Türk insanının kültür mozaiği acaba diğer milletlerde var mı? Bu konuda ilmi bir çalışma yapmadım ama, yurdumun dört köşesi, illeri, ilçeleri, bucak ve köylerinin örf, âdet, gelenek bağı, dil zenginliği, saf duyguları en önemli tarihi hazinelerimizdir.
Türklüğün "oba" yapısından, yörük çadırlarına kadar göçebe hayat tarzı birer kuş evleri gibi kerpiç taşlarla süslenip köycüklere dönüştü. Bu tabii serüvenin içimizi süsleyen âdet ve gelenekleri asalet çizgileri, yaşantı biçimi, buram buram Anadolumuzu mest eder.
Zaman zaman düşündüğüm, beklediğim, hayal ettiğim; bu engin Anadolu köyünün safiyetine hayran kaldığım yapısının binlerce hikâyelerini yazmak.
Yabancı yazarların hikâyelerine baktığımda insan, çevre, kültür, gönül zenginliği... konusunda adeta malzeme aramaktadırlar. "Hani bir portakal ağacının hikayesi" 46 baskı yapmıştı.
Ne hazindir ki kendi hazinelerini saçıp savuran bizler ne dünyanın dikkatini çeken "Mesnevilere", ne şiirimize, ne geleneğimize sahip çıkıyoruz.
Bir Mimar Sinanımız dünyanın dikkatini çekerken gözümüzün önündeki Süleymaniyeyi göremeyecek kadar kör, kapısına gidemeyecek kadar kötürüm, duyamayacak kadar sağır, hatta ve hatta varlığı ve yokluğu arasındaki hissiyati bile kaybedecek haldeyiz. Süleymaniye misalini kültürümüzün her sahasına koyup kıyaslayın.
Memleketimizin her yöresinde insanımızın ayrı ayrı konuşma tarzları, iklim özellikleri bugün bile uyduların kirliliğinden şehirlerin gürültülü carcarlarından uzakta. Bembeyaz, etrafı kınalı ellerle işlenmiş ipek mendiller gibi yüzleri, işleri, kalpleri, akılları, fikirleri tertemiz kalmış, korunmuş, şefkat meleklerine hayranım.
Bir hikayeci bekliyorum. Köşe köşe, insanın dini, ahlâki, milli, kültürel süsünü, Türkçe'nin arı duru sözcükleriyle tane tane, inci inci vefa ve hasret kalemiyle yazsın da gözler gönül sayfalarına akıtsın okuduklarını.
Ah!... Ah!..
Böylesine özündeki zenginlik ile âleme duygu, sevgi, doğruluk, aşk, huzur verecek gücümüz, sanatımız, hazinemiz var da biz küresel cadı filimlerine, vahşilik sahnelerine, sevgiyi silah zannedenlerin eline ve esaretine bakıyoruz. Neslimizi özendiriyor harcıyoruz.
Evvelki gün Tayfun Talipoğlu Pınarbaşında bir fabrikaya uğradı. Çoğu bayan personelin çalıştığı iş yerinde bir kaç genç hanım ile konuştu.
Kaç yaşındasın? Aşka inanır mısın? Ekonomik özgürlük hakkında ne diyorsun? Evlenince kocan izin vermezse çalışır mısın? Hayattan ne bekliyorsun?... gibi "şehir kültürü" hakim fikirleri doğrultusunda sorular soruyordu.
Bir genç kız, kocam istemezse çalışmam diyordu. Ama ekonomik özgürlüğün var mı sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: Benim için evimin mutluluğu önemlidir. Eğer geçinemeyecek kadar hayat şartları zorlarsa çalışırım. Aksi halde ev hanımı olmak isterim.
Hayattan beklentileri ne olabilir bu kişilerin. Hayatın bütün edep perdelerini yırtmış, hiçbir sınır tanımayan, para, eğlence, hırs namına herşeyi taparcasına benliğine saplanmış şum sahibi kişilerin mutluluk anlayışları elbette Pınarbaşına sığmaz.
