Türkiye'nin yeni dış politik açılımlar konusunda yoğun gelişmeler yaşadığı şu günlerde, hem AB hem de ABD cephesinde ciddi kaygılar yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün gecikmeli Suriye ziyareti her iki cephede de, Türkiye ile ilgili derin sorgulamalara neden oldu. Türkiye'nin önce İran ile şimdi de Suriye ile girdiği yakın temas, Batı cephesinde "Türkiye istikamet mi değiştiriyor?" sorusunu gündeme getirdi. Özellikle ABD cephesinde bu rahatsızlık yoğun olarak hissediliyor. Önce ABD Temsilciler Meclisi Üyesi ve Türkiye Dostluk Grubu Eş Başkanı Robert Wexler'in Suriye ziyareti ile ilgili sorgulaması, sonra da Amerikan savunma çevrelerinin dergisi Defense News'in 'Türkiye'nin batıya yönelimi zayıflıyor' başlıklı yorumu, bu rahatsızlığı açıkça ortaya koyuyor. Defence News dergisi, bazı uzmanlara dayanarak, Irak savaşı ve Kıbrıs ile ilgili AB gelişmelerinin ardından Türkiye'nin uzun yıllardır olmadığı şekilde batı dünyasından izole olmaya doğru ilerlediğini belirterek, geleneksel Türk dış politikasında AB ve ABD'ye bakış noktasında ciddi kırılmalar yaşandığını yazıyor.
Batı cephesindeki bu kaygılar, aslında Türkiye açısından olumlu gelişmeler. Çünkü Türkiye'yi "çantada keklik" sayan geleneksel anlayışları, Türkiye'nin kendisine yeni dış politik açılımlar arayışına girmesiyle önemli bir darbe aldı. ABD özellikle tezkere konusunda bu anlayışın artık tutmayacağını esaslı bir şekilde anlamış oldu. Türkiye'nin AB ve ABD'ye karşı eli hayli güçlendi ama...
Ama Türkiye, eline geçen bu önemli kozu daha birkaç gün bile kullanamadan, Dışişleri Bakanımızın ağzından çıkan cümlelerle bir anda uçuruverdi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, hem de AB ve ABD'yi kaygılandıran Suriye ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, Türkiye'nin istikameti konusunda şu açıklamayı yaptı:
"İstikametimiz bellidir. Bu da AB ile bütünleşmek, Türkiye'nin en kısa sürede AB ile müzakerelere başlaması ve tam üyeliğimizin gerçekleşmesidir.'' Bununla da yetinmeyen Gül, ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Robert Wexler'in Ankara'daki temaslarında gündeme gelen, Washington'daki bazı çevrelerin "Türkiye yön mü değiştiriyor'' görüşüne de açıklık getirerek, Wexler ile bu konudaki tereddütleri gidermeye yönelik bir görüşme yaptıklarını söyledi. Yani Gül Türkiye'nin eline geçen bu önemli fırsatı, AB ve ABD lehine bir anda bozuverdi. Türkiye'yi tek hedefe mahkum etti, çıtayı düşürülebilecek en alt seviyeye düşürdü.
Türkiye'nin tek istikameti AB olabilir mi? Türkiye bu kadar dar bir perspektife sıkıştırılamayacak kadar büyük bir potansiyele sahip. Tamam, istikametimiz sadece Suriye ve İran da olsun demiyorum ama, sadece AB hiç olmasın. Türkiye birçok dış politik açılımı bünyesinde barındırsın ve yeni açılımlara liderlik etsin. Kendisini AB'nin kuyruğuna mahkum ederek, hiçbir yere varamaz Türkiye.
Ayrıca AB'nin Türkiye'nin devlet felsefesiyle ilgili ciddi hesapları bulunuyor. Hollandalı Hristiyan Demokrat Arie Ostlander tarafından kaleme alınan 53 maddelik Türkiye raporunda Türkiye'nin devlet felsefesi ciddi anlamda sorgulanıyor ve AB'ye girişteki en önemli engel olarak sunuluyor. Kemalist devlet felsefesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği önündeki en büyük engel olduğunu ileri süren Ostlander, Milli Güvenlik Kurulu'nun fesh edilmesini öneriyor. Bununla birlikte Türk Anayasası'nın tamamen yeniden kaleme alınması gerektiğini savunan Hollandalı parlamenter, yeni Anayasa'nın Kemalizm yerine Avrupa'nın demokratik değerlerini esas alması gerektiğini öne sürüyor.
