Herkes vazifesini layıkıyla yapmak zorundadır
Bir Müslümanın olaylara bakış tarzı bu siyasidir, bu ticaridir eğer bir menfaat kaygısıyla işin içine girersen o zaman “Rabbena hep bana” keseriyle girersin. Bu ticarette olsa hep kendi tarafına yontarsın. Siyasette olsa kendi tarafına yontarsın
27.09.2024 18:56:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Bir Müslümanın olaylara bakış tarzı bu siyasidir, bu ticaridir eğer bir menfaat kaygısıyla işin içine girersen o zaman "Rabbena hep bana" keseriyle girersin. Bu ticarette olsa hep kendi tarafına yontarsın. Siyasette olsa kendi tarafına yontarsın.
Burada mühim olan kulun, Allah'ın emrettiklerini yerine getirme iradesiyle ilgili bir olaydır.
"Ben üzerime düşen mükellefiyeti bihakkın eda edebiliyor muyum? Edemiyor muyum?" Bu ticarette de olur, ziraatte de olur, siyasette de olur. Yerine getirdin, hepsini yaptın, elinden gelen bütün gayretleri sarf ettin. Kula düşen bu zaten.
Kul, fiilinin halıkı değildir. Kula düşen ona teşebbüs etmektir. Onu ifa edip, yerine getirmektir. Yaratıcı Cenâb-ı Vacibu'l Vûcud Hazretleridir.
İşte bu noktaya kadar en büyük azim ve gayretle herhangi bir işte olursa olsun çalışmanın adına ve ondan sonra ne yaratacak, neyi yaratacak diye beklemenin adına tevekkül denir.
Ama sen hiçbir şey yapmıyorsun, ondan sonra da ben, Allah'a tevekkül ettim.
Peygamber Aleyhisselam Efendimiz döneminde, geliyor sahabi devesini bırakıyor. Peygamberimiz (s.a.a.): "Deveni niye bağlamıyorsun." "Tevekkül ettim" diyor. "Kazığa bağla, öyle tevekkül et" diyor. Anlatabildim mi?
Deveni kazığa bağlayacaksın. Sen, elinden gelen hiçbir şeyi yapmıyorsun, başıboş bırakıyorsun hayvanı. O da, sağa sola sarkıyor.
'Ben tevekkül ettim'. Allah senin çobanın mıdır? Sen, kendi vadinde üzerine düşen her şeyi yapmakla mükellefsin. Bu her konuda böyle. Ticarette böyle, ziraatte böyle, siyasette böyle.
Her şeyi yerine getirdin, sonuç istediğin gibi olmadı. Mesela siyasettesin, ne düşüneceksin o zaman? Allah'a isyan mı edeceksin? Yook! Eğer sana, eğer bana bir hayır ehli insanın iradesi nasip olmayacaksa sen, istediğin kadar çalış. Kader planında bu yoksa eğer sen bir kumanyaya üç kuruş, beş kuruş menfaat karşılığına iradeni terk edeceksen, sen istediğin kadar çalış.
İnsan tiplemesi bozulduysa orada senin bir günahın yok. Bozulanların günahı var. Sen üzerine düşeni yapmakla mükellefiyetini eda ediyorsun. Mesuliyetten kurtuluyorsun.
Ama menfaatine uygun olarak işlerini yürütense, neticeyi kazandık dediğini zannettiği anda her şeyini kaybetmiş oluyor. Yani onlar kaybediyorlar. Kazanmıyorlar.
Eğer bir şeyler ülkede ters gidiyor, düz gitmiyorsa, bir şeyler altüst ediliyor, bunları bizim gözümüz görmüyorsa, İslami telakkiler değiştiriliyor yerine farklı telakkiler getirilmek isteniyor ve getiriliyorsa…
Faraza geçmişte ve de hakikatte bir Müslüman ancak cami onarabilir, açabilir onun yerine farklı bir kurum ve yolda eylem ve işlem yapıyorsa, bu suç senin suçun değil.
Senin yaptığın işler ve eylemler dört dörtlük oldu. Nasibi olmayanlarla beraber olmanın kaderinin sonucu da bu oldu. Sen kazandın. Onlar kazandığını zannettiği anda en büyük kaybın içinde oldular. Anlatabildim mi?