Hani bir zengin kızın "Bir fistan giyip de bir an sevinç ve mutluluk yaşamadım, utanmadan dolayı yanaklarım bir gün kızarmadı. Bu coşkuyu tatmak isterdim" demesindeki sırdan behsediyorum.
Evet şunu iddia ediyorum. Dünyanın kültür yaşantısı, kültür varlıklarını bırakın dursun. Koparmayın. Her taş yerinde güzeldir. Bütün taşları kum haline getirmek gibi bir mecburiyet ancak uzay hayallerinin dahi tatmin edemediği canavar medeniyetlerine yahut küresel, tek dişliliğe özenenlere aittir.
Rahmetli anneannemin hikâyesi dünya hatıralarını, hikaye deryalarını alt üst etmeğe yeter. Öyle bir karakteri seyretmek, korumak, kollamak bütün insanlığın görevidir.
Türk medeniyeti işte bu kültür mozaiğini titizlikle korumuştur. Arabistan'da Osmanlı eserlerine, Türk insanına içten içe yapılan düşmanlığın ardına bakınız ki, iman edenler bile kültür varlığını, bir insan zenginliğini kabul etmekte zorlanıyor hased ediyor.
Şu kısacık yazıda bile görüyoruz ki, dünya, Türk insanının asalet ve mantığına muhtaç.
Kültür Bakanlığını duydunuz mu?
Dünyanın en köklü coğrafyası, kültürler beşiği yurdumuzda bakanlığımız Anadolu köyünün merhamet, dayanışma, düğün, adet, adalet, mizah, dil, hikâye ve iklim özelliklerini anlatan dünya çapında seyredebilecek karakterler, konular niye ortaya koymuyor.
Yoksa araziler emlakçıların imarına, insafına terk edildiği gibi, "Anadolu köyü" iki üç aşk meşk gösterisinde mi bırakılacak? Elbette sanatçılarımızın, yönetmenlerimizin bu yazıda anlatılmak istenen temaları işleyen filmleri vardır. Daha iyisini, mükemmelini bekliyoruz.
Türklüğün "oba" yapısından, yörük çadırlarına kadar göçebe hayat tarzı birer kuş evleri gibi kerpiç taşlarla süslenip köycüklere dönüştü. Bu tabii serüvenin içimizi süsleyen âdet ve gelenekleri asalet çizgileri, yaşantı biçimi, buram buram Anadolumuzu mest eder.
Zaman zaman düşündüğüm, beklediğim, hayal ettiğim; bu engin Anadolu köyünün safiyetine hayran kaldığım yapısının binlerce hikâyelerini yazmak.
Yabancı yazarların hikâyelerine baktığımda insan, çevre, kültür, gönül zenginliği... konusunda adeta malzeme aramaktadırlar. "Hani bir portakal ağacının hikayesi" 46 baskı yapmıştı.
Ne hazindir ki kendi hazinelerini saçıp savuran bizler ne dünyanın dikkatini çeken "Mesnevilere", ne şiirimize, ne geleneğimize sahip çıkıyoruz.
Bir Mimar Sinanımız dünyanın dikkatini çekerken gözümüzün önündeki Süleymaniyeyi göremeyecek kadar kör, kapısına gidemeyecek kadar kötürüm, duyamayacak kadar sağır, hatta ve hatta varlığı ve yokluğu arasındaki hissiyati bile kaybedecek haldeyiz. Süleymaniye misalini kültürümüzün her sahasına koyup kıyaslayın.
Memleketimizin her yöresinde insanımızın ayrı ayrı konuşma tarzları, iklim özellikleri bugün bile uyduların kirliliğinden şehirlerin gürültülü carcarlarından uzakta. Bembeyaz, etrafı kınalı ellerle işlenmiş ipek mendiller gibi yüzleri, işleri, kalpleri, akılları, fikirleri tertemiz kalmış, korunmuş, şefkat meleklerine hayranım.
