Son günlerde ülkemizde yaşanan birtakım hadiseler, Türk insanının ahlâken hangi noktaya geldiğinin birer belgesi gibi adeta.
Bir üniversite öğrencisinin telefonunu alındıktan sonra trenden atılarak öldürülmesinde, bu işi yapanların ahlaki ve insani taraflarını sorgulamak bir yana, orada bu işe seyirci olanların da insanlık ibrelerinin kaçı gösterdiğini sorgulamak lazım. Ya da tribünde onca insanın gözü önünde bıçaklanan gence yardım etmeyen kalabalığın içinde insan olup olmadığını...
Aslında bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Her gün milletin gözü önünde onlarca hadise zuhur ediyor. Bu millet, beş on yıl önce sert tepkiler verdiği durumlara bugün sessiz kalıyorsa, bu durum karşısında iyimser olmak ya da suçu bir iki kurumun üstüne atarak işin içinde sıyrılmak, en hafif tabirle kolaycılıktır.
Esas mesele, bu milletin onlarca yıldır ihmali ve hatta maalesef ihmalden de öte bugünkü haline gelişinin özenle hazırlanmasıdır. Türk insanının bu kadar yıldır eğitimsiz ve cahil bırakılması ise, mevzunun nirengi noktasıdır. Eğitimden kasıt, okur-yazar olmak değildir. Her şeyden önce insani vasıfların ön plana çıkması, ahlak gelişimini tamamlaması, kişinin kendini tanıması, bilmesidir. Kişiliğine ve öz kimliğine kavuşmasıdır. Fakat hazindir ki, yıllardır insanımıza bu vasıfları kazandıracak bir eğitim sisteminden mahrumuz. Tüm bunların üzerinde bir de yazılı ve görsel basının bilinçli olarak yaptıkları bilinçsiz yayınlar vs. eklenince, ortaya bugünkü esef verici manzaralar çıkıyor.
Millet olma hasletimizi yitiriyoruz. Aynı tarihe, geleneklere, aynı kültüre sahip olduğumuzu, aynı dine inandığımızı, aynı vatanı paylaştığımızı, bu vatanı kuranların bizim atalarımız olduğunu ve kurtaranların yine bizim dedelerimiz olduğunu unutuyoruz artık. Çanakkale'de, Galiçya'da, Yemen'de, Anadolu'da, omuz omuza çarpışan ceddimizin tek hedeflerinin vatanı kurtarmak, milleti baki kılmak olduğunu unutuyoruz ne yazık ki. Dün, savaşta kendi karnı açken, esir aldığı düşman askerinin karnını doyurmaya öncelik veren bir millet, bugün üç-beş kuruş için birbirinin canına kıyıyorsa, mevzu çok çok derin demektir.
Bir televizyon kanalında toplumumuzdaki şiddet olaylarının artmasıyla ilgili şöyle bir cümle sarfedildi: "Şiddet acaba genlerimizde mi var?" Yani, işi genlere dayandırıp meseleyi halledeceksiniz öyle mi? Tarih okumazsanız, kendi milletinizin geçmişini ve bugününü bilmezseniz, böyle garip yorumlar yapmanız da kaçınılmaz olur tabii. Millet olmanın sadece uluslararası futbol maçlarında milli takımı desteklemek olmadığını bilmek gerekiyor.
İtalyan şairi Tasse, Türkleri tanıdıktan sonra, onlar hakkındaki görüşlerinden bahsederken şu ifadeleri kullanıyor: "... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silahsız kalmış bir düşmanın karşısında bir seher yelidir, bir güldür."
Sahip olduğu faziletlerinden dolayı düşmanına bile kendisinden hayranlıkla bahsettiren bir millet ve bundan haberi bile olmadan bugün karşılaştığı problemlerin kaynağını genlerde arayan bir nesil... Bir babayiğit çıkıp da o ekranlarda "Meselenin kökeni eğitimsizliktir, milli kültürümüzün asli unsurlarını genç nesillere aktarıp benimsetemememizdir; sahip olduğumuz güzellikleri bu gençlere anlatmamamızdır" diyemedi.
Daha ufak yaşlardan itibaren kötüyü, yanlışı, çirkini görerek, duyarak, büyüyen; iyinin ve güzelin anlatılmadığı insanlardan doğru davranışlar beklemek kadar abes bir mantık olamaz.