Burada Kemalist felsefeden kasıt, Türkiye'nin 1923'te tesis ettiği milli devlet yapısıdır. Kuruluş ve işleyiş mantığı itibariyle Milli devlet yapısını reddeden Avrupa Birliği, Türkiye'nin de milli devlet yapısından vazgeçmesini AB'nin kuyruğunda bir eyalet olmasını arzuluyor. Kemalist felsefeyle ilgili olarak bugünlerde ciddi spekülatif değerlendirmeler duyabilirsiniz ama emin olun ki, AB'nin engel olarak gördüğü Kemalist felsefe, sömürüye ve emperyalizme meydan okuyan bağımsız ve milli devlet yapısıdır. Yani bağımsız ve milli Türkiye'dir.
Batı cephesindeki bu kaygılar, aslında Türkiye açısından olumlu gelişmeler. Çünkü Türkiye'yi "çantada keklik" sayan geleneksel anlayışları, Türkiye'nin kendisine yeni dış politik açılımlar arayışına girmesiyle önemli bir darbe aldı. ABD özellikle tezkere konusunda bu anlayışın artık tutmayacağını esaslı bir şekilde anlamış oldu. Türkiye'nin AB ve ABD'ye karşı eli hayli güçlendi ama...
Ama Türkiye, eline geçen bu önemli kozu daha birkaç gün bile kullanamadan, Dışişleri Bakanımızın ağzından çıkan cümlelerle bir anda uçuruverdi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, hem de AB ve ABD'yi kaygılandıran Suriye ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, Türkiye'nin istikameti konusunda şu açıklamayı yaptı:
"İstikametimiz bellidir. Bu da AB ile bütünleşmek, Türkiye'nin en kısa sürede AB ile müzakerelere başlaması ve tam üyeliğimizin gerçekleşmesidir.'' Bununla da yetinmeyen Gül, ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Robert Wexler'in Ankara'daki temaslarında gündeme gelen, Washington'daki bazı çevrelerin "Türkiye yön mü değiştiriyor'' görüşüne de açıklık getirerek, Wexler ile bu konudaki tereddütleri gidermeye yönelik bir görüşme yaptıklarını söyledi. Yani Gül Türkiye'nin eline geçen bu önemli fırsatı, AB ve ABD lehine bir anda bozuverdi. Türkiye'yi tek hedefe mahkum etti, çıtayı düşürülebilecek en alt seviyeye düşürdü.
Türkiye'nin tek istikameti AB olabilir mi? Türkiye bu kadar dar bir perspektife sıkıştırılamayacak kadar büyük bir potansiyele sahip. Tamam, istikametimiz sadece Suriye ve İran da olsun demiyorum ama, sadece AB hiç olmasın. Türkiye birçok dış politik açılımı bünyesinde barındırsın ve yeni açılımlara liderlik etsin. Kendisini AB'nin kuyruğuna mahkum ederek, hiçbir yere varamaz Türkiye.
Ayrıca AB'nin Türkiye'nin devlet felsefesiyle ilgili ciddi hesapları bulunuyor. Hollandalı Hristiyan Demokrat Arie Ostlander tarafından kaleme alınan 53 maddelik Türkiye raporunda Türkiye'nin devlet felsefesi ciddi anlamda sorgulanıyor ve AB'ye girişteki en önemli engel olarak sunuluyor. Kemalist devlet felsefesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği önündeki en büyük engel olduğunu ileri süren Ostlander, Milli Güvenlik Kurulu'nun fesh edilmesini öneriyor. Bununla birlikte Türk Anayasası'nın tamamen yeniden kaleme alınması gerektiğini savunan Hollandalı parlamenter, yeni Anayasa'nın Kemalizm yerine Avrupa'nın demokratik değerlerini esas alması gerektiğini öne sürüyor.
Burada Kemalist felsefeden kasıt, Türkiye'nin 1923'te tesis ettiği milli devlet yapısıdır. Kuruluş ve işleyiş mantığı itibariyle Milli devlet yapısını reddeden Avrupa Birliği, Türkiye'nin de milli devlet yapısından vazgeçmesini AB'nin kuyruğunda bir eyalet olmasını arzuluyor. Kemalist felsefeyle ilgili olarak bugünlerde ciddi spekülatif değerlendirmeler duyabilirsiniz ama emin olun ki, AB'nin engel olarak gördüğü Kemalist felsefe, sömürüye ve emperyalizme meydan okuyan bağımsız ve milli devlet yapısıdır. Yani bağımsız ve milli Türkiye'dir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012