Bir hikayeci bekliyorum. Köşe köşe, insanın dini, ahlâki, milli, kültürel süsünü, Türkçe'nin arı duru sözcükleriyle tane tane, inci inci vefa ve hasret kalemiyle yazsın da gözler gönül sayfalarına akıtsın okuduklarını.
Ah!... Ah!..
Böylesine özündeki zenginlik ile âleme duygu, sevgi, doğruluk, aşk, huzur verecek gücümüz, sanatımız, hazinemiz var da biz küresel cadı filimlerine, vahşilik sahnelerine, sevgiyi silah zannedenlerin eline ve esaretine bakıyoruz. Neslimizi özendiriyor harcıyoruz.
Evvelki gün Tayfun Talipoğlu Pınarbaşında bir fabrikaya uğradı. Çoğu bayan personelin çalıştığı iş yerinde bir kaç genç hanım ile konuştu.
Kaç yaşındasın? Aşka inanır mısın? Ekonomik özgürlük hakkında ne diyorsun? Evlenince kocan izin vermezse çalışır mısın? Hayattan ne bekliyorsun?... gibi "şehir kültürü" hakim fikirleri doğrultusunda sorular soruyordu.
Bir genç kız, kocam istemezse çalışmam diyordu. Ama ekonomik özgürlüğün var mı sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: Benim için evimin mutluluğu önemlidir. Eğer geçinemeyecek kadar hayat şartları zorlarsa çalışırım. Aksi halde ev hanımı olmak isterim.
Hayattan beklentileri ne olabilir bu kişilerin. Hayatın bütün edep perdelerini yırtmış, hiçbir sınır tanımayan, para, eğlence, hırs namına herşeyi taparcasına benliğine saplanmış şum sahibi kişilerin mutluluk anlayışları elbette Pınarbaşına sığmaz.
Hani bir zengin kızın "Bir fistan giyip de bir an sevinç ve mutluluk yaşamadım, utanmadan dolayı yanaklarım bir gün kızarmadı. Bu coşkuyu tatmak isterdim" demesindeki sırdan behsediyorum.
Evet şunu iddia ediyorum. Dünyanın kültür yaşantısı, kültür varlıklarını bırakın dursun. Koparmayın. Her taş yerinde güzeldir. Bütün taşları kum haline getirmek gibi bir mecburiyet ancak uzay hayallerinin dahi tatmin edemediği canavar medeniyetlerine yahut küresel, tek dişliliğe özenenlere aittir.
Rahmetli anneannemin hikâyesi dünya hatıralarını, hikaye deryalarını alt üst etmeğe yeter. Öyle bir karakteri seyretmek, korumak, kollamak bütün insanlığın görevidir.
Türk medeniyeti işte bu kültür mozaiğini titizlikle korumuştur. Arabistan'da Osmanlı eserlerine, Türk insanına içten içe yapılan düşmanlığın ardına bakınız ki, iman edenler bile kültür varlığını, bir insan zenginliğini kabul etmekte zorlanıyor hased ediyor.
Şu kısacık yazıda bile görüyoruz ki, dünya, Türk insanının asalet ve mantığına muhtaç.
Kültür Bakanlığını duydunuz mu?
Dünyanın en köklü coğrafyası, kültürler beşiği yurdumuzda bakanlığımız Anadolu köyünün merhamet, dayanışma, düğün, adet, adalet, mizah, dil, hikâye ve iklim özelliklerini anlatan dünya çapında seyredebilecek karakterler, konular niye ortaya koymuyor.
Yoksa araziler emlakçıların imarına, insafına terk edildiği gibi, "Anadolu köyü" iki üç aşk meşk gösterisinde mi bırakılacak? Elbette sanatçılarımızın, yönetmenlerimizin bu yazıda anlatılmak istenen temaları işleyen filmleri vardır. Daha iyisini, mükemmelini bekliyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021