Aslında karşıdaki kişinin kim olduğu önemli değil. Önemli olan o kişinin size neler söyledikleri. Bu bir övgü de olabilir yergi de. Övülmek genelde hoşumuza gider ve hiç sesimizi çıkarmayız, hatta çok hoşumuza gider ve karşımızdaki kişi gözümüze sempatik görünmeye başlar. Sözkonusu yergi olunca işte buna dayanamayız.Bize söylenenleri üzerimize alınır, gurur meselesi yapar ve karşımızdakine düşmanmış gibi davranmaya başlarız.Kendimizi savunma ihtiyacı hissederek anormal tepkiler vermeye başlarız çoğunca. Hele hele "Peki ya sen..(!)" diyerek kendini savunmalar fiziki şiddete kadar dönüşebilir.İnsanımızda, toplumumuzda böyle bir hastalık var. Bu hastalığın hastasıyızdır çoğumuz.Birileri bize bir laf ettiğinde bu lafı neden ettiğine, onu buna sevkeden nedenlerin neler olduğuna asla bakmayız. Niçin böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımızı düşünüp onu telafi etmek varken, aksine kararlar alır, aksi davranışlarımızı sürdürürüz.Hatalarımızı görememenin, yanlışlarımızı örtememenin, somut ve anlamlı çıkarımlarda bulunamamanın nedeni böyle davranıyor olmamızdır.Arkadaş sohbetlerinde, mahalle kavgalarında, akademik tartışmalarda, aile ortamlarında, hayatımızın çoğu alanında böyle davranırız. Kişisel hak ve hürriyetlerimize engel olmadığı, fiziki bütünlüğümüze zarar vermediği müddetçe karşımızdakilerin bize dair söylediklerini, bize ağır gelse de, sindirebilmeyi öğrenmek durumundayız.Maruz kaldığımız olumlu olumsuz eleştirileri içselleştirebildiğimiz ölçüde kendimizi geliştirebiliriz.Başkasının gözünde kendi durumumuzu görüp ona göre hayatımızdaki açıkları kapatabilmenin yolunu da denemiş oluruz böylelikle.İşe evvela karşımızdaki kişinin fikirlerini saygı duyarak başlayabiliriz. Ona gösterdiğimiz saygı aynı zamanda bizim de saygınlığımızı artıracaktır.Birbirimizi dinlemiyor, birbirimize tahammül edemiyor olmamız toplum geneline sirayet etmiş en önemli problemlerden biri.Bireysel alınganlıklardır toplumumuzu alıngan kılan. Hoşgörülü olamamamızdır toplumsal hoşgörüsüzlüğümüzün temeli.Toplumsal uyumun tesisinde bizlere büyük görevler düşmekte.Kendimizi yaptıklarımız, yapıyor olduklarımız ve yapacaklarımızla yenibaştan düşünmeye başlamak ve başkalarının yaptıkları ve yapmakta olduklarını yapacak olduklarına pay vererek ele alıp öyle değerlendirmek lazım.Karşımızdaki kişinin beyninin gerisindekini okuyamayacağımıza göre onların adına fikirler üretmemeye de kalkışmayalım ama..Muhatap olduklarımıza suizanla değil hüsnüzanla yaklaşarak kişi ve olayları yorumlamalıyız.Akşamları hep birlikte ekranlarımızda açık oturumlara rastlıyor alevli tartışmalara şahit oluyoruz. O tartışma zemininin sağlam olup olmadığına baktınız mı hiç?Birilerinin konuşmalarına tahammül edememek, eleştirilere katlanamamak, hep haklı çıkmaya gayret etmek...Tartışmaya katılanların bir fikirde birleşip elele stüdyoyu terkettiğine şahit oldunuz mu hiç?Sokaktaki seyyar satıcıdan en akademik mevki sahibi kişilere kadar aynı hastalığı paylaşıyoruz.Karşıdaki kişiyi statüsüyle, kişilik yapısıyla değerlendirmek.Kişinin statüsü ve kişilik yapısı elbette önemli ama bu ortadaki fikri ezmediği sürece.Söyleyenlerden çok söylenenler ve bizlerin bu söylenenlerden nasıl pay alacağıdır bu hastalığın çaresi.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005