan kalplerinin oluşturduğu gelecek hayallerimizin bile ötesine geçecektir.
Gençlerimizin önünü açalım, onlara sahip çıkalım, onlara doğru örnekler koyalım. Bağımsızlığı karakter edinmiş, sorunlu değil sorunların üstesinden gelebileceğine inanan sorumluluk sahibi gençlerle, geleceğimizi en güzel şekilde hep birlikte inşa edelim.
Geleceğimize sahip çıkalım, Geleceğimizi savunalım.
- Fenerbahçe / 23.09.2025
- Kimliğimiz en büyük gücümüzdür / 09.04.2025
- Kurban Bayramı notları / 18.06.2024
- Hüseyin Baş ile adım adım Anadolu ve Çanakkale Destanı… / 29.08.2023
- Hüseyin Baş ile adım adım Anadolu / 21.07.2023
- Özlemle / 14.04.2023
- Asgari ücret müjde mi, hayal kırıklığı mı? / 26.12.2022
- Kader / 18.10.2022
- Şaka değil, kapıdaki açlık / 25.07.2022