Allah (c.c.) bütün dinleri (Allah katında tek din İslam'dır) insanların hem dünya mutlulukları hem ahret yurdunun saadetleri için peygamberlerini insanlara göndermiş, mukaddes kitaplarını da peygamberlerine indirmiştir. Bazı insanları bazı insanlara üstün kılmış, bazı peygamberleri de bazı peygamberlere üstün kılmıştır. Son indirdiği din olan İslam'ı bütün dinlere üstün kılmış, son peygamberini de diğer peygamberlere üstün kılmış, (Bakara suresi 253. ayeti) O'nu "habibullah" sıfatıyla övmüştür.Peygamberlik görevi son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.a.) efendimiz ile bittiğinden diğer bütün peygamber efendilerimizden bu önemli noktayla ayrılmıştır. Rabbimizin ayeti kerimelerinde bildirdiği üzere de peygamberlerin atası İbrahim (a.s.) idi ve hepsi bir atadan gelmekte idi. İslam dininin en büyük farkı ve önemli can alıcı noktası da Peygamberden sonra insanların irşat ve ikaz görevini kimin yerine getirmesi mevzusu olmuştur. Hazreti İbrahim'den (a.s.) sonra bu görevi yerine oğulları İsmail (a.s.) ve İshak (a.s.) efendilerimiz ifa etmiş. Hz. Davut'tan (a.s.) sonra oğlu Hz. Süleyman (a.s.), Hz. Musa'dan (a.s.) sonra kardeşi Hz. Harun'a (a.s.) bu görevi Rabbimiz tevdi etmiştir. Bizim iyi anlayabilmemiz için de Hz. İsa'nın (a.s.) arkasında arkadaşları diyebileceğimiz havarilerini bırakmış, neticesinde de çok kısa bir süre de hak olan dini, âlimlerinin, az bir dünyalığa karşı dinlerini satmalarından dolayı bozulmıştur. Roma'nın paganlığıyla (putpereslik) saf ve duru olan Allah'ın (c.c.) dini karıştırılmıştır. Neticesinde bozulmuşluk kokusu her tarafı sarmış ve batıl olan zail olmuştur.Yüce dinimiz İslam'da ise Peygamber Efendimiz (s.a.a)'den sonra irşat ve ikaz görevi İmam Ali (k.v.) tevdi edilmiş. Şah-ı velayet olarak İmam Ali (k.v.) vasıflandırılmıştır. İmam Ali (k.v.)'den ilim öğrenen tabiinden ve onlardan ilim öğrenen etbaüttabiin dinimizin emir ve yasaklarını diğer kuşaklara çok büyük sıkıntılarla ulaştırmayı başarmışlardır. Hasan-i Basri bu ilmi edinmede en büyük örnektir.İmam Ali (k.v.), halifeliği sırasında şehir şehir dolaşıp, halkını bizzat ziyaret edip dertlerini dinlemeyi kendisine âdet edinmişti. Nerede bir şeyh veya vaiz görse veya duysa, giderek onu dinler, doğru yoldan ayrılanları edeplendirir, doğru olanları takdir ederdi. Bu şekilde gezerken yolu Basra'ya düştü. Devesinden inip orada üç gün kaldı. Şehri baştan sona gezerken bir mecliste Hasan-ı Basrî'nin vaaz ettiğini gördü. Hemen meclisine dâhil olup vaazını dinledi ve beğendi. Sonra ona; "Ey Hasan! Zamanın hâdiselerini anlatan biri misin? Yoksa hakiki gerçeği öğretmek isteyen bir kişi misin?" diye sordu. Hasan-ı Basrî; "Peygamber Efendimizden bize ne ilim geldi ise onu yaymaya çalışıyoruz. Haberini doğru bulduğum ilmi halka söylemekten çekinmiyorum" dedi. İmam Ali (k.v.) tebessüm ederek ona yöneldi ve tebrik etti. Daha sonra meclisten dışarı çıktı. Hasan-ı Basrî hazretleri onun İmam Ali (k.v.) olduğunu anlayıp hemen kürsüden indi, eteğinden tuttu. Sonra hazret-i Ali'den zikir telkini istedi. Bâbü't-Taşt denilen yerde bulunuyorlardı. İmam Ali (k.v.) tasavvuf ile ilgili ilimi Hasan-ı Basrî'ye burada anlattı.Hasan-ı Basrî İmam Ali'ye (k.v.) talebe oldu. İmam Ali (k.v.) ona icazet vererek zikir telkiniyle ve insanlara İslâmiyet'in emir ve yasaklarını anlatmakla Hasan-ı Basri'yi vazifelendirdi. Sonra tasavvuftaki ilk hilafetnameyi yazıp Hasan-ı Basrî'ye verdi. Mutasavvıflar arasında usul olan "İzinnâme, icâzetnâme" denilen yazılı kâğıt verme usulü İmam Ali'den (k.v.) kaldı.Fıkıhta, Hadiste, Tasavvufta diğer bütün ilimlerde değerli âlimlerimiz mezhep imamlarımız da dâhil hepsi
Ehl-i Beyt âlimidirler.