Tevekkül neymiş? Her konuda elinden geleni yaparak Allah'a teslim olmandır. Allah hiçbir zaman kulunun şerrini istemez. Ama illa sen şerre talip oluyorsan, sana ne diye hayrı takdim etsin ki?
Sen yanmak, mahvolmak, rezil olmak, zillet ehli olmak, dağılmak, yok olmak istiyorsan, ne diye sana sahip çıksın ki? Öyle mi?
Bu hem dünyada hem ahirette "mea men ehabbe/kimi seversen onunla berabersin." Hem dünya işlerinde sevip beraber olduğun insan, yol arkadaşın, dava arkadaşın, kardeşin burada seninle kimse, yarın huzur-u maallah'da da onunla beraber olacaksın. Veya kimin bu konularda sevgisini sevdasını taşıyorsan, yarın onunla beraber olacaksın. … "Kişi sevdiğiyle beraberdir."
Bunun için kimin ahlâkını huy edinmek, onun gibi olmak istiyorsan, yarın onunla beraber haşrolacaksın. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Dünya hayatımız devam ederken; sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza bakıp, ya biz bir kulvarda gidiyoruz.
Ama bu insanlar temiz mi? Dürüst mü? Yaptıklarından Allah, razı mı değil mi? Bütün bunları tek tek hesap edip, ortamını cemiyetini bu şekilde tanzim etmesi lazım.
Bugün bu var mı? El cevap yok. Ne var bugün? "Ben şundan ne kadar menfaat elde edebilirim? O, "Ben ondan ne kadar menfaat elde edebilirim."
Hep menfaat kaygıları üzerine kurulmuş bir dünya. Nasıl olur da şunu elde edelim, bunu elde edelim.
Yani, insanoğlunun servet edinmesinde nasıl, ne kadar elde ederse etsin kalbi tatmin olmaz, doymazsa bu da böyledir.
O menfaat duygusu işin içine girdiği zaman çevreni genişletmeye çalışırsın. Oradan açamadık bu kapıyı buradan nasıl açarız? Oradan nasıl gireriz? Allah bu tiplemeyi istemiyor.
Bunlar dalkavuk. Senin üzerine düşen vazife, yaptığın işi bihakkın öğrenip onu icra için faaliyette bulunman. Hani, nasıl tevekkül için teşebbüs etmen neticeye gitmen için imkânları devreye koyman lazımsa bu da böyle. Ama haddi aşmayacaksın.
"İlle kazanacağım, hep kazanacağım" onun için helal haram sınırını aşarsan kaybedenlerden biri belki de başta olanı sen olursun, diyorum efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
Burada mühim olan kulun, Allah'ın emrettiklerini yerine getirme iradesiyle ilgili bir olaydır.
"Ben üzerime düşen mükellefiyeti bihakkın eda edebiliyor muyum? Edemiyor muyum?" Bu ticarette de olur, ziraatte de olur, siyasette de olur. Yerine getirdin, hepsini yaptın, elinden gelen bütün gayretleri sarf ettin. Kula düşen bu zaten.
Kul, fiilinin halıkı değildir. Kula düşen ona teşebbüs etmektir. Onu ifa edip, yerine getirmektir. Yaratıcı Cenâb-ı Vacibu'l Vûcud Hazretleridir.
İşte bu noktaya kadar en büyük azim ve gayretle herhangi bir işte olursa olsun çalışmanın adına ve ondan sonra ne yaratacak, neyi yaratacak diye beklemenin adına tevekkül denir.
Ama sen hiçbir şey yapmıyorsun, ondan sonra da ben, Allah'a tevekkül ettim.
Peygamber Aleyhisselam Efendimiz döneminde, geliyor sahabi devesini bırakıyor. Peygamberimiz (s.a.a.): "Deveni niye bağlamıyorsun." "Tevekkül ettim" diyor. "Kazığa bağla, öyle tevekkül et" diyor. Anlatabildim mi?
Deveni kazığa bağlayacaksın. Sen, elinden gelen hiçbir şeyi yapmıyorsun, başıboş bırakıyorsun hayvanı. O da, sağa sola sarkıyor.
'Ben tevekkül ettim'. Allah senin çobanın mıdır? Sen, kendi vadinde üzerine düşen her şeyi yapmakla mükellefsin. Bu her konuda böyle. Ticarette böyle, ziraatte böyle, siyasette böyle.
