Dünkü yazımızda "Dünya dengelerinde söz sahibi olan her devletin kendine ait bir devlet politikası vardır. Hükümetler, hatta rejim ve sistemler değişebilir. Ancak bu politikalar sürekliliğini devam ettirir" demiştik.
Ve yine demiştik ki, "Hesapların çok ince ve uzun vadeli yapıldığı bir coğrafî konumda yer almamız aynı zamanda sahip olduğumuz tarihî misyon sebebiyle çevremizde yaşanan hadiselerin milli çıkarlarımız açısından doğuracağı tehlikeleri doğru tahlil etmeliyiz".
Coğrafî konumumuz ve tarihî misyonumuz bizi dış politika başta olmak üzere her alanda çıkarlarımıza uygun, kalıcı, şahsiyetli bir devlet politikası belirlemeye mecbur kılmaktadır. Bu politika, Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine dayalı, tam bağımsızlık temeline oturan, her alanda "milli" bir politika olmalıdır. 1923-38 arası dönemde bu yönde bir devlet politikasının takip edildiğini görüyoruz. 1938'den sonra bu anlayış büyük ölçüde terk edilmiştir.
Bugün ise AB'ne dahil olmak, geçerli politika haline getirilmiş durumdadır. Uzun vadeli, planlı, programlı uygulamalar yerine en hayati konularda bile günübirlik politikalar takip edilmektedir.
Amerikalı bir diplomatın deyimiyle "Bir milletin dostları veya düşmanları yoktur. Bir milletin çıkarları vardır." Milli çıkarlar neyi gerektiriyorsa, ülkeler o yönde stratejilerini belirler.
Bu noktada şu soruyu sormak durumundayız: AB'ye aday olmak ve bu yolda taviz vermek milli çıkarlarımıza uygun mudur?
AB açıkça;
Kıbrıs'tan çekilmedikçe,
Ege'yi Yunanistan'a terk etmedikçe,
İstanbul'da bir Ortodoks din devletine izin vermedikçe,
Güneydoğumuzu gözden çıkarmadıkça bizi arasına kabul etmeyeceğini ifade ediyor. Bütün bunların ve bizden istenen pek çok inanılmaz tavizin hangisi milli çıkarlarımıza uygundur? Bu taleplerin gerçekleşmesi bölünüp parçalanmamız demektir. Bunları gerçekleştirsek, istenenleri yapsak bile bizi aralarına kabul etmeleri hiç ama hiç mümkün değildir.
AB'ye endekslenmiş politikaların milli çıkarlarımıza ve ulusal bağımsızlığımıza ne derece ters düştüğü ortada olduğuna göre, BTP hariç bütün siyasi partilerin "AB olmadan olmaz" anlayışına dayalı politikalarına akıl erdirmek mümkün değildir.
Bağımsız Türkiye Partisi ise, milletimize pek çok zararı dokunan, birliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye sokan AB'ne endekslenmiş anlayışlara karşıdır. Her alanda tam bağımsız bir siyasete ve tam manasıyla milli bir duruşu savunmaktadır.
İnsanımızın bu anlayışa sahip Bağımsız Türkiye Partisi'ne yurdun dört bir yanında kucak açtığını görüyoruz. Millet BTP ile beraber AB'ye hayır diyor ve bağımsızlığına sahip çıkıyor. Bu gidiş milletin 3 Kasım'da tercihini BTP'den yani tam bağımsızlıktan yana kullanacağını göstermektedir.
Ve yine demiştik ki, "Hesapların çok ince ve uzun vadeli yapıldığı bir coğrafî konumda yer almamız aynı zamanda sahip olduğumuz tarihî misyon sebebiyle çevremizde yaşanan hadiselerin milli çıkarlarımız açısından doğuracağı tehlikeleri doğru tahlil etmeliyiz".
Coğrafî konumumuz ve tarihî misyonumuz bizi dış politika başta olmak üzere her alanda çıkarlarımıza uygun, kalıcı, şahsiyetli bir devlet politikası belirlemeye mecbur kılmaktadır. Bu politika, Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine dayalı, tam bağımsızlık temeline oturan, her alanda "milli" bir politika olmalıdır. 1923-38 arası dönemde bu yönde bir devlet politikasının takip edildiğini görüyoruz. 1938'den sonra bu anlayış büyük ölçüde terk edilmiştir.
Bugün ise AB'ne dahil olmak, geçerli politika haline getirilmiş durumdadır. Uzun vadeli, planlı, programlı uygulamalar yerine en hayati konularda bile günübirlik politikalar takip edilmektedir.
Amerikalı bir diplomatın deyimiyle "Bir milletin dostları veya düşmanları yoktur. Bir milletin çıkarları vardır." Milli çıkarlar neyi gerektiriyorsa, ülkeler o yönde stratejilerini belirler.
Bu noktada şu soruyu sormak durumundayız: AB'ye aday olmak ve bu yolda taviz vermek milli çıkarlarımıza uygun mudur?
AB açıkça;
Kıbrıs'tan çekilmedikçe,
Ege'yi Yunanistan'a terk etmedikçe,
İstanbul'da bir Ortodoks din devletine izin vermedikçe,
Güneydoğumuzu gözden çıkarmadıkça bizi arasına kabul etmeyeceğini ifade ediyor. Bütün bunların ve bizden istenen pek çok inanılmaz tavizin hangisi milli çıkarlarımıza uygundur? Bu taleplerin gerçekleşmesi bölünüp parçalanmamız demektir. Bunları gerçekleştirsek, istenenleri yapsak bile bizi aralarına kabul etmeleri hiç ama hiç mümkün değildir.
AB'ye endekslenmiş politikaların milli çıkarlarımıza ve ulusal bağımsızlığımıza ne derece ters düştüğü ortada olduğuna göre, BTP hariç bütün siyasi partilerin "AB olmadan olmaz" anlayışına dayalı politikalarına akıl erdirmek mümkün değildir.
Bağımsız Türkiye Partisi ise, milletimize pek çok zararı dokunan, birliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye sokan AB'ne endekslenmiş anlayışlara karşıdır. Her alanda tam bağımsız bir siyasete ve tam manasıyla milli bir duruşu savunmaktadır.
İnsanımızın bu anlayışa sahip Bağımsız Türkiye Partisi'ne yurdun dört bir yanında kucak açtığını görüyoruz. Millet BTP ile beraber AB'ye hayır diyor ve bağımsızlığına sahip çıkıyor. Bu gidiş milletin 3 Kasım'da tercihini BTP'den yani tam bağımsızlıktan yana kullanacağını göstermektedir.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011