Bir üniversite öğrencisinin telefonunu alındıktan sonra trenden atılarak öldürülmesinde, bu işi yapanların ahlaki ve insani taraflarını sorgulamak bir yana, orada bu işe seyirci olanların da insanlık ibrelerinin kaçı gösterdiğini sorgulamak lazım. Ya da tribünde onca insanın gözü önünde bıçaklanan gence yardım etmeyen kalabalığın içinde insan olup olmadığını...
Aslında bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Her gün milletin gözü önünde onlarca hadise zuhur ediyor. Bu millet, beş on yıl önce sert tepkiler verdiği durumlara bugün sessiz kalıyorsa, bu durum karşısında iyimser olmak ya da suçu bir iki kurumun üstüne atarak işin içinde sıyrılmak, en hafif tabirle kolaycılıktır.
Esas mesele, bu milletin onlarca yıldır ihmali ve hatta maalesef ihmalden de öte bugünkü haline gelişinin özenle hazırlanmasıdır. Türk insanının bu kadar yıldır eğitimsiz ve cahil bırakılması ise, mevzunun nirengi noktasıdır. Eğitimden kasıt, okur-yazar olmak değildir. Her şeyden önce insani vasıfların ön plana çıkması, ahlak gelişimini tamamlaması, kişinin kendini tanıması, bilmesidir. Kişiliğine ve öz kimliğine kavuşmasıdır. Fakat hazindir ki, yıllardır insanımıza bu vasıfları kazandıracak bir eğitim sisteminden mahrumuz. Tüm bunların üzerinde bir de yazılı ve görsel basının bilinçli olarak yaptıkları bilinçsiz yayınlar vs. eklenince, ortaya bugünkü esef verici manzaralar çıkıyor.
Millet olma hasletimizi yitiriyoruz. Aynı tarihe, geleneklere, aynı kültüre sahip olduğumuzu, aynı dine inandığımızı, aynı vatanı paylaştığımızı, bu vatanı kuranların bizim atalarımız olduğunu ve kurtaranların yine bizim dedelerimiz olduğunu unutuyoruz artık. Çanakkale'de, Galiçya'da, Yemen'de, Anadolu'da, omuz omuza çarpışan ceddimizin tek hedeflerinin vatanı kurtarmak, milleti baki kılmak olduğunu unutuyoruz ne yazık ki. Dün, savaşta kendi karnı açken, esir aldığı düşman askerinin karnını doyurmaya öncelik veren bir millet, bugün üç-beş kuruş için birbirinin canına kıyıyorsa, mevzu çok çok derin demektir.
Bir televizyon kanalında toplumumuzdaki şiddet olaylarının artmasıyla ilgili şöyle bir cümle sarfedildi: "Şiddet acaba genlerimizde mi var?" Yani, işi genlere dayandırıp meseleyi halledeceksiniz öyle mi? Tarih okumazsanız, kendi milletinizin geçmişini ve bugününü bilmezseniz, böyle garip yorumlar yapmanız da kaçınılmaz olur tabii. Millet olmanın sadece uluslararası futbol maçlarında milli takımı desteklemek olmadığını bilmek gerekiyor.
İtalyan şairi Tasse, Türkleri tanıdıktan sonra, onlar hakkındaki görüşlerinden bahsederken şu ifadeleri kullanıyor: "... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silahsız kalmış bir düşmanın karşısında bir seher yelidir, bir güldür."
Sahip olduğu faziletlerinden dolayı düşmanına bile kendisinden hayranlıkla bahsettiren bir millet ve bundan haberi bile olmadan bugün karşılaştığı problemlerin kaynağını genlerde arayan bir nesil... Bir babayiğit çıkıp da o ekranlarda "Meselenin kökeni eğitimsizliktir, milli kültürümüzün asli unsurlarını genç nesillere aktarıp benimsetemememizdir; sahip olduğumuz güzellikleri bu gençlere anlatmamamızdır" diyemedi.
Daha ufak yaşlardan itibaren kötüyü, yanlışı, çirkini görerek, duyarak, büyüyen; iyinin ve güzelin anlatılmadığı insanlardan doğru davranışlar beklemek kadar abes bir mantık olamaz.
Hüma Gökçe / diğer yazıları
- Gerçek milliyetçilik / 03.05.2013
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011