Her şeyi yerine getirdin, sonuç istediğin gibi olmadı. Mesela siyasettesin, ne düşüneceksin o zaman? Allah'a isyan mı edeceksin? Yook! Eğer sana, eğer bana bir hayır ehli insanın iradesi nasip olmayacaksa sen, istediğin kadar çalış. Kader planında bu yoksa eğer sen bir kumanyaya üç kuruş, beş kuruş menfaat karşılığına iradeni terk edeceksen, sen istediğin kadar çalış.
İnsan tiplemesi bozulduysa orada senin bir günahın yok. Bozulanların günahı var. Sen üzerine düşeni yapmakla mükellefiyetini eda ediyorsun. Mesuliyetten kurtuluyorsun.
Ama menfaatine uygun olarak işlerini yürütense, neticeyi kazandık dediğini zannettiği anda her şeyini kaybetmiş oluyor. Yani onlar kaybediyorlar. Kazanmıyorlar.
Eğer bir şeyler ülkede ters gidiyor, düz gitmiyorsa, bir şeyler altüst ediliyor, bunları bizim gözümüz görmüyorsa, İslami telakkiler değiştiriliyor yerine farklı telakkiler getirilmek isteniyor ve getiriliyorsa…
Faraza geçmişte ve de hakikatte bir Müslüman ancak cami onarabilir, açabilir onun yerine farklı bir kurum ve yolda eylem ve işlem yapıyorsa, bu suç senin suçun değil.
Senin yaptığın işler ve eylemler dört dörtlük oldu. Nasibi olmayanlarla beraber olmanın kaderinin sonucu da bu oldu. Sen kazandın. Onlar kazandığını zannettiği anda en büyük kaybın içinde oldular. Anlatabildim mi?
Tevekkül neymiş? Her konuda elinden geleni yaparak Allah'a teslim olmandır. Allah hiçbir zaman kulunun şerrini istemez. Ama illa sen şerre talip oluyorsan, sana ne diye hayrı takdim etsin ki?
Sen yanmak, mahvolmak, rezil olmak, zillet ehli olmak, dağılmak, yok olmak istiyorsan, ne diye sana sahip çıksın ki? Öyle mi?
Bu hem dünyada hem ahirette "mea men ehabbe/kimi seversen onunla berabersin." Hem dünya işlerinde sevip beraber olduğun insan, yol arkadaşın, dava arkadaşın, kardeşin burada seninle kimse, yarın huzur-u maallah'da da onunla beraber olacaksın. Veya kimin bu konularda sevgisini sevdasını taşıyorsan, yarın onunla beraber olacaksın. … "Kişi sevdiğiyle beraberdir."
Bunun için kimin ahlâkını huy edinmek, onun gibi olmak istiyorsan, yarın onunla beraber haşrolacaksın. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Dünya hayatımız devam ederken; sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza bakıp, ya biz bir kulvarda gidiyoruz.
Ama bu insanlar temiz mi? Dürüst mü? Yaptıklarından Allah, razı mı değil mi? Bütün bunları tek tek hesap edip, ortamını cemiyetini bu şekilde tanzim etmesi lazım.
Bugün bu var mı? El cevap yok. Ne var bugün? "Ben şundan ne kadar menfaat elde edebilirim? O, "Ben ondan ne kadar menfaat elde edebilirim."
Hep menfaat kaygıları üzerine kurulmuş bir dünya. Nasıl olur da şunu elde edelim, bunu elde edelim.
Yani, insanoğlunun servet edinmesinde nasıl, ne kadar elde ederse etsin kalbi tatmin olmaz, doymazsa bu da böyledir.
O menfaat duygusu işin içine girdiği zaman çevreni genişletmeye çalışırsın. Oradan açamadık bu kapıyı buradan nasıl açarız? Oradan nasıl gireriz? Allah bu tiplemeyi istemiyor.
Bunlar dalkavuk. Senin üzerine düşen vazife, yaptığın işi bihakkın öğrenip onu icra için faaliyette bulunman. Hani, nasıl tevekkül için teşebbüs etmen neticeye gitmen için imkânları devreye koyman lazımsa bu da böyle. Ama haddi aşmayacaksın.
"İlle kazanacağım, hep kazanacağım" onun için helal haram sınırını aşarsan kaybedenlerden biri belki de başta olanı sen olursun, diyorum efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.