Tasavvuf, insan fıtratında mevcûd olan ulvîliklere âid temâyülleri, sohbet, zikir, riyâzât ve ihlâs ile geliştirerek ham insandan "insanı kâmil" hüviyetini ortaya çıkarmaktır. İnsanlarda istîdâd ve iktidarlar muhtelif olduğundan, tasavvufun metodlarını kullanarak insanı eşyâ ve hâdisâtın esrârından haberdâr etme, her fertte aynı derecede netice vermez. Ancak bazı temâyüllerde bütün insanlık, aralarında derece farkı olsa da müştereklik arzeder. Bunlardan biri de, her ferdin, geldiği yere, yâni vatanı aslîsine dönme temâyülüdür.Bundan dolayı tasavvufun bir gâyesi de, insanı "elest bezmi"nde Rabbiyle beraber olduğu vuslat iklîmine dönme husûsundaki arzu ve arayış temâyül ve istîdâdını zikirle tekâmül ettirerek şuuraltından şuûr üstüne yükseltmektir. Bu, kullukta kemâle ermektir ki, âyeti kerîmede şu şekilde îzâh edilir:"Bilesiniz ki kalbler, ancak Allâh'ın zikriyle mutmain olur (huzûr bulup doyum noktasına ulaşır)!" (erRa?d, 28)Bu hâl, en güzel şekilde insânı kâmilde tezâhür eden bir keyfiyettir. Çünkü insanı kâmil:"Hiç şüphe yok ki biz, Allâh içiniz ve muhakkak O'na döndürüleceğiz!.." (elBakara, 156) sırrına ermiştir.Aslına dönme temâyülü olan bu hâl, varlıklar içinde üstün bir idrâkle techîz edilmiş bulunan ins ü cinde en üst seviyeye ulaştığı nisbette bir hasret ve ızdırap kaynağı olur. İşte o zaman idrâk sâhibi, nefes alıp verdikçe kendisini dâimî bir gurbette hisseder.Gerçekten gurbet, varlıkların menşeinden itibaren çeşitli safhalardan geçerek gerçekleştiği için bulunduğu yerden bir evvelki mekâna doğru muhtelif tezâhürler arzeder. Meselâ insan, önce rûhlar âleminde bulunmakta iken, bu mekândan ayrılarak ana rahminde mekân tutar. Sonra dünyâya gelir. Dünyâda da çeşitli mekân değişikliklerine uğrayabilir. Oradan "âlemi berzah"a göçer. Ve nihâyet Rabbine döner. Nitekim gurbetin bu safhalarını yüreğinde hisseden şâir, onun bazı merhalelerini ne güzel dile dökmüştür:Bir merhaleden güneşle deryâ görünür,Bir merhaleden her iki dünyâ görünür.Son merhale bir faslı hazandır ki, sürer;Geçmiş gelecek cümlesi rü'yâ görünür!..Evet gurbet, bütün bu söylediklerimiz dikkate alındığı takdîrde, içiçe, merhale merhale, katkat demektir. Onu bertaraf eden bütün ara merhaleleri aşarak geldiği ilk yere, yâni Rabbine dönmektir. Bu hâle nazaran gurbetin rûhta tedirginlik meydana getiren en derin ve en köklü hasreti dindiren neticesi, Rabbe dönüştür. Bu ihtiyâcı idrâk etmeyerek, köyünün, kentinin ayrılığı ile tedirgin olan sıradan insanların bile şuûraltında gurbetin bu büyük ve derin mânâ ve hasreti, bâkî kalır. Ancak üstün idrâk sâhipleri olan evliyâullâh, bu ızdırâbı lâyıkıyla kavrar ve ara merhalelerin derdinden berî ve ilâhî vuslata müştâk bir ömür sürer. Bu sebeple Cüneydi Bağdâdî Hazretleri tasavvufu:"Hakk'ın, seni senliğinde öldürmesi ve kendisi ile ihyâ etmesidir." diyerek târif eder.Mevlânâ Celâleddîni Rûmî Hazretleri'ne ölümü bir "şebi arûs", yâni düğün gecesi olarak tavsîf ettiren gerçek de, dünyâ gurbetinden kurtuluş, vuslata eriştir.Ölüm döşeğindeki bir Hakk âşığına sordular:"Ölüm ânında iken nasıl gülebiliyorsun?"Âşık şöyle cevap verdi:"Şimdi bütün vücûdum dudak olmuş gülümsüyor!.. Şu an, dudaklarım başka bir gülüşle gülüyor!.."Pervâne ışığa hasrettir. Işığa olan hasretinden ve onun etrafındaki râbıtasından dolayı kendisine kelebek değil, pervâne denir. Işığı bulunca, cezbeye tutulur, irâdesi gider. Sonunda ışığa çarparak cesedini yakar. Işıkta fânî olur. Vuslata erer.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.